Suriyeli Solcu Bir Türkmen Gözüyle Türkiye
Çevirenin Önsözü: Sekiz yıl içerisinde “Suriyeli” kelimesi Türkiye’de ötelenen bir kimliğin ismi oldu. Suriyeli ismi ile tavsif edilen herkes diğerleri için (çekik gözlü insanlar hakkında söylenenlere benzer şekilde) birbirinden ayırt edilemez hale geldi. Birinin yaptığı hareket hepsine hamledilir oldu. Dil bariyerinden öte bariyerler sayesinde “Suriyeli”lerin konuştukları neredeyse hiç duyulmadı. Onlara mikrofon uzatan çoğu kendi duymak istediklerini onlara söyletti.
Ülkemizdeki Suriyeli sığınmacılar siyasi, etnik, mezhepsel vb. birçok bakımdan yeknesak değiller ve Türkiye’de sığınmacılara dair yapılacak çalışmalar, sığınmacılarla yapılacak müzakereler bu farklı kesimleri dinlemeyi gerektirmekte. Bu bağlamda Emek ve Adalet olarak Suriye toplumunun çeşitli kesimlerinden yazılmış olan yazıları çevirip yayınlamak ve muhataplarımızın iç tartışmalarını ve hissiyatını daha yakından öğrenmek istiyoruz.
Aşağıda tercümesini sunmakta olduğumuz metin aljumhuriya.net internet sitesinde “Cold Turkey” başlığıyla yayınlanmış olup Suriyeli Solcu bir Türkmen’in Türkiye’de yaşadıklarına ve Türkiye siyasetine dair düşüncelerini yansıtmaktadır. Bu metni Suriye toplumunun diğer kesimlerine dair yazılar takip edecektir. Metinler Emek ve Adalet’in düşüncesini yansıtmak zorunluluğunda olmayıp Suriye toplumunun çeşitli kesimlerinin algı ve düşüncelerini anlamaya matuf çabanın bir parçasıdır.
***
AMIN NOOR
23 Haziran 2019 tarihinde muhalefetin İstanbul belediye başkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nun seçimi kazanmasının hemen ardından #SuriyelilerDefoluyor hashtagi twitter’da trend oldu. Bu olay Suriyeli göçmen karşıtı hashtaglerin Türkiye sosyal medya platformlarında trend olduğu dönemin başlamasını ve Suriyelilerin trajedisinde yeni bir aşamayı işaret ediyordu. Türkiye’nin en büyük şehri İstanbul çoğu 2011’den bu yana gelen mültecilerden oluşan 650.000 civarında Suriyeli sığınmacıya ev sahipliği yapmaktaydı ve Türkiye genelinde Suriyelilerin sayısının 3.5 milyon civarında olduğu tahmin edilmekteydi.
Bu satırların yazarı da savaştan kaçıp İstanbul’da tedirgin bir biçimde yaşayan 650.000 kişiden biri. Ne kadar uğraşsam da uykusuzluk, anksiyete ve Suriye travmasının yeniden ortaya çıkması gibi psikolojik sorunları gündelik hayatımın bir parçası haline getiren son zamanlarda Suriyelilere karşı yükselen öfkeyi göz ardı edemedim. Sadece Suriyeli sığınmacı karşıtı tweetlere bakmak bile beni bir hafta elden ayaktan kesmeye yetti.
Peki ya ben kimdim? Kimdik biz? Ekrem İmamoğlu’nun partisi CHP neydi? Ve en önemlisi ne yapmalıydı?
Ben Kimim?
