Vivek Chibber – Erik Olin Wright (1947–2019)
Dün Erik Olin Wright’ı kaybettik. Çokça faydalandığımız bir sosyal bilimciydi. Chibber’in Jacobin.mag için yazdığı güzel veda yazısının tercümesini ilginize sunuyoruz.
Çeviren: Alpkan Birelma
VIVEK CHIBBER
Erik Olin Wright 1960’larda radikalleşti ve ömrünün kalanında Marksist kaldı, çünkü ahlaki pusulası Marksizm’den uzaklaşmasına müsaade etmedi. Wright’ın ölümüyle Sol, en parlak entelektüellerinden birini kaybetti.
Lösemi teşhisi konmasından aylar sonra Erik Olin Wright dün aramızdan ayrıldı. Teşhisinin ilk günlerinde, bu yıl içinde yayınlanacak olan yeni kitabı Yirmi Birinci Yüzyılda Nasıl Bir Anti-Kapitalizm?’e son dokunuşlarını yapmaktaydı.
Eğer yaşasaydı bu son kitabı olmayacaktı. Erik yetmiş bir yaşındaydı. Çoğu akademisyen bu yaşlarda emekliliğe geçiş yapar, ancak onun böyle bir niyeti yoktu. “Sonuna kadar profesörlük etmeye devam” diye şaka yapardı. Hala inanılmaz ölçüde aktifti, yeni çalışmalar geliştiriyor, doktora tezleri idare ediyor, dünyayı geziyor ve konuşmalar yapıyordu.
Bizlere, kırk yılı aşkın bir süreye yayılmış muazzam bir külliyat bıraksa da çalışmaları erkenden kesilmiş oldu. Onu tanıyan ve seven bizler güzel bir dostunu kaybetmiş oldu. Ve yıllar süren bir geri çekilmenin ardından yeniden yükseliş emareleri gösteren Sol, en parlak entelektüellerinden birini kaybetti.
Sınıfın Merkeziliği
Erik yirminci yüzyılın ikinci yarısındaki en önemli sınıf teorisyeni ve kendi zamanının en büyük Marksist sosyoloğu olarak hatırlanacak.
Berkeley Kaliforniya Üniversitesi’nde doktorasına başladığında Erik’in niyeti Marksist teoride sınıfın yerini kısaca netleştirmek ve daha sonra ilgisini asıl çeken konu olan devlet teorisine geri dönmekti. Ancak kısa sürede fark etti ki mesele üstünkörü bir şekilde halledilebilecek gibi değildi. Sınıf meselesinin kavramsal statüsünü, teorik iddialarını ve amprik öngörülerini netleştirmek biraz daha fazla zamanını alacaktı – o zamanlarda “birkaç yıl daha” diye düşünmüştü.
Oysa ki bu proje, çeyrek asra yayılan dört kitap, çok sayıda makale ve uluslararası bir araştırma ekibine evrilmiş oldu. Bu gayretin sonunda Erik, sınıf kavramını kendisinden önce hiçbir Marksist’in başaramadığı ölçüde rafine etmekle kalmadı, ana akım sosyal bilimlere kavramın geçerliliğini kabul ettirmiş oldu.
Her ne kadar çoğunlukla bir “neo-Marksist” – klasik gelenekten kopuşu ifade eden bir isimlendirme – olarak tanımlansa da Erik’in sınıf kavramsallaştırması layıkıyla ortodokstu. Bu kavramsallaştırma üç merkezi önermeye dayanıyordu.
Birinci olarak, ana akım teoriler sınıfı gelir ile ilişkilendirirken, Erik Marks’ın sınıfın sömürüye dayalı bir toplumsal ilişki olduğu görüşünü hayata döndürdü. Eğer bir grup geçimini bir başka grubun emeği üzerindeki kontrolden sağlarsa orada sömürü vardır. Bu sebeple, kişinin sınıfını belirleyen şey geliri değil – gelirini nasıl kazandığıdır. İkincisi olarak, sınıf, emeğin emekçiden zorla sökülüp alınmasına dayalı olduğu için zorunlu olarak çatışmacı bir doğaya sahiptir. Egemen sınıf, emekçi sınıfların durumunun ve refahının sürekli olarak altını oyar, bu da emekçi sınıfların direnişe geçmesine sebep olur. Üçüncü olarak, belli koşullar altında bu çatışma, sınıflar arasındaki örgütlü mücadele, yani sınıf mücadelesi, biçimini alır.
