Neoliberal Dönemde İslamcılık Paneli Notları
30 Ekim Pazar günü gerçekleştirilen Özgür Yazarlar Birliği’nin düzenlediği Ufuk Aktaşlı, Ümit Aktaş ve Abdurrahman Arslan’ın konuşmacı olarak katıldığı Neoliberal Dönemde İslamcılık paneli verimli geçti. Düzenleyenlerin ellerine sağlık. Her ne kadar üzerimizde bir önceki gece Taksim meydanında evsizler için sabahlamanın verdiği bir yorgunluk olsa da anlatılanlar bizi kendimize getirdi. Ayrıca panelin bir serinin başlangıcı olarak düşünüldüğünü de öğrenmiş olduk. Anlamlı bir seri olacağı muhakkak. Bize hayli önemli geldiği ve söz uçar yazı kalır diye bildiğimiz için notlarımızı, aldığımız ses kaydıyla da besleyip aşağıdaki metni çıkardık. Elbette ki farklı düşündüğümüz pek çok husus da var aşağıdaki notlarda, ancak bu tartışmanın hayırlı ve verimli bir tartışma olduğuna dair hiç şüphemiz yok. Metin konuşmaların notlar ve ses kaydıyla yazıya dökülmüş hali olduğu için de muhakkak ki anlam kaymaları olacak, sözlerin sahiplerinin tam olarak söylemek istedikleriyle nüanslar bulunacaktır. Ancak ciddi bir anlam kaymasına yol açmadığımızı umuyoruz. Emeği geçenlere ve sözün sahiplerine tekrar teşekkür ediyor, dikkatinize sunuyoruz. Faydalanmanız dileğiyle.
Ufuk Aktaşlı
Neoliberal dönemde İslamcılık derken ben İslamcılığı genel anlamında kullanacağım. Osmanlının son döneminde ortaya çıkan bir siyasal düşünce, cumhuriyet döneminde cemaatler aracılığıyla devam ettirilen, 60’lı yılların sonunda kendi partisini de kuran ve günümüze kadar gelen, o bütün grupları içine alan bir anlamda kullanacağım İslamcılığı.
İslamcılıkla liberalizm arasındaki ilişkinin, her ikisi de Jön Türk hareketi içersinde başlayan, Türkiye modernleşmesinin iki ana ekseni üzerinden takip edilebileceğini düşünüyorum. Türkiye modernleşmesi bence iki ana aksın üzerinden gitmiştir. Birincisi Gökalp tarafından formüle edilen pozitivist, milliyetçi ve merkeziyetçi modernleşme biçimidir. İkincisi de Jön Türk hareketi içinde aynı dönemde ortaya çıkan Prens Sabahattin’in temsil ettiği ademi merkeziyetçi, şahsi teşebbüse dayanan, liberal modernleşme biçimidir.
Gökalp’ın çizgisi önce İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin sonra Kemalizm adı altında Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi ideoloji haline gelmiştir. Türkiye modernleşmesinde her zaman iktidarda kalmış bir ideolojidir. Diğeri ise çok partili hayattan sonra sağ muhafazakar partilere egemen olan ve daha çok Kemalizme karşı muhalefette kalmış bir ideoloji olarak şekillenmiştir.
Milliyetçi modernleşme modernleşmeyi bir uluslaşma üzerinden kurmayı amaçlamıştır. Önce bir ulus inşa etmek ve toplumu sekülerleştirerek modernleştirmeyi öngörmüştür. Liberal yöntem ise kapitalistleştirme üzerinden modernleştirmeyi gerçekleştirmeyi amaçlamıştır. Egemen Kemalist ideoloji kapitalistleşmeyi değil de uluslaşmayı önceleyen bir bakışa sahip olmuştur. Kemalizm uluslaşma önünde bir engel olarak gördüğü İslamcılar ve Kürtleri siyasal alanın dışında bırakmıştır. Geniş toplumsal kesimleri modernleşmenin dışında itmesi Kemalizmi yukardan aşağıya modernleşmeci bir biçime dönüştürmüştür. Liberal yöntem ise toplumu kapitalistleştirmeyi birinci plana aldığı için daha kapsayıcı olmuş aşağıdan yukarı bir yöntemi benimsemiştir.
