Meagen Day – Bernie Sanders’in Yeni Enternasyonalist Vizyonu
Jacobinmag’da yayınlanan yazıdan kısaltarak çevrilmiştir.
Çeviren: Alp Çıracı
MEAGEN DAY
Sağ popülizm dünyanın pek çok yerinde yükselişte. Bernie Sanders buna karşı harekete geçmeye çağırıyor.
Sanders genç bir adamken Vietnam Savaşı’na karşı vicdani retçi oldu, devrim sonrası Küba’yı ziyaret etti ve Sandinistlerle[1] diplomatik toplantılar düzenledi. Ancak senatörlüğü döneminde ABD’de artık güçlü bir savaş karşıtı hareket yoktu. O da dış ilişkiler konusunda kendisini çoğunlukla liberal çizgiye yakın konumlandırdı. İtirazını ve mücadelesini ülke içi politikalara ve Irak Savaşı gibi büyük meselelere sakladı.
Ancak Sanders’in hayatı ve mücadelesi, başkanlık kampanyasından sonra ciddi şekilde değişti. Üç yıl önceki bu kampanya ona ulusal ölçekte bir görünürlük kazandırdı. Sanders bugünlerde solu temsil etme sorumluluğunu Amerikan dış politikası alanına da taşımaya karar verdi. Tıpkı iç politika meselelerinde yaptığı gibi, kendi platformunu dış politika konularında da liberallerden ayrıştırmaya başladı.
Bu elbette ki kolay bir şey değil. Bugün ABD’de toplumun ciddi bir bölümünü ikna etme şansına sahip sol enternasyonalist güçlü bir akım yok. Kitlesel bir uluslararası dayanışma örgütleyebilecek, savaşa karşı kitleleri hareketi geçirebilecek bir akım söz konusu değil. Solun yeniden canlanma yaşadığı bu yeni dönemde, yeni bir sol enternasyonalizmi sıfırdan inşa etmemiz gerekiyor.
Sanders’in 9 Ekim’deki konuşmasının başlığı “Otoriteryanizmi Kırmak için Küresel Demokratik bir Hareketin İnşası” idi. Bu konuşma Guardian’a geçen ay yazmış olduğu bir yazıdan hareketle kaleme alınmıştı ve Sanders’in bu konudaki ilerlemesini ortaya koymuş oldu. Konuşmada Sanders otoriterliğe ve oligarşiye karşı ikili bir itiraz ortaya koydu. Konuşma boyunca ekonomik eşitsizlik ve servet yoğunlaşmasının demokrasiyi ve insan haklarını kemirdiğini vurguladı. “Devletlerin ve şirketlerin kadir-i mutlak ve sürekli birbirlerini besleyen iktidarlarına karşı küresel bir hareket geliştirmeliyiz” dedi.
Sanders tüm dünyada sağcı liderlerin yükselişinin temel bir tehdit olduğuna işaret etti. Bu liderlerin pek çok konuda farklılaştıklarını, ancak “etnik ve dini azınlıklara yönelik tahammülsüzlük, demokratik reformlara ve özgür basına yönelik düşmanlık, dış güçlerin komplolarına yönelik sonu gelmez bir paranoya ve devlet liderlerinin güçlerini kendi finansal çıkarları için kullanmaları” gibi hususlarda ortaklaştıklarını belirtti.
Sanders bu sağcı liderlerin kendiliğinden ortaya çıkmadıklarını, yeni otoriter sağın kapitalizmin yanlışlarından doğduğunu ifade etti.
Bugün muazzam ve sürekli büyüyen bir servet ve gelir eşitsizliği ile karşı karşıyayız. Bugün dünyanın en zengin yüzde birlik bölümü kalan yüzde 99’dan daha fazla servete sahip. Dev finans şirketleri milyarlarca insanın hayatı üzerinde dehşet verici bir belirleyici güce sahip… Günümüzün sağcı politik liderleri sıradan insanların bu korkularını sömürerek kızgınlıkları köpürtüyor, tahammülsüzlüğü yaygınlaştırıyor, geçim sıkıntısıyla boğuşan milyonlarca emekçi arasındaki etnik ve ırksal düşmanlıkları körüklüyor.
Sanders Trump’ın seçilmesinin otoriter ve oligarşik sağın dünya çapındaki yükselişini hızlandırdığına işaret etti. İsrail’de Netanyahu’nun ve Suudi Arabistan’da monarşinin Trump’ın kendilerine yönelik artan desteği ile daha da cesaretlendiğini ve pervasızlaştığını belirtti. Sanders Trump idaresinin Almanya’daki büyükelçisi aracılığıyla Avrupa’daki aşırı sağcı partileri desteklemesini eleştirdi. Bu partilerin liderleri ile savundukları sağcı ekonomik politikalardan çıkar sağlayan zenginlerin örtük bir işbirliği içerisinde olduklarını belirtti.