Ancak, bu formülasyon tüm Marksist sınıf teorilerindeki temel bir soruna işaret ediyor: Orta sınıfı nasıl açıklamalı? Eğer kapitalizm sömürenler ve sömürülenler yaratan bir ekonomik sistem ise, bu iki grubun ortasında duran, bu iki gruba da ait değilmiş gibi görünen kişilere ne demeli? Esnaflar ya da ücretli çalışan profesyoneller[1] mesela? Bunlar sömürücü müdür, yoksa sömürülen mi?
Pek çok Marksist bu soruya şu iki cevaptan birini verir. Birinci cevap şudur: Kapitalizm orta sınıf sorununu kendisi çözecektir, çünkü orta sınıf zamanla kapitalizm tarafından eritilecektir. Marks bazı metinlerinde bunu gerçekten de ima etmiştir: Zaman içinde orta sınıf bireyler ya işçi sınıfı haline gelecek ya da kapitalistlerin safına yükselecektir. Yani bu teorik sorun zamanla kendiliğinden ortadan kalkacaktır.
İkinci cevap ise şudur: Pek çok insan “ortada” gibi görünse de bu aslında daha derinlikli bir incelemede ortadan kalkacak olan bir illüzyondur. Bu cevaba göre, daha dikkatli incelendiği takdirde “orta sınıf”ta gibi görünen çoğu kişinin aslında işçi olduğu, pek azının ise kapitalist olduğu ortaya çıkacaktır.
Yani ilk pozisyona göre gelecek bir zaman diliminde sadece iki sınıflı bir durum nihayet ortaya çıkacaktır. İkinci pozisyona göre ise şu anda zaten sadece iki sınıflı bir durum söz konusudur.
Erik bu iki pozisyonu da reddetti. Evvela, orta sınıfın zamanla yok olmaya mahkum bir grup olmadığı gösterdi. Kapitalizm, bu konumla özdeşleşen pek çok mesleği aktif bir şekilde üretmeye devam etmektedir. Esnaflar, orta düzey müdürler, ücretli profesyoneller her zaman olacaklar. İkinci olarak, pek çok profesyonel gerçekten de sadece yüksek nitelikli işçi olsa da “orta sınıf”ın pek çok üyesi bundan daha fazlası. Diğer işçiler üzerinde otoriteye sahip olanlar, gelirlerinin sadece bir bölümü ücretten gelenler, ve kendi emekleri üzerinde gerçek bir kontrole sahip olanlar… Bunların yetkileri ve tercihleri ücretli emekçilerden niteliksel olarak farklı görünmektedir. Bu sebepten orta sınıf bir gerçekliktir. Mesele onun Marksist çerçeve içine nasıl oturtulacağıdır.
Erik’in bu soruna getirdiği çözüm basit görünse de derinliklidir. Erik orta sınıfı, kapitalist ve işçi sınıfının kimi özelliklerini birlikte ve aynı anda taşıyan gruplar olarak tanımladı. Esnaflar kapitalistlerin kimi özelliklerini taşırlar, örneğin üretim araçlarına sahiptirler. Ancak işçilerle de kimi ortak özelliklere sahiptirler, örneğin üretim sürecinin aktif birer katılımcısıdırlar. Orta düzey idareciler kapitalistlerin kimi güçlerine sahiptir, örneğin işçiler üzerinde kontrol yetkileri vardır, ancak tıpkı işçiler gibi yatırım kararları üzerinde gerçek bir söz hakkından mahrumlardır.
Erik, orta sınıfın üyelerinin, sınıf yapısında çelişkili sınıf konumlarına sahip oldukları sonucuna vardı. Politik olarak bunun anlamı şuydu: bu sınıf objektif olarak iki tarafın çekim gücüne birden maruz kalır, emeğin ve sermayenin çekim güçlerine. Üyelerinin hangi tarafa yöneleceği öngörülemez. Yönelimler, verili bir zamandaki siyasetin ve maddi koşulların durumuna dayalı olarak değişecektir.