Türkiye’deki diğer akımlar bu iki ana akım etrafında şekillendi. İslamcılık bu iki ana akım karşısında kendi modelini üretemedi. İslamcılık Kemalizme karşı bir muhalefet damarı geliştirdiyse de tam bir model üretemedi ve temel siyasi pratiği şu iki alana hapsoldu:
* Kemalizmin katı laiklik uygulamalarını yumuşatmak
* Kendini modernleşme sürecinde siyasal alana dahil ettirmek. Bunu da gerçekleştirdiği zaman sistemle uzlaşmak şeklinde yürüdüğünü düşünüyorum.
İslamcılar modernleşmeye hep liberaller üzerinden dahil oldu. Hürriyet ve İtilaf Partisi’nde de, DP de de, ANAP’ta da böyle oldu bu. Yani İslamcılık kapitalistleşmeci ve serbest piyasacı bir anlayış üzerinden modernleşmeye dahil oldu İslamcılık. 60-80 arasında yükselen sola karşı anti-komünizm rüzgarına kapılarak liberal kanata dahiliyeti pekişti.
Siyasal İslamcılık liberal yöntem üzerinden siyasal alana dahil olmak gibi bir politika izlemedi ama özellikle siyasal İslam’ın Türkiye’de en fazla yükseldiği yıllar Özal dönemi neoliberalizminin etkisi altında gerçekleştiği için yine bu dönemde de radikal İslamcılığın bu dönemde liberalizmle çok ciddi bir sorununun olmadığını düşünüyorum.
AKP de İslamcıların bir nevi çatı partisi gibi kuruldu, gerek Milli Görüşçüler, gerek radikal İslamcılar gerek cemaatler katıldı, destek oldu. Muhafazakar demokratlıkta birleştirdi, liberallikle barıştırdı bu kesimleri. AKP’nin liberalizmle ilişkisi bütün toplumu liberalleştirerek statükoyu tamamen tasfiye etmek şeklinde oldu.
Türkiye modernleşme tarihinin iki ana ideolojisi vardır. Birincisi milliyetçilik, diğeri liberalizm. Muhafazakarlık, İslamcılık, sol ideolojiler aslında bu iki ana ideolojiye eklemlenerek var olmuşlardır. AKP ile birlikte Türkiye modernleşmesinin tarihsel muhalefeti olan liberalizm ilk defa iktidara geliyor. Liberalizm artık muhalefet olmaktan çıkıyor bir iktidar ideolojisi haline geliyor. Ve bu da İslamcılar eliyle oldu.
Liberalizmin bu iktidara gelişi yer değiştirme şeklinde olmadı. Kemalizm muhalefete geçiyor değil. Kemalizmin dayandığı temel ilkeler artık işlerliğini kaybettiği için Kemalizm artık tasfiye oluyor. Nasıl neoliberalizm 90’lı yıllarda karşısında hiç bir muhalefet olmaksızın iktidar söylemi haline geldiyse, Kemalizmin tasfiyesi ardından liberalizmin de ben artık Türkiye’de belki de bir muhalefeti olmadan iktidara geldiğini düşünüyorum. Yani bu yer değiştirme ilişkisi değil, Kemalizmin tamamen tasfiye olması ve Türkiye modernleşmesinin muhalif çizgisinin iktidara gelmesidir.
Dolayısıyla ben bundan sonra Türkiye’de temel siyasal çatışmanın liberalizmle İslamcılık arasında olacağı kanaatindeyim. Nasıl ki dünyada bu neoliberal dayatmaya karşı itiraz üretebilecek tek güç İslam dünyasıysa ve o yüzden de son 30-40 yıldır bütün senaryolar İslam dünyası üzerinden yazılıyorsa, aslında Türkiye’de de ben liberalizme karşı temel muhalefeti üretebilecek kesimlerin İslamcılar olduğu kanaatindeyim. Bunu gerçekleştirebilmek için tabii İslamcılığın kendi modelini geliştirebilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Ümit Aktaş
Konumuz neoliberal dönemde İslamcılık. Liberalizm Fransız Devriminin hem sebebi hem sonucu.