Bazı açılardan bir Suriyeli için olağandışı bir kimseyim. Osmanlı’dan bu yana dünyadaki Türk diyasporasının bir parçası olan Suriye Türkmenlerindenim. Mustafa Kemal Atatürk modern Türkiye Cumhuriyeti’ni oluştururken bizim yaşadığımız alanlara kadar uzanamadı. Suriye Türkmenleri Suriye toplumu içine oldukça entegre olmuş ve karışmış, etnik sorunları olmayan bir grup. Hatta Suriye’nin kimi altın çağ devlet başkanları Türk soyundan gelmedir. Suriye Türkleri (günümüz Türkiye devleti sınırları içinde yaşayan) Anadolu Türklerini doğrudan kuzenleri, ihtiyaç duydukları zaman sığınabilecekleri bir topluluk olarak görürler. Şu güne değin aynı dili, kültürü, nesli ve dini paylaştık. Anneannem mesela sadece Türkçe söyleşir, Arapça bilmezdi. Bununla beraber benden ufaklardan kimileri de (şehre yerleşmişlerin ikinci ya da üçüncü kuşakları) Türkçe konuşamamaya başlamışlardı.
Orta sınıf bir akademisyenler ailesinden geliyorum, lisansüstü eğitimimi yeni tamamladım. Siyasi olarak merkez-soldayım. Sağlam bir seküler, demokrasi taraftarı, teokrasi, diktatörlük, Esed karşıtıyım. Başlangıcından itibaren Suriye devrimi sürecine katıldım. Barışçılım ve İslamcı savaşçılar bir yana dursun devrimcilerin silahlanmasına karşı durdum. Devrimin sivil aktivizm ile yapılması konusunda inatçıydım. Fransız Devriminin yöntemleri değilse bile değerleri benim modelim, ilhamım ve takıntımdı. Suriye’de iştirak ettiğim işlerden bir tanesi demokrasi taraftarı “Hürriyet” isimli bir gazetenin yayınlanmasıydı ve tamamen şans eseri sol eğilimli Türkçe bir gazetenin de aynı ismi taşıdığını öğrendiğimde gözlerime yaşlar dolduğunu hatırlarım.
İlk gençlik yıllarımı benim gibi insanların hem İslamcılar hem de Esed rejimince öldürüldükleri Suriye’de devrimci aktivizm ile geçirdikten sonra sınırın kuzeyindeki “kuzenlerimin” ülkesine kaçtım. Bu geçiciydi, kendime böyle söyledim, Esed devrilir devrilmez güzel Suriye şehrimdeki güzel seküler orta sınıfıma dönecektim.
O zamandan beri dönmeyi beklemekteyim.
Türkiye’deki Suriyeliler Kimler?
Çoğu benim gibi Esed gidene kadar buraya geçici olarak gelmiş insanlar. Diğer ülkelerin aksine Türkiye’yi seçmenin birçok sebebi var. Coğrafi yakınlık bunlardan bir tanesi. Bazı mütedeyyin Suriyeliler Türkiye’nin muhafazakar iktidar partisi AKP’nin ünü sebebiyle geldi. Diğerleri sığınılacak muhtemel ülkeler arasında Türkiye’nin en seküler seçenek olduğunu düşünen sekülerlerdi. Bazıları Türkiye’ye girişimciliği kolaylaştıran serbest bir ekonomisi olduğu için, diğerleri de Arap diktatörlerine karşı aktivizm için bir merkez olduğu için geldiler. Daha muhafazakar eğilimleri olanlar daha muhafazakar Arap devletlerine sığındılar, daha liberal olanlarsa Avrupa’yı tercih etti.
CHP nedir?
Cumhuriyet Halk Partisi Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal tarafından kurulmuştur. Kendini sosyal demokrat, merkez-sol, seküler, Kemalist parti olarak tanımlar. Sosyalist Enternasyonel üyesidir. Sloganı “Önce İnsan, Önce Birlik, Önce Türkiye”dir. Türk partileri arasında batıcılığa en yakın olan olarak görülür. Tabanı temel olarak batılılaşmış, şehirli, beyaz yaka orta sınıftır.
Bununla birlikte, Ortadoğu’da sıkça görüldüğü gibi bu “sloganlar” ve ilişkiler gerçekte boş ve geçersizdir. Ortadoğulular yüzeyin altında ciddi olaylar cereyan ederken batılıları (ve bazen kendilerini) kandırmak için çeşitli görüntüler vermeyi iyi çözmüşlerdir. Bu hakikat kendini en iyi Ortadoğu solunda gösterir. Batılılar da bunu her seferinde yer.
