Oscar Guardiola-Rivera – Hugo Chavez Venezuella Halkına Verdiği Sözü Tuttu
Hugo Chavez hayata gözlerine yumdu. Bir yazıyla olsun bu nevi şahsına münhasır güzel insana selam verelim istedik. Belki yanlışları da yok değildi, ama doğruları ve adalet mücadelesine katkıları muhakkak ki çok oldu. Bu kederli devirde ademoğulları ve havvakızlarının, kapitalizmin ötesinde bir yaşam biçimi kurabilmelerine dönük kıymetli bir ihtimali temsil etti. Güney Amerika’nın güzel insanlarının, binlercesi ve milyonlarcasının mücadelesi ile iktidara geldi, orada bu kadar uzun süre kalabildi ve öyle ya da böyle onların adalet ve haysiyet mücadelesinin simgesi oldu. İktidarla imtihan, imtihanların en zoru. Örneğin Birikim dergisinin 285. sayısında Marc Saint-Upery’nin söyleşisi, Chavez’in yapamadıklarının ve hatalarının derli toplu bir dökümünü sunuyor. Ortaya koyduğu deneyim, yapabildikleri ve yapamadıkları, kapitalizmi aşan adaletli bir toplumun inşasının ne kadar zorlu bir süreç olduğunu bizlere gösteriyor.
Onu iyi yanlarıyla yad eden bir yazıyla uğurlayalım istedik ve İngiltere’nin The Guardian gazetesinde yayımlanan aşağıdaki yazıyı tercüme ettik.
Çeviren: EAP Çeviri Kolektifi
OSCAR GUARDIOLA-RIVERA
Yazdı, okudu ve en çok da konuştu. Hayata gözlerini yumduğu duyurulan Hugo Chavez kendisini söze adamıştı. Haftada ortalama 40 saat kamuya açık konuşmalar yapardı. Başkan olarak düzenli kabine toplantıları yapmazdı; çoğunlukla haftalık toplantılar yapar ve bunları radyo ve televizyonda yayımlardı. Politikalarını anlattığı ve tartıştığı Alo Başkan programının zaman sınırı, yazılı metni ya da promteri yoktu. Örneğin bir programda şunların hepsini birden yaptı: Karakas’ın bir gecekondu mahallesinde sağlık politikaları üzerine herkese açık bir toplantı, rap müziği, Venezüellalıların petrol parası siyasetine alıştıkları ve başkandan büyücülük yapmasını beklediklerine dair öz eleştirel bir değerlendirme, Nikaragua’dan gelen bir heyetle dostane bir sohbet ve yabancı bir gazeteciyle pek de dostane olmayan bir diğer sohbet.
Nikaragua, Chavez’in inisiyatifiyle bölgedeki neoliberalizme karşı kurulan Alba örgütünün bir üyesi. Küba, Ekvador ve Bolivya’nın ardından Venezüella’nın en yakın müttefiklerinden birisi. Bazı Karayip ülkelerini ve Meksika’yı üyeliğe davet eden, Vietnam’ın da gözlemci olduğu örgüt emin adımlarla yoluna devam ediyor. Alba, Chavez’in sözlerinin ve tarihsel vizyonunun en somut ve kalıcı mirası olacak. Bolivarcı devrim bir çok Latin Amerika ülkesi tarafından benimsenen ve hayata geçirilen felsefe için hayati önemde oldu. Bu felsefe devletten uzaklaşmak veya onu yıkmaya çalışmak yerine demokrasiyi ve devleti kullanmayı, bunu yaparken de bunlarla halk arasındaki ilişkinin niteliğini dönüştürmeyi savundu. Bu yöntemle gerçekleştirilen yerel ve bölgesel eylemler ve müdahalelerle küresel problemlerin üstesinden gelmeyi amaçladı.
Bu ortak felsefe sayesinde, Brezilyalılar, Uruguaylılar ve Arjantinliler Chavez’i bir anomali değil, bir müttefik olarak gördüler ve Venezuela’nın Mercosur birliğine kabul edilmesini desteklediler. Chavez’in toplumsal misyonları[1] daha önceleri devlet tarafından yok sayılan insanlara sağlık hizmeti ve okur yazarlık öğrenme imkanı verdi. Onların hayatlarını ve siyasete bakışlarını değiştirirken dünyayı dönüştürmeyi hedefleyen bu felsefenin gücünü de kanıtlamış oldu. Bu yapılanlar, halka dayalı ve komünal örgütlenmeler üzerine temellenen bir sosyal değişim modeli ile birleştirilmiş yeni bir tür Yeni Düzen’nin[2] eşitlenmeci ruhuna benzetilebilir.
Sayılar durumu ortaya koymakta: Yoksulluk çeken haneler 1995’teki %55 oranından 2009’da %26.4’ya indi. Chavez göreve geldiğinde %15 olan işsizlik yüzdesi Haziran 2009’da %7.8’e indi. Bu oranı bir de bugün Avrupa’daki işsizlik oranları ile karşılaştırın. Chavez tüm bu dönemde 1998’de %56, 2000’de %60 oy aldı, 2002’de bir darbe atlattı, 2006’da 7 milyonun üzerinde oy aldı ve geçen Ekim’de oyların %54.4’sını topladı. Kesinlikle az bulunan bir “tür”dü Chavez. ABD ve Avrupa’dan dünyaya hala soğuk savaşın iki kutuplu prizmasından bakanlara anlaşılamaz geliyordu: aynı zamanda koyu bir Marksist olan, koyu bir demokrat. Kitlelerin, halkın ifade ve jestlerinin ciddi bir iş olan siyaset sektörüne bulaştırılmaması gerektiğini düşünenler için, Chavez’in toplantılarındaki bütün konuşmalar ve yaşananlar tam bir rezaletti, Chavez’in hem yapmacık hem de popülist olduğunu ortaya koyan açık kanıtlardı. Oysa ki kitlesel şekilde katılım gösteren insanlar için bu toplantılar, siyasetin ve gerçek demokrasinin, sadece kültürlü, mülk sahibi veya okumuşlara değil herkese hitap eden bir demokrasinin ta kendisiydi.