Modernizmin baskılayıcı, otoriter yüzüne dair çok şeyler söylendi. Bunları uzun uzun yeniden anlatmaya gerek yok.
Bugün geldiğimiz noktada liberalizmden geriye kala kala mülkiyetçilik kaldı, diğerlerinin ideoloji olduğu çok net ortaya çıktı.
Liberalizmin özgürlüğü nedir? Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler. Peki ben yapabilir miyim, ben geçebilir miyim? Hayır. Ben şuradan şuraya gidemiyorum, evden kalkıp buraya zor geldim. Kim yapacak bunu, güçlüler yapacak. Yani İstanbul’un o binlerce yıllık siluetini kim kirletecek? O gökdelenlere kim çıkacak? O gökdelenlerde kim oturacak? İnsanların birbirlerinin kapısını çalmadığı ismini bilmediği. Sonra komşuluk üzerine hadisler bilir söyleriz. O gökdelenleri yapanlar da maalesef o hadislerin tedrisatından geçen insanlar, oturanlar da onlar. İşte buraya geldik.
Bunlar çok mu önemli de denebilir? Çünkü en kutsal mekanımız diye tanımladığımız Kabe’nin durumu var. O gökdelenleri orada inşa edenler Suudi kralı, ya da AKP olmasaydı, ne derdik? Şimdi bunlara sessiz kalanlar o zaman ne derdi, ortalığı ayağa kaldırırdı, ama şimdi “bizim gökdelenimiz güzel” deyip geçiyorlar. Veyahut da işte “Hilton’dan Kabe’yi seyretmek güzel” diyor.
Liberalizm burjuvazinin bir devrimi. Burjuvaziyi taşıyan şey ne, kapitalizm. Neoliberalizm de liberalizm çıplak hali. Liberalizmin bu çıplak hali mülkiyettir, mülkiyetçiliktir. Liberalizm artık yüzündeki maskelerini attı. “Arkadaş benim artık bu maskelere ihtiyacım yok” dedi. “Ben kendimi farklı tanıtarak hakimiyetimi kurdum, ben aslında buyum, mülkiyetçiliğim” dedi ve krallığını kurdu.
Kapitalizm çalışma özgürlüğü der. Çalışma özgürlüğü dedikleri şey bugün nereye geldi? Bugünkü taşeron sistemi, 600 liraya insan çalıştırmak, vahşi kapitalizmin yeniden ihyasıdır. 600 liraya nasıl yaşayacaksın? İnsan hadi kendisine bir nebze hakim olabilir belki de çocuklarına nasıl hakim olacaksın bugünkü bu tüketim kültürünün pompaladığı sistem içerisinde.
Maalesef Türkiye’deki Müslüman kitle kendisini ifade etmekte yetersiz kaldı, bu yüzden de kendi sözcülüğünü liberallere bıraktı. Liberallerin söylediği herşey yanlış demiyorum, söyledikleri güzel şeyler de var, ama Müslümanlar niye kendilerini ifade edemediler, mesele burada. 1908’den itibaren başlayan modern Türkiye tarihinde Müslümanlar hep liberallerin yedeği oldular, İslamcıların bir kısmı da ulusalcı kanatta yer aldı, kendi partilerini kurunca da kalkınma dediler.
Kapitalizm öyle kötü bir şey ki kanser gibi, büyümeden duramaz, büyümezse ölür. Kanserde de bütün mesele o hücrelerin üremesini önlemektir. Kapitalizm de dünya tarihinin bir tür kanserleşmesidir. Bu kanserin önünü açan da maalesef özgürlükçüyüm, insan hakları diyen bu liberalizm.
Yüksek binalara kıyamet alameti diyen gelenekselciler, şimdi bunları savunur oldular.
Abdurrahman Arslan
Kabul edelim ki Müslüman zihin kıblesini kaybetmiştir. Müslüman olmakla, Müslüman muhayyileye sahip olmak arasındaki farkın altını çiziyorum.
