Kent okumaları grubunda bu hafta, Titus Burckhardt’ın “İslam Sanatı: Dil ve Anlam” isimli kitabının Şehir başlıklı bölümü değerlendirildi. Bu bölümün ilk kısmı olan “İslam Şehir Planlamacılığı”nda Burckhardt; şehirlerde yapılaşma kültürünün, hükümdarlar ya da askeri-siyasi otoritelerden ziyade halkın muhayyilesi ve müdahalesi tarafından biçimlendirilen bir olgu olduğuna dikkat çekiyor. Bu amaçla, Ancer ve Bağdat’ın kuruluş planları üzerinden yaptığı analizlerle açılan bölüm, bu iki şehrin farklı planlarına rağmen totaliter kalıpları ile İslam toplumu tarafından kabul edilemediğini ve zamanla bu tür planlamarın terkedildiğini, bunun yerine toplumsal muhayyilenin ve yaşam kültürünün daha çok müdahil olabildiği bir planlama kültürünün yerleştiğini belirtiyor. Bu iki şehirde de görülen, askeri güçle beraber sarayın şehrin merkezinde yeralışı ve mabede eş konumlanışının daha sonraki şehirlerde uygulanmaması olgusunu Sünnet’in belirleyiciliğine bağlanıyor. Burckhardt için bu analizde belirleyici olgu “Sünnet” kavramı.
Sünnet kavramı, hem İslam toplumlarındaki uygulamaların doğrudan Peygamberin yaşamına yapılan atıfla meşruiyetini sağlarken; aynı zamanda bu kavram aracılığıyla, iyi ve doğru bir müslüman yaşamının nasıl olması gerektiğine dair çerçeveyi de belirliyor. Hatta Sünnet’in sürekliliği ve heryerdeliği, siyasi-askeri güçlerin toplumsal olana ve şehre sert müdahalelerinin önünü de tıkayıp, doğru yaşamın sürekliliğini sağlayan kendiliğinden bir gücü işlevselleştiriyor. Bu haliyle, daha önce “Gelenek” veya “Medeniyet” olarak kavramsallaştırılan durumun, Burckhadt’ta Sünnet olarak düşünüldüğünü söyleyebiliriz. Ayrıca Sünnet, nasıl yaşanacağının gündelik bilgisi olarak İlmihal bilgisini de içerecek şekilde konumlandırılmıştır.
Devralınan eski şehirlerde cami, külliye veya çarşı yaparak oluşturulan yeni merkezler sayesinde, eski şehirlerin organik dokusuna ve yaşam kültürüne dokunmadan yürütülen kendiliğinden değişimin daha baskın bir eğilim olduğunu vurgulanıyor. Bununla beraber, bir şehir için yer seçilirken ilk önceliğin suya erişim kapasitesi, ikinci önceliğin çevredeki yol güvenliğinin sağlanabilirliği olduğunu söyleyen Burckhardt, şehrin istihkam imkanı ve savunulabilirliğini üçüncü öncelik olarak tespit ediyor. Bu önceliklere bağlı olarak kurulan şehirlerin donanımı için sultanların(siyasi-askeri gücün) sorumluluğunu genel bir özellik olarak öne çıkarıyor. Donanımla ilgili süreçte belirtilen Vakıflar ise, şehrin sürekliliğini ve herkese aitliğini sağlayan kurumlaşma eğilimi olarak gösteriliyor. Yine vakıf gibi su kaynaklarına erişim önceliği de sadece ihtiyaçların sonucu değil, bununla beraber manevi sürekliliğin tecessümü olarak Sünnet ile ilişkilendiriliyor.
Burckhardt’ın vurguladığı ve Sünnet’le ilişkilendirdiği diğer özellikler ise şunlar;
-evin bağımsız, kendine yeterli ve göğe açık yapılanışı, evin iç düzeninin mahremiyetin yaşanılırlığına uygunluğu,
-Mekke’ye benzeyen, mabedin etrafında gelişen çarşılar ve ortak alanlar. Buna karşın konutların bu alanların kenarında konumlanışı.
Sonraki kısımda, sanat ve zanaat birlikteliğinin, işlev-estetik bütünlüğü içinde varoluşunun İslam toplumlarının bir karakteristiği olduğunu vurgulayan Burckhardt; loncalar ve ulemanın şehir içinde düzenleyici gruplar olarak, şehir dışında konumlanan askeri gruptan ayrı varlığına dikkat çekiyor.
Okuma grubunda haftaya Turgut Cansever’in Mimar Sinan başlıklı eserinin ilk kısımları tartışılacaktır.