Tüm bu konuşmalar ve doğrudan temas Chavez ve Venezüella halkı arasındaki karşılıklı olarak verilmiş bir sözün sürekli olarak doğrulanması anlamına geliyordu. Chavez Latin Amerikalıların içinde bulunduğu utanılası koşullara ve geçmişlerine dışarıdan bir gözle baktı ve durumun vahametiyle yüzleşti, kendisine bir söz verdi. O kendisini Bolivar’ın vermiş olduğu kurtuluş sözünde keşfetti. Chavez şöyle yazmıştı “Ağustos 1805’te Bolivar Roma yakınlarındaki Monte Sacro dağına tırmandı ve kendi kendine yemin etti.” Bolivar gibi Chavez de Latin Amerikalıları dünyanın egemenlerine bağımlı kılan zincirleri kırmaya yemin etti. Ömrü, bağımlılık ve örtük imparatorluk ilişkilerinin gevşediğine şahitlik etmeye yetti. Plate halicinden[3] Orinoco[4] nehrinin ağızlarına dek Güney Amerika artık kimsenin arka bahçesi değil. Bu kurtuluş projesi, 2002’deki darbe girişimi ya da ABD tarafından kurulan Amerikaların Serbest Ticaret Bölgesi’ne karşı verilen mücadele gibi dramatik bir çarpışmadan bir diğerine koşan binlerce erkek ve kadını mobilize etti. Bu çarpışmalar kazanıldı, bazıları ise kaybedildi.
Proje yarım kaldı. Sonsuza dek sürebilecek bu mücadele Chavez’den sonra da devam edecek. Gelecekte neler olacağı bir yana, şurası kesin ki Amerika halkları yeniden bir söz sahibi oldukları, tarih sahnesine çıktıkları bugünkü durumları için savaşacaklar. Venezuela’da darbeden sonra Chavez’i yeniden başkanlığa getirmişlerdi. Ne askeri ayaklanma, ne de ilk seçim zaferi; Chavez’in siyasi hayatındaki kilit olay budur. Tam da bu olaydan sonra onda bir takım değişiklikler oldu: disiplini kuvvetlendi ve dayanaklılığı arttı ve politikası netleşti. Chavez ve Castro arasındaki ilişki çok vurgulanır. Fakat daha az bilinen bir gerçeklik şu ki, Chavez’in siyasi kariyerini Castro’dan daha fazla borçlu olduğu başka bir Marksist, aynı zamanda koyu demokrat bir devlet başkanı var; Şili’li Salvador Allende. Bir seferinde “Allende gibi pasifist ve demokratız,” demişti Chavez, “ama onun tersine, biz silahlıyız.”
Chavez’in Allende’nin 1973 yenilgisinden çıkardığı ders çok önemli. Aşırı sağ ve Kolombiya’nın devlet bağlantılı paramiliter güçleri gibi çevreler Chavizm’in çöküşünü görmeyi çok isterler ve sınır ötesine karmaşa tohumları ekmekten çekinmezler. Venezuela ordusunun ve kitlelerin desteği ve Brezilya gibi güçlü ve sempatizan komşuların göstereceği dayanışma Bolivarcı devrimin kaderinde belirleyici olacaklar. Latin Amerika en sonunda kendi başına ayakta ve bölge ülkelerinin hiç biri istikrarsızlık istemiyor. Son günlerinde Chavez komünal iktidarın inşa edilmesi ihtiyacını vurguladı ve kendisini eleştiren Comuna dergisiyle bağlantılı bazı kişileri övdü. Devrim zayıflatılamayacak. Hayranı olduğu Bolivar’ın aksine, Chavez “denizleri tırpanlamadı”.[5]
[Oscar Guardiola-Rivera, Londro Üniversitesi’nde Birkbeck’te hukuk hocası ve Dünyayı Latin Amerika Yönetse Ne Olur? kitabının yazarı]
Mart 5, 2013
[1] Chavez’in yoksulların yaşam koşullarını iyileştirmek için kurduğu program ve birimlere verdiği isim.
[2] Büyük Buhran’a karşı ABD’de 1933-1936 arası uygulanan, kapsamlı ve radikal denebilecek sosyal devlet uygulamaları içeren program.
[3] Uruguay’la Arjantin sınırında iki nehrin birleşmesiyle oluşmuş bir haliç.
[4] Kolombiya ve Venezüella’dan geçen çok uzun ve pek çok koldan denizle buluşan bir nehir.
[5] “to plough the sea”. Birebir Türkçesi “denizi biçmek” veya “denizi tırpanlamak”. Anlam olarak karşılığı “havanda su dövmek” veya “akıntıya karşı kürek çekmek” olabilir. Yazar, Simon Bolivar’ın ölmeden önce söylediği iddia edilen bir ifadesine gönderme yapıyor. Simon Bolivar’ın devrimin çok da parlak gitmediğini düşündüğü son günlerinde mealen “Amerika devrimi için uğraşmak, denizi biçmektir (havanda su dövmektir)” dediği rivayet edilir. (ç.n.)