Batı düşüncesi mutlakçılıktan, pozitivizmden görececiliğe geçmiştir. Liberalizm de neopozitivizme kayarak neo-liberal olmuştur.
Görececilikle din yeniden çağrıldı ve görececilik onu yedeğine aldı.
Pozitivizmin tasfiyesi ile laisizmin eski hali de tasfiye oldu. Kemalizm istese de istemese de tasfiye oldu oluyor, Arap baharı da aynı şeyin bir sonucu
Ayaklarını yere sağlam bastığını düşünen İslamcılık da aynı şeyi yaşadı, sarsıldı. İslamcılık doğal olarak İslam’dan, kitaptan ibaret değil, modern dünyayla etkileşim içinde bir olgu.
İslamcılık bir Müslüman’ın modern dünya karşısında aldığı tavrı ifade eder bence, ben öyle tanımlıyorum.
İslamcılık modernizmi reddederken karşıtının kötü bir kopyası haline geldi. Yoksa ne gökdelenler, ne kapitalist üretim, ne kapitalist tüketim İslamcılıkta olamaz.
Modern dünyanın bütün anlam ve kalıplarını analiz ederek, yeni bir inşa için seferber etmeliyiz, İslamcı düşüncenin bunu yapabileceğine inanıyorum. Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki İslamcı düşünceye ihtiyacımız yok diyebilir miyiz? Hayır. Ben diyorum ki İslamcılık kendisini yeniden restore etmek zorundadır, bu restore etme epistemolojik bir temelden hareket edildiğinde mümkündür. Yani onun aklının kıblesini bulmamız gerekiyorsa, bu ancak yeni bir bilgi biçimiyle inşa edilecek bir akılla mümkündür. Bu büyük ciddi bir entellektüel çabayı gerektiriyor. Ben bunu 7. yüzyılda başlayıp, 11. yüzyıla dek süren büyük tartışmaya benzetiyorum.
Müslüman dünya modern düşünceyle ikinci kez karşılaşmaktadır. Müslümanların modern düşünceyle yani Aristo, Platon ve diğer düşünürler üzerinden yükselen Antik Yunan düşüncesiyle 7. yüzyılda karşılaştı ilkin. El Kindi’den, Farabi’ye, Gazali’ye pek çok kişi derinlikli düşünceler üretti bu süreçte, zenginleşti. İslamcı düşüncenin yeniden ihyası için Gazali’yi önemli görüyorum ben bu noktada, Gazali’nin önemi aklı eleştirmesi ve “hangi akıl” diye sormasıdır.
İslamcılık biraz dışsal bir tanım, oryantalizm kokuyor evet, ama ben gocunmuyorum bununla.
Osmanlı modernleşmesinde birbirine rakip iki akım vardır bence. Birincisi II. Mahmut’un modernleşmesi, diğeri II. Abdülhamit’in modernleşmesi. Birincisi görünüşle uğraşır, dışsaldan içsele ilerler, Deli Petro’nun, Sovyetlerin modernleşmesi bu çizgidedir. İkincisi dışsal olanla uğraşmaz, özde olana yönelir, Japon modeli buna benzer. Birinci model başarısız oldu, dünyada da Türkiye’de de, ikincisi galip geldi.
Modernleşme din ve gelenek olmadan başarılamaz. Bu unsurlar olmazsa olmaz, dinamizm kurulamaz, ayrıca gelenekle ve dinle irtibatlanmadan meşruiyet kazanamaz.
Din modernizmin bir unsuru haline gelmek gibi bir durumla karşı karşıya gelmektedir. İslam protestanlaşacak demek istemiyorum, ama İslam’ın Müslüman’ın hayatındaki rolü böyle bir şeye indirgenebilir. İslam oradadır, o kitap değişmeyecektir çünkü Allah öyle buyurmuştur. Problem Müslüman’ın o kitabı nasıl anlayacağıdır. Eğer bugün olduğu gibi neoliberalizmin dediği şekilde bu kitabı anlamaya kalkarlarsa, ki bu kolay değildir aslında. Çünkü sol da bunu denedi, solcular demiyorum, Müslüman solcular diyelim, çok önceden denediler olmadı, Mustafa Sıbai gibiler denediler olmadı. Çünkü bu bir bölüşüm, üretim işi değil sadece. Bu aynı zamanda epistemolojik bir meseledir, bilginin mahiyeti ile ilgili bir meseledir. Dolayısıyla burada iki farklı paradigmatik bakış söz konusudur.