Gerçekçi Hayaller Kurmak
Marksistler sınıfı bilimsel bir kavram olarak görseler de Erik kavramın normatif bir temeli olduğunu gördü. Kapitalizmin sömürüye dayalı olduğu söylemek, sisteme yönelik ahlaki bir suçlamada bulunmaktır. Bizi, bir grubun öbürü tarafından sistematik bir sömürü ve tahakküme maruz kalmadığı bir toplum kurmaya çağırır. Bireysel gelişimin yokluk ve güvencesizlik tarafından engellenmediği bir toplum.
Ancak yirminci yüzyılın sonuna doğru pek çok kişi böyle bir alternatifin mümkün olduğuna yönelik inancını yitirdi. Sol’un durgun yıllarında umudun iki kaynağı vardı. Pek çok kişi için Sovyetler Birliği’nin varlığı kapitalizmin aşılabileceğini somut olarak kanıtlıyordu. İyimserliğin ikinci kaynağı ise Marksizmin içinden geldi, onun tarih teorisinden. Bu teori kapitalizmin er ya da geç yeni bir ekonomik sisteme evrileceğini öngörüyordu. Tıpkı ondan önceki sistemlerin yerlerini daha gelişmiş toplumsal organizasyon biçimlerine bıraktıkları gibi.
Bu iki inanç da yüzyılın sonunda lime lime edilmişti. Sovyet modeli sadece çökmekle kalmadı, bu çöküş kapitalizm-sonrası bir toplumun mümkün olduğu düşüncesini itibarsızlaştırdı. Ve pek çok Marksist, ortodoks Tarihsel Materyalizm’in sorunlu bir teori olduğunu kabul eder oldu.
Erik de uzun teorik uğraşlarının sonunda – yakın arkadaşı Gerald Cohen’in da katkılarıyla – bu sonuca vardı. Sosyalist bir geleceğe varacak olan tarihsel bir telos[2] yoktu. Sol’un geniş kesimleri sosyalizmin mümkün olduğundan emin değildi artık. Dahası bu mümkünlüğü savunanlar, sosyalizmin nasıl bir kurumsal tasarıma sahip olacağı konusunda son derece kararsızdı.
Bu durumun siyasal pratiği güçsüzleştirici etkisini gören Erik, kariyerinin ikinci büyük projesine girişti, Gerçek Ütopyalar serisine. Bu projenin temel düşüncesi basitti. Marks geleceğin sosyalist toplumunun ayrıntılı tasarımına yönelik girişimleri şiddetle eleştirmişti, çünkü bu tasarımlar çoğunlukla ütopyacı fantezilere evriliyordu. Marksistler de bu olumsuz tutumu sürdürmüşlerdi. Ancak Erik’in işaret ettiği üzere, toplumsal model ve tasarımların bu otomatik reddi artık bir sorun haline gelmişti. İnsanlara daha iyi bir gelecek için fedakârlıkta bulunmaları ve risk almalarını istiyorsak, insanların ne için mücadele ettiklerine dair, bir dizi ilkenin ötesinde, bir fikri olmalıydı. Bu alternatifin nasıl bir şey olabileceği bilmelilerdi.
Gerçek Ütopyalar projesi, sosyalist ilkeleri somutlaştıran kurumlar için somut öneriler geliştirmek için başlatıldı. Bu proje ütopyacıydı, çünkü kapitalizmden esaslı bir şekilde farklı sosyal düzenlemeler düşünmeye cüret ediyordu. Üretilen düşünceler bu anlamda iddialıydı. Ancak bu düşünceler gerçekliğe sıkı bir şekilde bağlıydı çünkü kapitalizm içindeki gerçek tecrübelere dayanıyordu.
Projenin ardındaki temel argümanı Gerçek Ütopyalar Tasavvur Etmek isimli kitabında ortaya koymuştu. Bu proje de aynı sınıf yapısı projesinde olduğu gibi ortak çalışmaya dayalı ve uluslararasıydı. On beş yılı aşkın bir süre boyunca yarım düzine derleme kitap üretildi. Her biri, yasama reformu, cinsiyet eşitliği, işyeri demokrasisi gibi somut önerilere odaklanıyordu.
