Kredi ve Faiz Meselesine Makro-Sistemik Bir Yaklaşım; Sabri Orman
Sabri Orman Hoca’nın “Kuran ve İktisat: Kredi ve Faiz Meselesine Makro-Sistemik Bir Yaklaşım” başlıklı makalesinde, kapitalizm, faiz ve sınıf meseleleri üzerinden yaptığı analiz gerçekten çok önemli. Öncelikle Hoca Kuran’dan üç ayet söylüyor. Birincisi faizi yasaklayan ayet (Bakara suresi 275. ayet). Diğer ikisi ise bununla daha sonra bağlayacağı müminlerin kardeş olduğuna dair ayet (Hucurat suresi 10. Ayet) ve İslam ümmetinin vasat yani mutedil bir ümmet olduğuna dair ayet (Bakara suresi 143. ayet). Hoca “vasat ümmet” olmayı, günümüz deyimiyle orta sınıf veya orta direk diye adlandırılan insanlar topluluğuyla ilişkilendiriyor. Sabri Orman Hoca faizle ilgili olan ayeti açıklarken şöyle diyor:
“Faiz gerek teoride gerekse pratikte çok tartışmalı bir konu olagelmiştir. Bundan olsa gerek ki Bakara suresinin yukarıdaki meali verilen faizle ilgili ayeti, konuyu düzenlemenin yanı sıra onun bu özelliğini de yansıtacak şekilde formüle edilmiştir. Nitekim önce faizin meşruiyetini savunanların faiz de alışveriş gibidir argümanlarına yer verilmiş ve daha sonra adeta rasyonel tartışma yoluyla bu konuda bir mutabakata ulaşmanın zorluğunu, belki de imkansızlığını ima edercesine, mesele kısa ve kesin bir hükme bağlanmıştır. ‘Allah alışverişi helal, faizi haram kılmıştır.’ Kanaatime göre Kuran’ın hadise karşısındaki bu tavrı, faiz meselesinin özü ve yapısı ile ilgili tartışmanın bu müdahale ile artık nihai olarak bitirildiği şeklinde değil, aksine sürüp gideceği belli olan bu tartışmaya hiç olmazsa normatif bir nirengi noktası yerleştirilmek istendiği şeklinde anlaşılmalıdır. Yani getirilen nihai çözüm, iktisadi ve felsefi değil, hukuki ve ahlaki niteliktedir.”
Kısaca Hoca’nın aktardığı ayet bize ahlaki olarak durmamız gereken noktayı göstermekte, tarihi süreç içerisinde en çok tartışılan ve tartışılacak konulardan biri olan faiz karşısında almamız gereken tavrı göstermektedir. Peki teknik olarak durum nedir? Sabri Hoca faiz tartışılırken, faiz sözleşmesinin iki tarafı arasındaki karşılıklı kayıp ve kazanca bakıldığını, yani tartışmanın mikro ekonomik düzeyde yapıldığını, fakat faizin ne anlama geldiğinin anlaşılması için tartışmanın makro/sistemik düzeyde sürdürülmesi gerektiğini söylüyor:
“Faiz sözleşmesi taraflarının sözleşmeyle sınırlı durumları açısından değil, onların genel durumları ve buna ilaveten ilgili toplumun iktisadi, sosyal, siyasi ve hatta kültürel sistemlerinde yol açabileceği sonuçlar açısından değerlendirilir.”
Buna bağlı olarak yaptığı analizde faizin geçerli olmasının en önemli sonucu, kredi mekanizmasının işlemesidir. Bu da, finansal varlıkların belli bir faiz oranı karşılığında belli bir dönem için kiralanması demektir. Finansal varlıkların sahipleri, bütün haklarını belli bir dönem için karşı tarafa devrederler. Böyle olunca vade sonuna kadar bu varlıklarla olan ilgi kopmuş demektir. İkincisi, belli bir garanti gelir söz konusu olduğundan bu varlıklarla ilgilenmek de vade sonuna kadar gereksiz hale gelir, böylece ekonomik bağın yanı sıra psikolojik bağ da kopar. Bu durum her vadede uzadıkça söz konusu finansal varlıkla sahibi arasında bir yabancılaşma başlar:
“Bu sistem içinde finansal fonlar, asıl sahiplerinden bağımsızlaşarak adeta otonom varlığa sahip bir meta’a dönüşmekte ve gayri şahsi bir nitelik kazanmaktadır.”