Belki ben de Suriye’deki savaşın sebebinin bir azınlığın zorbaca yönetimi olmasından dolayı mezhepsel azınlık kompleksiyle bakıyorum olaya fakat CHP’yi sünnilik dışı mezheplerle ilintili ve yine mezhepsel sebeplerle Esed rejimini destekliyor (İnşallah hatalı çıkan ben olurum) görmekten kendimi alamıyorum. Nereden bakarsanız bakın CHP’nin hem Türkiye içindeki hem de dışındaki normal sünni vatandaşla kavgalı olduğu aşikar. Meselem mezhepsel bir azınlıktan nefret etmek değil. Sadık bir sekülerim ben. Meselem azınlığın sekülerizmi çoğunluğa (örneğin Sünnilere) saldırmak için kullanması ve bunun sonucunda da çoğunluğu sekülerizmden uzaklara, fanatik ve sert tutumlara doğru itmesi. Bu AKP’nin sağa doğru yaptığı direksiyon kırmayı kısmen açıklayabilir.
Mülteci taraftarı olma ve yabancı düşmanlığına karşı durmanın tarihsel olarak sol tarafından değer verilen eylemler olduğu düşünülürdü. Buna geçmişteki savaşlar sonrasında Suriye’ye sığınan Iraklıları ve Lübnanlıları misafir eden Suriyeli hemşehrilerim de dahil. Diğer taraftan CHP bir gün bile bu değerleri savunuyormuş gibi yapmadı. Suriyelilerin Türkiye’ye ayak bastığı günden itibaren CHP kendini en başından Suriyeli sığınmacı karşıtı duyguların, dedikoduların ve yalan haberlerin sözcüsü kılarak onlara karşı harekete geçti, Sanki CHP Esed rejiminin Türkiye’deki politik ayağıymış gibi. Suriyelileri homojen bir yobaz, dindar, çirkin Arap güruhu olarak gösteren karikatürize imajı teşvik etti. Suriyelilerin (ki hepsi yalan olan) hükümetten mali destek aldıkları; Türk üniversitelerine sınavsız girdikleri; ücretsiz ev ve evlilik desteği aldıkları; suçlu, dilenci ve tecavüzcü oldukları dedikodularının kuvvet kazanmasında etkin oldu. CHP Suriyelileri (Türkler arasında da yaygın olan) nargile içen ya da denizde takılan çirkin insanları gösteren kaynağı belli olmayan photosoplanmış ve altlarında “İşte onların ülkesinde onlar için savaştığımız ülkemizdeki Suriyeliler” yazan resimlerin yayılmasına yardım etti. Bunlar katıksız, yüzsüz yalanlardı.Goebbels’in dahi yaymaktan utanç duyacağı ya da ilham alacağı dedikodulardı.
2019 yılının Ağustos ayı ile birlikte Suriyeli sığınmacı karşıtı histerinin kazandığı ivmeyi gören diğer Suriyeli sığınmacı karşıtı ana parti alana daha sert bir biçimde dahil oldu. CHP’nin müttefiki olan milliyetçi muhafazakar İyi Parti ve parti ile ilintili Sinan Oğan ve Ümit Özdağ gibi figürler Türkiye’deki Suriyeli sığınmacı karşıtı propogandanın bayrağını ellerine aldılar ve son zamanlarda ortaya çıkan hashtaglerin, çatışmaların ve İstanbul sokaklarında Suriyelilere karşı girişilen saldırıların arkasındaki temel güç oldular. Devleti son günlerde 1000’den fazla Suriyeliyi Suriye’ye geri göndermesi için iten İyi Parti’ydi. 1000’den fazla Suriyelinin polis tarafından yakalanmış ve halihazırda dünyanın en tehlikeli yeri olan Kuzey Suriye’deki İdlib’e çoğunun yanına bir bagaj dahil almasına izin verilmeden, çoğunun İdlib’i tanımamasına, daha önce hiç görmemiş ya da ordan kimseyi tanımıyor olmasına rağmen atılmış olmasına çokça sevinmişlerdir mutlaka. Basitçe kaderlerine terk edildiler, sonuç olarak birçok aile ve çocuğun geleceği yok edildi. İnanılmaz bir biçimde “solcu” CHP sağcı müttefiki “İyi Parti”nin eylemleri karşısında ya sessiz kaldı ya da bunları alkışladı. Hatta CHP’nin içinden önemli bir bölüm bu Suriyeli karşıtı kampanyaya aktif bir biçimde destek verdi.