İKİNCİ TUR
Ufuk Aktaşlı
Bugün Müslümanlar kendi özgün modelini üretmek göreviyle karşı karşıyalar. Bu modelin nasıl oluşacağına dair bir şeyler söylemek isterim. Adalet temel bir Kurani kavram. Hep siyasi kavranmış bugüne kadar; hükümdarın adil olması, kadıların adil olması gibi. Saltanatçı rejimlerin etkisiyle Kuran’ın adalet kavramının sosyal adalet temelinde, iktisadi adalet temelinde anlaşılmadığını görüyoruz. Modern İslamcılığa baktığımızda ise sosyal adalet temasının hep var olageldiğini görüyoruz. Hatta zaman zaman bir anti kapitalist bir söylem de. Fakat İslamcılar kendi modelini üretemediği için sosyal adalet teması daha çok Müslümanlar iktidara geldiğinde bu tür sorunlar ortadan kalkacak şeklinde hep kuru bir beklenti şeklinde var olmuştur. Fakat işte o Müslümanlar iktidara geldiğinde onların neoliberalizmi Türkiye’de kurduklarını gördük. Biz bugün o adaletin sosyal adalet de demek olduğunu fark ettik bu yüzden. Neoliberalizmin Müslüman bir iktidar tarafından uygulanması pek çok Müslüman’da kurandaki adalet kavramının, sosyal adalet temelinde anlaşılması gerektiğini düşündürdü, fark ettirdi bizlere. Bugün Müslümanların işte bu sosyal adalet temelinde kendi modellerini oluşturmaları gerektiğini düşünüyorum.
Kemalizm ile liberalizm arasındaki kavga nihayete ermedi belki. Liberalizmin nihai zaferini elde etmemiş olması, hala Kemalizm’le bir kavga içersinde olması, liberalizmin ortaya çıkarttığı sorunların çok fazla görülmemesini veya görmezden gelinmemesini doğuruyor. Bugün Wall Street’i işgal edenler, neoliberalizmin ne olduğunu gördüler, fakat Türkiye’de liberalizm statükoyu hala tam olarak tasfiye edemediği için Müslümanlar neoliberalizmin sonuçlarını henüz fark etmiyor, ya da fark etmek istemiyor. Türkiye’de yoksullaşmanın, taşeronlaşmanın ne kadar arttığı, sömürünün ne kadar arttığı, bir takım İslami özgürlükler insanlara veriliyormuş gibi gösterilip aslında İslam’ın da bu sömürü düzeninin bir aracı haline nasıl getirildiği, özelleştirmeler yoluyla ülke insanının küresel patronların kölesi haline nasıl getirildiği belki ondan sonra daha iyi görülmeye başlanacak. dolayısıyla Kemalizm’in tahakkümünden kurtulmak isterken liberalizmin tahakkümü altına girecek insanlar ondan da bir çıkış yolu aradıkları zaman işte Türkiye’deki İslamcıların adalete ve barışa dayalı bir modelle o insanlara hitap etmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu sürecin Müslümanlara kendi modellerini yaratmayı dayattığını düşünüyorum.
Ümit Aktaş
Aslında liberalizm otoriter ve tahakkümcü bir ideolojidir, ama kendisini hep özgürlükçü olarak takdim eder. Otoriterlik olmadan liberalizmin olması mümkün değil çünkü ülkeyi bir kaç tane tekel yönetiyor liberalizmde. Liberalizm ne diyor? Devlet olsun ama küçük olsun, amaç ne? Sadece benim önümü açacak kadar bir devlet olsun, daha fazlası olmasın. Buradaki özgürlükçülük efsanesi liberalizmin gerçek yüzünü gizleyen şeylerden bir tanesi.
