Emek Meselesi ve İstanbul’da İşçilerin Hak Mücadeleleri Sempozyumu 29 Nisan 2012 1.Bölüm ses kaydı
“Emek Meselesi ve İstanbul’da İşçilerin Hak Mücadeleleri Sempozyumu” 1. Bölüm Özeti
29 Nisan’da düzenlediğimiz “Emek Meselesi ve İstanbul’da Hak Mücadeleleri Sempozyumu” saat 14:30 civarlarında başladı.
İlk sözü alan Foti Benlisoy, dünyada kapitalizmin girdiği krizi jeo-politik açılardan değil ezilenler ve işçi sınıfı açısından bakarak açıklamaya çalışacağını söyleyerek başladı. Kapitalizmin girdiği krizin asıl olarak 20-25 yılık bir hikayesi olmakla beraber yapısal olarak çöküşün 2007 finans kriziyle gerçekleşmeye başladığından bahseden Benlisoy, neo-liberalizmin tahmin edildiği gibi kontrolcü bir sosyal devlet anlayışıyla kotarılamadığını ve durumun daha da ciddileştiğini belirtti. Arap rejimlerinin kırılganlığının neo liberalizmden kaynaklandığını ve rejimlerin altının bu şekilde boşaldığını söyleyen Benlisoy, Tunus’ta Muhammed Buazizi’nin ilk kıvılcım olduğu gösterilerin asıl nedeninin neo liberal politikalar kaynaklı yüzde kırk genç işsizlik olduğunu ifade etti. Buradan diğer ülkelere sıçrayan değişimin önemli bir parçasını işçi sınıfının oluşturduğunu söyleyen Benlisoy, örgütlü işçi sınıfının ayaklanmaları radikalleştirmeye eğilimli olduğunu ve Avrupa medyasında yer aldığı şekliyle ayaklanmaların orta sınıf karakterli olmadığını vurguladı. Atina ve Kahire’yi, Tunus ve İspanya’yı bir arada düşünebileceğimizi ifade ederek, bu ayrı gibi görünen vakaların işsizlik ve genç nüfus gibi istatistikler üzerinden belirli ortaklıkları olduğunu belirtti. Amerika’daki “işgal et” hareketine ek olarak, bu hareketlerden en yaygın ve kitlesel olanının Nijerya’da olduğunu, Hırvatistan’da başını kamu emekçileri ve öğrencilerinin çektiği bir hareketlenmenin olduğunu söyleyerek, bu hareketlerin takip edilmesi ve görülmesi gerektiğinin altını çizdi. Türkiye’nin bu manada bir istisna olduğunu ve küresel bir dalganın mevcut olduğunu belirten Benlisoy, sosyal ve siyasal güçler dengesinin henüz emek lehine dönmediğini ekleyerek sözlerini tamamladı.
Zeki Kılıçaslan konuşmasına Foti Benlisoy’un Türkiye’deki durumu bir istisna olarak görmesi üzerinden giriş yaptı. %90’ının Müslüman olduğu memlekette Müslümanların 1 Mayıs’a katılmasının bu kadar olay olmasının anlaşılamaz bir şey olduğunu belirten Kılıçaslan, sermayenin saldırılarının devam ettiğini vurguladı. İtalya ve Yunanistan’a başbakan getirildiğini, bizim ise ekonomi bakanı Derviş ile durumu ucuz atlattığımızı belirtti. Yunanistan’daki durumun klasik bir krizin tüm belirtilerini göstermesine rağmen hiçbir alternatif olmaması dolayısıyla bir yere çıkamadığını vurgulayan Kılıçaslan halkın bütünlüğünün ikna olduğu bir programa ihtiyaç olduğunu söyledi. Türkiye’deki mevcut sendikal yapıların soğuk savaşın ürünlerini olduğunu ve gerekli dinamizmden yoksun olduklarını, buna rağmen bu yapıların “kale” gibi yerlerinde durduklarını ifade etti. Sendikanın bütün masraflarını işçilerin ödediğini ve masrafların oldukça fazla olduğunu belirten Kılıçaslan bu nedenle sendikaların işçilerin malı olduğunu vurguladı. Ayrılıkların manasızlığından bahsederken örneğin DİSK ve Hak-İş’in tabanının siyasi davranışının aynı olduğunu hatırlattı. Yine de her sendika içinde çeşitli muhalefetler olduğunu belirten Kılıçaslan, bunların bir potansiyel olarak görülebileceğini söyledi. İhtiyaç duyulan yeni emek hareketinin geleneksel ayrımları yırtan, hak ve adalet temelinde birleşen ve bu sırada kategorik farklılıkları kaldıran (taşeron işçiler, memurlar, vs…)bir mücadeleyi içermesi gerektiğini belirtti. Temel olanın ise emeğin ideolojik veya politik gruplardan bağımsızlığı olduğunu vurguladı. Görece demokratik olan ve “alnı secdeye değen”, herhangi bir işgal altında olmayan bir Türkiye’de olası bir muhalefetin Müslümanların dahil olduğu sınıf bazlı bir muhalefet olabileceği vurgusuyla konuşmasını tamamladı.
3. konuşmacı olarak söz alan Hasan Köse iktidarda muhafazakar bir partinin olmasının özel bir imkan meydana getirdiğini belirterek sözlerine başladı. Geçmiş dönemlerde özellikle Müslüman kimliği üzerinde uygulanan totaliter baskı nedeni ile Müslümanların hak, özgürlük ve emek üzerinden söz söylemesinin anlamsızlaştırabildiğini söyledi. İslam açısından emek meselesinin bu güne kaldığını belirten Hasan Köse 20-30 ciltlik fıkıh kitaplarında emek ve ücret meselesine çok az yer verildiğini vurgulayarak günümüzün sorunları ile İslam ulemasının yüzleşemediğinden bahsetti. Batı dünyasında 200 yıl önce ortaya çıkan işçi sınıfının İslam ülkelerinde son 50 yıldır oluşmaya başladığını belirten Köse, sadaka ve geleneksel yardımlaşma yöntemlerinin emekçiler üzerindeki baskıyı gizlediğini sözlerine ekledi. Hasan Köse konuşmasının devamında emek meselesine sadece Kuran ve sünnet temelli açıklamalar üzerinden yaklaşacağını belirterek emeğin en yüce değer olduğunu vurguladı. İslam’ın sermayeyi de kabul ettiğini ama burada kabul edilen sermayenin “yoğunlaşmış emek” olarak kabul edildiğini sözlerine belirten Hasan Köse, sermayenin ve servetçiliğin farklı olduğunu belirterek kenzin yani biriktirmenin yasaklandığını vurguladı. İslam’da üst kural olarak müsavatın yani eşitlik prensibinin olduğunu ve emek-ücret meselesinde bunun önemli bir yer tuttuğunu ve malların sadece zenginler arasında dolaşan bir nitelikte olmaması gerektiğinin Kuran’da vurgulandığını belirten Hasan Köse “rant Allah’ındır” dedi. Eşitlik, adalet ve özgürlük prensiplerine göre paylaşılmayan mülkiyet ilişkilerinin fitnenin kaynağı olduğunu belirterek, Kuran’da mustazafların (ezilenlerin) yeryüzünün imamları ve önderleri olması gerektiğinin ve mülkiyeti varisleri olarak gösterildiğini söyleyerek konuşmasına son veren Hasan Köse’den sonra soru-cevap kısmı başladı.