Sabri Hoca bu noktadan sonra, bu fonları kimin arz ettiği ve kimin topladığı ile ilgili sınıfsal bir analiz yapıyor. Bu fonları arz edenler, orta ve alt ekonomik sınıfa mensup insanlardır. Ekonomik olarak bağımlı veya ücretli çalışmaktadırlar. Bu birikimleri, ekonomik bir kazanç haline dönüştürmelerine izin verecek bir birikim arz etmediği gibi, onlar böyle bir cesarete de sahip değillerdir. Böyle garantili bir kazanç sunulduğunda bu insanlar hemen sahip oldukları finansal kaynakları kiralamaya hazır, yani faiz kazancına razıdırlar.
Bu fonları toplayanlar ise toplumca sayıca az yer kaplayan, müteşebbis diye bilinen üst düzey ekonomik sınıfa aittirler. Yani parayı büyük bir kalabalık arz ediyor, küçük bir azınlık talep ediyor. Küçük birikimlerini arz eden bu kalabalık topluluk, güvenli bir gelir karşılığı verdikleri bu fonların ne olduğu ile ilgilenmiyecek, sadece vade sonunda gelecek olan paraya bakacaktır. Bu da bu sınıfların bağımlılık, pasiflik ve mutlak olmasa da nisbi fakirlik hallerinin ağırlaşarak devam etmesi anlamına gelmektedir. Fonları talep edenler ise borçlanma yolu ile de olsa bu sayede ekonomik güçlerini artıracaklardır:
“Fonların nihai hukuki mülkiyetinin kime ait olduğu önemli değildir. Önemli olan onun kullanma hakkının fiilen kimde olduğudur. Kullanma hakkını elde tutmanın bedeli olan faiz ödendiği sürece bu avantajın sürdürülebileceği de bilinen bir gerçektir. Kısacası kredi mekanizması sayesinde küçük bir grup, bütün bir ekonominin tasarruflarının tamamına hükmeder ve kendi öz kaynakları ile orantısız muazzam bir mali gücün tüm avantajlarını kullanır hale gelir. Yani başkasının taşıyla başkasının kuşunu vurabilecek hale gelir.”
Aslında durum şu, toplumun çok büyük bir çoğunluğunun elinde bulunan birikimlerini, küçük bir azınlık belirli bir faiz karşılığı kiralıyor ve toplumda büyük bir sınıfsal ayrışma meydana geliyor. Ücretle bir patronun yanında çalışan ve bağımlı olan bir kişi aynı zamanda kendi işine de yabancılaşıyor. Toplumdaki en büyük ekonomik geçim standardı ücretli ve bağımlı bir iş anlamına geliyor ve bu oran ne kadar büyürse sınıflaşma o kadar artıyor.
Hoca burada, sözü Hucurat suresinde geçen, müminlerin kardeş olduğu ile ilgili ayete getirerek, bu kadar farklı gelir gruplarından oluşan bir toplumun kardeşliğinden söz edilemeyeceğini söylüyor. Böyle sınıfsal bir ayrışmanın bu kadar belirgin olduğu bir toplumda, Hz. Peygamber’in söylediği müminlerin bir tarağın dişleri gibi oluşundan bahsetmemiz mümkün değildir. Orada söylediği çok net: “İşçi ile patron mevcut durum devam ettikçe kardeş olamaz.” Peki İslam’ın muradı nedir, nasıl bir toplum hedefler? Orada söylediği çok ilginç bir şey var: “Bu ayetin makes bulabileceği en iyi ortam bu çelişkinin ortadan kalktığı veya en aza indiği, yani ne işçi ne patronun olduğu ya da bunların nüfusunun genel nüfus içindeki oranlarının ihmal edilebilir bir düzeye düştüğü bir ortamdır.” Hoca böyle diyor ve ekliyor: “O halde müminlerin kardeşliği ile ilgili ayet işçisiz ve patronsuz bir ekonomik yapıyı davet ediyor diyebiliriz.”