Müslümanların bu liberal efsaneyi sorgulamaları gerektiği kadar, iktidarı da sorgulamaları gerekiyor. Müslümanlar maalesef dünyaya iktidar perspektifinden bakıyorlar. Bugün iktidara bu kadar teslim olmuşluk, bizim belki de bir iktidar analizi yapmamış olmamızdan sebep. Biz iktidarda olmanın Müslümanlığın bir lazımesi olarak bakıyoruz, iktidarın aslında çok kirletici bir şey olduğu üzerinde çok fazla kafa yormadık. Türkiye’de maalesef İslamcılar da sosyalistler de hep iktidar üzerinden baktılar. Siz iktidara gelmezseniz, iktidar sizi teslim alır.
Abdurrahman Arslan
Ben bugün bize modern paradigmanın ve neoliberal ideolojinin dışında düşünmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bunun için de bir ütopya gerekiyor, ama görececilik bunu gayrimeşru buluyor, Müslümanların bu eleştiriyi fazla ciddiye almaması gerektiğini düşünüyorum.
http://www.tasfiyedergisi.com/direnen-edebiyat/?p=2380
http://www.tokad.org/2011/11/03/neoliberal-donemde-islamcilik-paneli/
abdulrahman aslan bir taraftan moden dünyayı eleştiriyor diğer taraftan potmodern dünyanın tüm imkanlarındanda istifade ediyor. nasıl mı? yeni paradigmayı yeni bir epistemoloji ile kurmaktan bahsediyor. yeni düşünce dünyasını epistemoloji ile inşa edeceksen bu göreliliktir. ve bu imkanı size postmodern dünya sunuyor. mesela atasoy müftüoğlu bu dünyanın dilinin otoriter ve tahakkümcü bir dil olduğunu söyleyip bu dilin sömürgeci olduğunu söylüyor. ve bu dilin dışına bu sömürünün dışına çıkılması gerektiğini söylüyor. atasoy müftüoğlu modern batı dünyasını varoluşu ile beraber topyekün karşısına alıyor. yani yeni bir epistemoloji demiyor. mevcut dünyaya ontolojik bağlamda karşı çıkıyor. usul olarak birbirine benzesede bu iki söylem, biri postmodernizmin imkanları ile varlık bulmaya çalışırken diğeri devrimci imkanlar ile varlık bulmaya çalışıyor.
türkiye’de islamcılığın siyasal ana akımı milli görüş-akp, kültürel ana akımı ise cemaatler olarak kabul edilip tartışıldığından, örneğin akp iktidarı islamcılığın siyasal iktidar tecrübesi şeklinde ele alındığından bu tür çalışmaların başka islamcılıklar da bulunduğunu göstermesi açısından önemli.
özgür yazarlar birliği, uzun süreli bir tartışmanın ilk oturumu olarak görüyor ve devamını farklı isimlerle, başlıklarla ve başka şehirlerde getirebilmeyi planlıyor.
* gerçekten güzel bir panel oldu. belki bilinen bir argümandır ama ufuk bey’in söyledikleri bana çok ilginç geldi. tr siyasetinde temel gerilimin liberal modernistlerle, merkezci modernistler arasında olduğunu söylemek ilginç, çünkü tr’de liberaller hep güçsüz ve etkisizlerdi diye bildim düşündüm. merkezci modernistlerin karşısına hep “muhafazakarlar” mı desem, “dindarlar” mı desem, “merkez sağ” mı desem bu tarz kavramları koyarak düşündüm. liberalleri özgün ve direngen bir çizgi, dindar bloğu da ona yedeklenen bir ana gövde olarak anlatması bana zihin açıcı geldi. ama tartışılır tabii, hala özgün bir liberal eğilim ne kadar vardı ve güçlüydü tam göremiyorum. milli görüş bu anlatıya ne kadar oturuyor, tam kestiremiyorum vs. bunun dışında da ufuk beyin sunumu çok politik ve sarsıcıydı.