Bu insanlar insafsızca, ayrım gözetmeden onların yaşadıkları trajedi ile en aşağılık biçimlerde dalga geçerek bu oldukça hassas grubun adını kötüledi. Sözümona Suriyeliler konusunda ılımlı olan AKP bile son zamanlarda aynı, Suriyeli karşıtı söylemi bir popülist oy toplama makinası; Suriyelileri de hatalarının günah keçisi olarak kullanma ameliyesine düştü. AKP hükümeti asli olarak İYİ Parti-CHP ittifakından gelen popülist baskıya cevaben son zamanlarda Suriyelilere karşı oluşturduğu yeni kısıtlamalar ve geri gönderme politikasını yürürlüğe koydu. Şimdi Türkiye’de bir Suriyelinin hayatını tanımlayan şey yüksek psikolojik stres. Benim gibi insanlar tehdit edilmiş hissediyor ve katliam senaryolarından korkuyor.
Bugün CHP’nin elindeki küçük ve içlerinde göz ardı edilebilir oranda Suriyeli yaşayan şehirlerin belediye başkanları Suriyelilere yapılan yardımları kesecekleri, Suriyelilerin dükkanlarının tabelalarında Arapça ifadeleri değiştirecekleri, Suriyelilerin sahillere ve diğer kamusal alanlara girişlerini yasaklayacakları ve onları şimdi “güvenli” olduklarını düşündükleri ülkelerine geri göndereceklerini gösterme konusunda yarış içindeler.
Yalanların Yapısökümü
İstanbul Belediyesi Başkanı İmamoğlu’nun son kampanya sloganı #HerSeyCokGuzelOlacak şeklindeydi. Fransız Devriminin Ça ira (“Güzel olacak”) sloganını hatırlamaktan kendimi alamıyorum. Tabi Fransız versiyonun yaptığı gibi iyimserlik çağrısında bulunması kaydıyla. Doğrusu İmamoğlu şimdiye kadar görece ılımlıydı. Sadece bazı hafif Suriyeli karşıtı beyanlarda bulundu. Duyduğumuz korku direk ondan değil, güç ve ivme kazanan tabanından geliyor.
Suriye muhalefeti bünyesindeki ideolojik çatışma Suriyeliler tarafından Türkiye’ye taşındı. Bu ideolojik çatışma kabaca İslamcılar vs. sekülerler olarak görülebilir. Türkiye’ye ilk gelenler olmaları hasebiyle muhafazakarlar Türk muhafazakarları ile ittifak kurarken benzeri bir ittifak Suriyeli ve Türk sekülerleri arasında görülmedi. Böylece Türkiye’deki Suriye toplumu liberaller ve sekülerler ellerinde ufak bir güçle kalırken muhafazakarlar tarafından domine edildi. Daha sonradan Türkiye’nin Suriyeli karşıtı güçlerini oluşturan sekülerleri ile iletişim kurmak önemliydi fakat Suriyeli İslamcılar organize, doğrudan bir iletişimi engellediler. Gerçekleşmiş olan ufak bağlantılar da özellikle gençliğin üniversite gibi yerlerde gerçekleştirdikleri şekilde bireysel düzeyde kaldı. Üniversiteden bütün Türk arkadaşlarım CHP’ye oy verdiler. Suriyeli olduğumu öğrendikleri zaman yaşadıkları şaşkınlığı unutamıyorum. Sanki ilk defa Suriyelilerin de iyi giysiler giyip karmaşık seküler konularda konuşmalara dahil olabileceğini anlamışlardı. Bir Suriyelinin nasıl görüneceğine dair belirli mitik, kalıpyargısal imajları vardı. Onları gerçekten de onların dostu olduğuma, dedikoduların yanlışlığına, üniversitelerdeki az sayıdaki Suriyelinin sadece zeki olduğuna, beni kimi zaman iktisadi krizin içine sokan öğrenim ücretlerini tamamen şahsen ödediğime, Esed’in gerçekten de kötü biri olabileceğine ve onlara tecavüz etmeyeceğime ikna etmem iki aylık iletişim kurma süresi gerektirdi.