“Bu sağcı liderlerin çoğu multi-milyarder oligarkların ilişki ağlarının bir parçası ve bu oligarklar dünyayı kendi ekonomik av sahaları olarak görüyor” diyen Sanders, Koch biraderlerin ve Suudi kraliyet ailesinin Washington’da lobiciliğe ciddi paralar harcadığına, Mercer ailesinin ABD ve Avrupa’da seçimleri etkilemek için para saçtığına işaret etti.
Fakat Sanders şunu bir kez daha vurguladı: Trump sistemdeki bu çürümüşlüğün sebebi değil, bir sonucu.
Otoriter sağın diğer liderleri gibi o da günümüzün süper-rekabetçi ve sınıflara ayrışmış toplumunda zaten var olan düşmanlıkları ve bölünmeleri körükleyerek iktidara yükseldi. Siyasete girmeden önce zenginler ve şirketler arasında sahip olduğu ilişkilerini kullanarak bu noktaya geldi.
Bu sebeple, diye devam etti Sanders,
sağcı otoriterliğe karşı etkin bir şekilde mücadele edebilmek için sadece savunma pozisyonunda kalamayız. Pro-aktif olmalıyız ve geride bıraktığımız 20-30 yılın arızalı statükosunu savunmanın yeterli olmadığını anlamalıyız. Bugün yaşadığımız sorunların, tam da o statükonun bir ürünü olduğunu görmemiz gerekiyor.
Amerikan solunun görevi dünyanın dört bir yanındaki spesifik sağcı liderlere ve hareketlere karşı koymaktan ibaret olamaz. Bu liderleri müdahaleci bir dış politika ile alaşağı etmeye çalışmak da doğru bir yol olamaz. Nitekim böyle bir politika ancak Amerikan hegemonyasının güçlenmesi sonucunu doğuracaktır. Görevimiz, kapitalist elitlere, otoriter liderlere karşı, siyasi haklar ve özgürlükler için uluslararası bir hareket inşa etmektir. “Kamu düzeninin, teknolojinin ve inovasyonların sadece bir azınlığın değil tüm insanların çıkarına hizmet edeceği bir geleceği,” yani kısaca demokrasi ve sosyalizmi inşa edecek bir uluslararası hareket.
Görevimiz şirketlerin kadiri mutlak gücüne karşı diğer ülkelerdeki işçilerle birlikte mücadele etmektir. Bunun anlamı şu: Gezegeni tahrip eden şirketlere, seçimlerin satın alınması ve seçmenlerin baskılanması türünden siyasal yolsuzluklara, servetin yüzde birin elinde aşırı şekilde yoğunlaşmasına, geri kalanların yoksullaşması veya yaşam standartlarının kötüleşmesine, şirketlerin kârlarını yükseltirken milyonlarca emekçinin hayatını altüst eden ticaret politikalarına ve barışçıl hedeflere yönlendirilmesi gereken dünyanın 1.7 trilyonluk yıllık askeri bütçesine karşı ortak mücadele içinde dünyanın dört bir yanındaki emekçilerle ilişkilerimizi geliştirmemiz gerekiyor.
Sanders sözlerini şöyle bağladı:
Otoriter kamp, iktidarını ve servetini daha da arttırma amacına engel olarak gördüğü İkinci Dünya Savaşı sonrası küresel düzeni alaşağı etme yolunda kararlı bir şekilde ilerlerken, bizim basitçe bu düzeni savunmamız ne mümkün ne de yeterli.
Bu düzenin, pek çok vaadini yerini getirmekte nasıl başarısız olduğunu ve otoriterlerin bu başarısızlıkları kendi planlarına destek devşirmek için nasıl ustaca kullandığını görmemiz gerekiyor. Dayanışma temelli bir küresel düzeni tasavvur etmek ve savunmak için bu durumu bir fırsat olarak görmeliyiz. Bu gezegen üzerindeki herkesin ortak bir insanlığın parçası olduğunu kabul eden bir düzenden bahsediyorum. Hepimiz, tüm insanlar, çocuklarının sağlıklı bir şekilde büyümesini, iyi bir eğitim almasını, iyi işler bulmasını, temiz su içmesini, temiz hava solumasını ve barış içinde yaşamasını istiyor. Hepsi bu. İşte buna imkan verecek bir küresel düzen istiyoruz. Görevimiz, dünyanın her köşesinde bu değerleri paylaşan ve daha iyi bir dünya için mücadele eden insanlara ulaşmak.
Sol enternasyonalizmi popülerleştirmek kolay değil ama imkansız da değil. Küresel kapitalist sınıfın dar çıkarlarına hizmet eden değil, tüm insanlara barış ve refah getirecek bir düzen istiyorsak, böyle bir hareketi inşa etmemiz şart. Ülkeler arasındaki sınırlar, şirketleri durdurmuyor. Dünyanın şirketlerce yönetilip harap edilmesine bir son vereceksek demokratik sosyalist hareketin de ulusal sınırları aşması gerekiyor.
[1] Orta Amerika ülkesi Nikaragua’da 1979’da Somoza ailesinin 46 yıllık saltanatını yıkıp iktidara gelen demokratik sosyalist ulusal kurtuluş hareketi. (ç.n.)