Ahlaki Güç ve Dayanıklılık
Erik’in Marksist teori ile uğraşısı yarım yüzyıl boyunca sürdü. Bu teori ile 1960’ların sonunda tanıştı, üniversitedeki pek çok yaşıtının radikalleştiği yıllarda. Kendi kuşağı sosyalist siyasetten ve Marksist teoriden uzaklaşırken, o kaldı.
Bu gayretini hayret verici kılan şey, Erik’in bunu ciddi bir sosyal destek almadan sürdürmesiydi. Erik siyasal bir örgüte hiç girmedi. Socialist Register ya da New Left Review gibi bir entelektüel çevre tarafından desteklenmedi. Yerel siyasette aktif olarak yer almadı. Sosyal çevresi, elit bir Amerikalı akademisyenin tipik sosyal çevresiydi. Sosyal ve entelektüel çevresinde onu bu on yıllar süren uğraşa teşvik eden hiçbir şey yoktu.
Erik’in gücü ve dayanıklılığı içinden geliyordu – ahlaki ve entelektüel sağlamlık. Bir önermenin doğru olduğu gördüğünde, onu terk edemeyen az sayıdaki insandan biriydi. Bir Marksist olarak kaldı çünkü ahlaki pusulası onu bu davayı bırakmaktan alıkoydu. Onun motivasyon kaynağı bu kadar basitti. Bu basitlik aynı zamanda hayret vericiydi. Erik’in dayanıklılığı kişiliğinin katışıksız gücüne dayanıyordu. Envai çeşit sosyal ve politik destek, kendi kuşağından pek çok kişi için bu bağlılığı sürdürmeye yetmemişti oysa ki.
Aynı sağlamlık öğrencileriyle kurduğu ilişkilerde de kendini göstermiştir. Hayatını kaybeden akademisyenlerin öğretmeye duydukları adanmışlığı övmek bir klişe olsa da Erik’in durumu tam da böyleydi. Kariyeri boyunca, hayret verici farklı konularda, her kıtadan öğrenciye, düzinelerce doktora tezi danışmanlığı yaptı.
Kendisine verilen her metne çok hızlı dönüş yapar ve yazdığı notlar çoğu zaman metnin kendisinden daha uzun olurdu. Bir argümanın çekirdeğini bulup çıkarma yeteneği hayret vericiydi. Genellikle argümanı orijinal halinden daha iyi bir şekilde yeniden formüle ederdi. Muhataplarına yaptığı en büyük iyilik, onların argümanlarını daha yüksek ve soylu bir seviyeye çıkarmak, bu şekilde onları eleştiri almaya layık bir hale getirmek olurdu.
Erik inanılmaz ölçüde zengin bir hayat yaşadı ve arkasında müthiş bir miras bıraktı. Gitmesi için daha çok erkendi. Daha yavaşlamaya bile başlamamıştı. Tanıştığım en mutlu insanlardan biriydi. Biri ona nasıl olduğunu sorduğunda, sıkça şunu söylediğini duyardım: “Eminim hayat daha güzel olabilirdi, ama nasıl olabilirdi hayal edemiyorum.” Kanser onu ele geçirdiğinde, gerçekçi bir bakış ile iyimserliği dengelemeye uğraştı – tıpkı ahlaki yükümlülüklerinde yaptığı gibi. Hayatını kaybedeceği için son derece üzgündü, ancak ailesini ve sevenlerini yaklaşmakta olandan korkmadığına inandırmıştı.
Son blog yazılarından birinde, ölümden sonraya dair romantik düşüncelere pek yüz vermemişti. “Ben” diye yazmıştı “kendini Samanyolu’nun bu müthiş köşesinde bulmuş bir yıldız tozuyum.” Ancak bu tam olarak doğru değil. Gerçekten de çoğumuz öyleyiz. Ancak pek azımız bundan biraz daha fazlası. Huzur içinde yat Erik.
[1] (ç.n.) Avukat, doktor, mühendis gibi üniversite mezuniyeti gerektiren ve yüksek bir toplumsal prestije sahip mesleklere sahip kişilere sosyolojide profesyoneller denmektedir.
[2] (ç.n.) İlkçağ Yunan felsefesinde varılacak son nokta, ulaşılacak hedef, nihai amaç anlamında kullanılan terim.