Çok sayıda Suriyeli Türk toplumuna entegre oldu. Gerçekten de büyük bir kesim Suriyeli olduğu fark edilmeden yaşıyor, Türk gibi görünüyorlar. Hiç kimsenin entegre olmuş Suriyelilerden bahsetmemesinin sebebi bu. Tabi bazı Suriyeliler arasında entegrasyon sorunları var. Bu İstanbul’un Fatih ilçesi gibi dükkan tabelalarının büyük çoğunluğunun Arapça olduğu, bir paralel toplum-culuk ve başarısız bir entegrasyon imgesi oluşturan yerlerde gözlemlenebilir. Bununla birlikte Suriyelilerin ben dahil büyük bölümü buna karşı ve aslında daha iyi bir entegrasyon için aktif bir kampanya yürütüyor. Fakat yine de benim gibi insanlar fark edilmiyor. Ayrıca Suriyeliler Türklerle iletişim kurmalarına ve dedikoduların etkilerini gidermelerine engel olan dil bariyeri ile karşı karşıyalar. Sonuç olarak Suriyeli karşıtı propoganda rakipsiz biçimde yükselişte.
Bu beni ne yapıyor? Ben teknik olarak “solcu” seküler Türk partisinden korkan solcu seküler bir Türküm. Lafa gel! Ne günlere kaldık!
Sosyal psikoloji bize iki ana çatışma teorisi verir. İlki gerçekçi grup çatışması teorisidir ve iki grubun belirli bir maddi (mesela para) ya da maddi olmayan (mesela güç) kaynağı ele geçirmek için mücadele ettiğini öne sürer. Gerçekte tartıştığımız bağlamda bu genel anlamda mevcut değil, çünkü Suriyelilerin Türkiye’de ne parası pulu ne de gücü var, ne bunu istiyorlar. Türkiye’deki varlıklarının geçici olduğunu biliyorlar. Küçük işler kurdular ki savaş bitene kadar kendilerini idare edebilsinler, mesele bu. Bazıları küçük işletme düzeyinde bazı Türklerle rekabet edip onları kızdırabiliyor. Bu bir sorun olabilir ama asli sorun, yani tüm Türklerin Suriyelilerin karşısına geçmesine neden olan oldukça kızgın haldeki sorun bu değil. Suriyeli karşıtı Türklerin yaptıkları ise böyle bir rekabete dayalı karşıtlaşmanın ortaya çıkabilmesi için yalan propogandalar yapmak. Suriyelilerin Türklerden çok kazandığı, Türklerin cebinden onlara yardım edildiği gibi. Sosyal medya bunun yaygınlaştırılmasında birincil kanal. Troller, bot hesaplar, gönüllüler, bu işle görevli çalışanlar ve teşkilatlı linççi güruh Suriyelilerle Türkler arasında gerçekte olmayan bir çatışmayı yaymak görevini sırtlandı. Bu propogandayı yayanların aklına, ahlakına, insanlığına, utanç duygularına, namuslarına seslenmek artık iş görmüyor ve tamamen saflık. Sekiz yıllık savaştan sonra bu ideallerin öldüğünü fark ettim. Artık daha teknik uygulamaları ve ateşe ateşle karşılık vermeyi tercih ediyorum. Organize gruplar internette aktif olmalı, gerçek bilgileri yayarak yanlış iddialara karşı gelmeli. Ne yazık ki tek başına Suriyeliler bunu yapacak ne paraya ne de kurumlara sahipler.