Yazının devamında Sabri Orman Hoca Bakara suresinin 143. ayetine müracaat ediyor ve diyor ki: “Allah’ın muradı, oradaki gibi, yani sınıfsal ayrımın çok belirgin olmadığı orta halli bir toplumdur. Bugünkü kapitalist sistemin ortaya çıkardığı sonuç ise bundan çok farklıdır. İşgücünün doğrudan, bütün toplumun ise dolaylı olarak içinde yer aldığı bağımlı çalışan-işveren veya işçi-patron çelişkisini yaşayan bir toplum, böyle bir toplum değildir. Toplumun sınıfsal yapısı piramide, ekonomik gelir dağılım ise ters piramide benzer.” Halbuki Sabri Hoca’nın tariflediği ekonomik yapıda toplum, uçlarından basık sivri bir elipse benzer. Yani bütün toplumun en kalabalık ve sağlam sınıfı orta halli bir sınıftır.
Burada önemli bir nokta da şudur: İslam faizi yasaklamış fakat kredi mekanizmasını doğrudan yasaklamamıştır. Çünkü Karz-ı Hasen gibi uygulamaların önünü tıkamak istememiştir. Peki faizin yasaklandığı böyle bir ortamda müteşebbis gerekli kaynağı nereden bulabilecektir. İşte bu amaçla İslam tarihinde en çok müracaat edilen uygulama, ortaklık olmuştur. Bu ortaklık sadece finansal düzeyde değil, aynı zamanda risk alma ve emek verme yönünden de yapılacak bir ortaklık olacaktır. Böylece sermaye belli ellerde toplanmayacak, tabana yayılacak ve kişi kendi birikimlerine yabancılaşmaktan ziyade aynı zamanda bu finansın işletilmesi konusunda risk alıp kendi işini kurmuş olacaktır. Birçok kişinin bir araya gelip sermayelerini ve emeklerini ortaklaştıracağı sistemler, müminler arasındaki kardeşliği pekiştirecek ve toplumdaki sınıf farklılıklarını ortadan kaldırabilecek bir yol olacaktır, böylece Kuran’ın murat ettiği o orta toplumun meydana gelmesi sağlanabilecektir.
Hoca’nın kısaca özetlemeye çalıştığım bu makalesi son derece özel ve bana öncelikle bir dönem İslami duyarlılığı olan grupların yapmaya çalıştığı ve başaramadığı, sonu hep hüsranla biten yapıları hatırlattı. Fakat bu tür yapıların özellikle Latin Amerika’da ve Avrupa’nın bazı yerlerinde uygulanan kooperatiflere benzediği söylenebilir. Michael Albert’in önerdiği “Katılımcı Ekonomi” aşağı yukarı buna benzer bir şeyler öneriyor. Bugünkü kapitalizmin açmazı ve sürekli ürettiği bunalım, ya da geçmişte uygulanan reel sosyalizmin katı, özgürlükleri bastıran ve bürokratik bir oligarşi doğuran yapılarının dışında şu anda uygulanabilecek son derece önemli projeler diye düşünüyorum.
1 Response
[…] okumalarımızda da üzerine en çok eğildiğimiz konulardan biri oldu haliyle. Özellikle Sabri Orman ve Abdulaziz Bayındır‘ın konu ile yazdıklarından çok faydalandık ve kendilerinin […]