* ümit bey çok güzel şeyler söyledi ama sanki biraz dağınıktı. doğrudan siyasete ilişkin, islamcılığın ne yapması gerektiğine dair somut şeylerden ziyade ilkeler koydu. böyle motto olabilecek bi sürü güzel cümle söyledi, notları döken arkadaş da çoğunu yazmış zaten. bunlar da güzel ama daha somutta ne yapmak lazımlara mesafeli kalmış oldu sanki. inşallah bir dahaki sefere. eşitlik meselesine dair pek anlaşılamayan şeyler söylemişti, milat’taki bir yazısında konuyu açmış, bakmakta fayda var.
* arslan’ı fazla okumamış biri olarak bu panelde duyduklarım beni hayal kırıklığına uğrattı. batı’nın/modernizm’in paradigmasından bağımsızlaşmış özgün epistemoloji çağrısı çok kıymetli, ancak işte ne yazık ki benzer çağrıyı yapanların yoğunlukla saplanıp kaldığı doğu romantizmine, tersinden medeniyet milliyetçiliğine, şekilci bir gelenekçiliğe yaslandığını gördüm. belki haksızlık oldu, yazdıklarına bakmak lazım muhakkak, derin mevzular tamam ama panelde çizdiği portre gerçekten bu oldu bence.
* beni en çok üzen salondan gelen soruların, tartışmaların hemen hemen hep arslan’a yönelmesi, yani bence katılımcıların ilgisinin siyasi ve güncel olandan bu kadar mesafeli olmasıydı. arslan’ı eleştirsem de söyledikleri önemliydi, tartışmaya değmez filan demiyorum, o tartışmayı da hep harlamak lazım, ama bu kadar genç ve islamcılık iddiasındaki insanın güncel bu kadar tartışma ve müdahale gerekliliği varken topu taca atarcasına epistemoloji tartışmasına hevesli olması beni düşündürdü. tabii iyimser olacaksak bunu ciddi bir hareketin inşası için epistemolojik temellerin sağlam kurulması gerektiğine dair bir farkındalığa da verebiliriz. ama bu sefer vermesek daha doğru olacak galiba.
Abrurahman Aslanın görelilik meselesini merkeze alması sanırım onun Abdülkerim Suruş’a olan eleştirilerinden kaynaklanıyor.Sanırım Suruş’un evrende çoğulculuk hakimdir teorisi ile(bu konu geniş) İslam’ı bir üst anlatı olmaktan çıkarıp- yani yaşamın her alanını belirleyen bir teori olmaktan çıkarıp -İslama insanın sınırlarını tayin eden bir rol biçmesine itiraz ediyor gibi geldi.Bu tartışma önemli yani bilgi islami olur mu olmaz mı?İslami banka,islami mesela havacılık filan…Kuran bilinç mi kazadırır bilgi mi?İslami ekonomi diye bir şey olur mu?İslam devleti olur mu? gibi bir yığın soru(n) var.Fakat Arslanın modernizme bu kadar takmasını sıkıntılı buluyorum.Modernizmi her meselede bir açıklayıcı olarak kullanmak kapitalizm eleştirisinin sağlıklı olmasını engelliyor sanki.Ya da Osmanlı yüceltimi.Geleneğin kutsanması.Ben osmanlı hakkında kesin bir yargıda bulunamam,çünkü mesela elektriğin olmadığı bir yaşamı tecrübe etmedim.Fakat sarayın etrafında oluşan diliş,estetiği,mimariyi seviyorum.Osmanlıca benim de sevdiğim ve okuduğum bir dildir. Fakat islam söz konusu olunca saray çuvallamıştır.Onun için gelenek mi şimdi mi sorusuna cevabım hep şimdi olmuştur.
Tabi modernizmin çoğu şeyi çürüttüğü ortada.Ama insanı geriye götüren şey Roger Garaudy’nin piyasa tektanrıcılığı dediği paranın her alanda belirleyici olduğu ve her şeyin büyüme ve ilerlemeye göre ayarlandığı bir düzen.Yani insani hedefler üzerine düşünmeden yapılan bir büyüme ve gelişim.Fakat çareyi şimdi burada arayacağımıza göre,eskiden bir düzen çıkarmak mümkün olmayacağına göre modernizm eleştirisini kapitalizm eleştirisi ile beraber yapmak gerekecektir.