İkinci teori görece yoksunluk teorisi olarak bilinir. Bir grubun belli bir sebeple hüsran yaşayıp kendini başka gruplarla karşılaştırdığını söyler. Ortaya çıkan çatışma dört faktör tarafından beslenir: Kurumlar (mesela partiler), zorlayıcı potansiyel (mesela icra kuvveti, ordular, polis), toplumsal kolaylaştırma (örneğin diğer gruptan nefret etmeyi “ahlaken” meşrulaştırma) ve algılanan meşruiyet (örneğin diğer gruptan nefreti meşrulaştırıp diğerin varlığını gayrımeşru olarak algılama).
Türklerin ve Suriyelilerin gerçekten üzerine çalışmaları gereken konu bu. Sağıyla soluyla Suriyelilerin ve Türklerin birbirlerini daha çok tanımaya, iletişim kurmaya ihtiyacı var. Kurumlaşmış bir çerçevede ne kadar çok iletişim kurarlarsa o kadar iyi. Mesela neden merkez-soldan bir Suriyeli Türkmen CHP oturumlarına dinleyici olarak katılmasın. Türklerin de kendi topraklarında Suriye ordusu, polisi ya da herhangi bir Suriye kuvveti olmadığını fark etmesi gerekiyor. Gerçek tam tersi, Türkler Suriyelileri herhangi bir yerel tepki olmaksızın dışarı atabiliyor.
Suriyeli karşıtı argümanların ve dedikoduların ne kadar boş olduğunu göstererek Suriyelilere saldırmayı “ahlaken” meşrulaştıran argümanları yapısökümüne uğratmak oldukça önemli. Türk soluna mültecileri kabul etmenin ve yabancı düşmanı olmamanın solun tanımlayıcı değeri olduğu hatırlatılmalı.
Son olarak, Türklerin Türkiye’deki Suriyelilerin kuvvetli bir biçimde Türk hukukuna bağlı olduklarına ve bunlara uyumlu olarak burada bulunduklarını bilmeleri gerekiyor. Belgeleri var, kanunlara uyuyorlar, suçlu değiller. Suriyelilere uygulanan kanun Türklere uygulanandan eksik değil ve Suriyelilerin de buna bir itirazı yok.
Türkiye’ye ilk geldiğimde kuzenlerimin korumasına sığınmış gururlu bir Türktüm (aynı zamanda gururlu bi Suriyeliydim). İlk defa bir demokraside, açık bir toplumda yaşamanın heyecanını duymuştum. Sünni dünyasındaki tek başarılı seküler kültürün üyesi olmaktan gurur duyuyordum ve Suriye’ye Atatürk’ün köprüsü olabileceğimi düşünmüştüm. Şimdi hayal kırıklığına uğramış hissediyorum. Alanı domine eden popülizm, kimlik politikası ve prenasyonal ilişkilenmeler buldum burada. Kendimi bu insanlıkdışı oyunda bir piyon gibi görüyorum, daha fazlası değil. Aslında kendimi başka bir savaşta buldum. Bugün dünyada umut olmadığını, solun da modern insanlığa bir utanç vesilesi olduğunu düşünen kırılmış bir insanım.
Öne çıkan görsel: https://www.asiatimes.com/2019/05/article/arb-turkey-syrians-psychiatric-scams/ adresinden alınmıştır.
Yazıyı okurken ilk refleksim CHP eleştirisini gereksiz bulmak oldu. Fakat gerekli, oldukça gerekli. Türkiyeli ana akım seküler-sol ‘un bu konuda reelpolitik endişelerden azade sert bir şekilde eleştirilmesi lazım. Öte yandan, AKP’nin ya da muhafazakarların performansı da ortada tabi. Üstelik savaşın da büyük oranda sorumlusu olan bir hükümet…
Herneyse, çeviri çok başarılı (“lafa gel!” :)) Bu gibi yazıların kesinlikle devamının gelmesi lazım. Bilhassa AKPnin nasıl algılandığı, ve göçmenlerce nasıl tarif edildiği büyük merak konusu.
Şunu da belirteyim. Yazının sonundaki umutsuz final yazarın pozisyonundan elbette anlaşılabilir, ancak bizim bu derece umutsuzluğa hakkımız yok diye düşünüyorum.