İnsan Haklarını ve Dayanışmayı Merkeze Alan Göç Çalışması Yürütmenin Önemi
FATMANUR DELİOĞLU
2011 yılında Suriyelilerin iç savaştan kaçıp Türkiye’ye gelmesi ile birlikte Türkiye’de göç konusunu çalışanların sayısı da hızla artmaya başlamıştır. Göç konusu birçok farklı alandan çalışılmaya devam etmektedir. Ancak göç konusunun oldukça “popüler” bir konu olması nedeniyle bu konuyu çalışanların sayısının da oldukça fazla olması birtakım riskleri de beraberinde getirmektedir. Bu risklerin en çok gözlendiği alanlardan biri de saha çalışması yapılan araştırmalar olabilmektedir. Araştırmayı yapan kişilerin sahada göç eden kişiler ile nasıl bir iletişim kurdukları, görüşme esnasında sorulan sorular, çalışma bittikten sonra iletişimin nasıl devam ettiği ya da edip etmediği gibi birçok önemli faktör hem çalışmanın etiğini hem de göçmenleri ve mültecileri etkilemektedir. Araştırmacılar ile göç eden kişiler arasında var olan hiyerarşi bu tür çalışmalarla pekiştirilebilmekte ve bu eşitsiz ilişkilerin yeniden ve yeniden üretilmesine sebebiyet verebilmektedir. Bu nedenle göç çalışmalarında insan hakları perspektifini ön planda tutarak ve var olan hiyerarşilere eleştirel bir göz ile bakarak çalışma yürütmek oldukça önemlidir. Sadece önemli olmakla kalmayıp göç çalışan kişilerin bir sorumluluğu olarak da düşünülebilir. Medya ve siyasetçiler tarafından üretilen nefret söylemi maalesef ki sokakta karşılığını bulmakta ve bu söylemler Suriyelilere ve diğer zorunlu veya gönüllü olarak göç eden gruplara şiddet olarak geri dönmektedir. Bu nedenle göç konusunu çalışan kişilerin dayanışmanın yollarını araması ve dayanışma pratikleri üretmesi de toplumsal barışın inşasında katkı sunma kapasitesine sahiptir. Dayanışma, göçmen ve mülteci hakları kapsamında birçok farklı kurum ve dernek tarafından önemli çalışmalar yürütülmektedir.
Emek ve Adalet Platformu, Müştereklerimiz Atölyeleri kapsamında göç konusuna ilgi duyan kişilerle hep birlikte düşünmek, konuşmak ve öğrenmek için sekiz haftalık bir göç atölyesi düzenledi. Bu atölye kapsamında her hafta farklı konulara odaklanıldı. Her hafta farklı konulara odaklanılıyor olması katılımcıların haftadan haftaya farklılık göstermesine neden oldu. Atölyede ilk bir saatte hocaların anlatılarına ve sunumlarına yer verilirken diğer bir saatte ise katılımcıların sorular sorması ve düşüncelerini ifade etmesi sağlandı. Katılımcıların da aktif olarak bu atölyenin bir parçası olması birlikte öğrenme ve düşünmeyi daha da kolaylaştırdı. İlk haftalarda daha çok temel konulara ve bazı temel kavramlara odaklanılırken ilerleyen haftalarda gelen kişilerin (hocaların) saha çalışmaları, göçmen ve mültecilerle dayanışmanın yolları ve dayanışma pratikleri konuşuldu.
Ferhat Kentel ve Ayhan Kaya azınlık ve çoğunluk meselelerine değinirken modern çağda sürekli olarak kötülüğün icat edildiğini ifade ettiler. Göçü karşılayanların kendi içinde kurduğu anlamlılığın, kültürel duyarlılığın başka biriyle (göç eden kişiler ya da gruplar ile) karşılaşınca pek de çalışmamaya başladığı ve tereddüt duygusunun baskınlaştığı belirtildi. Göç edenlerin öteki olarak kabul edildiği vurgulandı ve öteki kavramı üzerine konuşuldu. Ancak birçok konuda toplumun siyasetçilerin çok daha ilerisinde olduğu, bu nedenle gelecek adına ümidin var olduğu vurgulandı. Jannes Tessmann ve Didem Danış ise göçmen emeğini ve emek sömürüsü ile nasıl mücadele edilebileceğini anlattılar. Türkiye’de Suriyelilerin emeğinin sömürüsünün hangi koşullarda gerçekleştiği ve göç eden kişilerin yaşının, cinsiyetinin, Türkçe’yi konuşuyor olup olmamalarının vs. gibi birçok etkenin çalışma koşullarını ve alınan ücreti etkilediği ifade edildi. Tüketicilerin emek sömürüsü konusunda bilinçli olmasının ve hak mücadelelerinin önemi vurgulandı.
Şenay Özden ise konuşmasında Suriyeli kadınların anlatılarına yer verdi. Suriyelilere sadece mülteci kimlikleri üzerinden bakmadan bu insanların bir hayatları olduğunu görmenin önemi vurgulandı. Suriyeli kadınlar gibi homojen bir gruptan bahsetmenin mümkün olmadığı ve kadınların anlatılarını birbirlerinden farklı kılan birçok değişkenin olduğu ifade edildi. Özden yaptığı saha çalışmasının kadınların sadece Türkiye’deki yaşamlarını kapsamadığını, kadınların Suriye’deki yaşamlarını ve ayaklanmanın sıradan insanların nasıl siyasallaşmasını sağladığını anlamaya yönelik geniş bir çerçevesi olduğunu belirtti. Kadınların toplumsal cinsiyet rollerinin Türkiye’ye göç ettikten sonra değişime uğradığı ifade edildi. Kadınlarla dayanışmanın önemli olduğu ifade edildi, ancak bunun sivil toplum kuruluşlarının binalarının dışında da gerçekleşmesinin sürdürülebilir bir iletişimin sağlanması açısından oldukça gerekli olduğu vurgulandı. Faize Deniz Mardin ve Zeki Kılıçaslan ise atölyenin son oturumunda göçmenlerin dünyada ve Türkiye’de sahip oldukları sağlık haklarından ve bu hakları kullanmanın önündeki bariyerlerden bahsettiler. Faize Deniz Mardin sadece bir grupla değil hem göçmenler hem de sağlık çalışanları ile geniş bir çalışma yürüttüğü için iki tarafın da endişelerini ve sıkıntılarını anlattı. Zeki Kılıçaslan ise göçmenlerin tüberküloz hastalığı ile mücadelesini anlattı. Birçok hastalığın göç öncesinde ve sonrasında yaşanan stres, yetersiz beslenme ve travma gibi etkenlerden dolayı başladığı ifade edildi. Göç eden grup ve kişilerde geleceğe dair belirsizliğin psikolojik ve fiziksel rahatsızlıklara neden olduğu ve bu durumdan en çok etkilenenlerin de kadınlar ve çocuklar olduğu ifade edildi. Sağlık sisteminin ne derecede topluma yönelik olarak şekillendirildiği konuşuldu. Göçmenlerin ve mültecilerin haklarından haberdar olmalarını sağlama pratikleri ve hak ihlalleri ile mücadele yöntemleri katılımcılarla birlikte tartışıldı.
Atölyede her hafta başka anlatıcının-anlatıcıların geliyor olması göç meselesinin daha geniş bir açıdan incelenmesini sağlarken işlenen konuların bir hafta ile sınırlı olması ve diğer hafta başka bir konuya geçiliyor olması sebebiyle konular üzerinde derinleşmek mümkün olamadı. Örneğin 8 hafta sadece göç ve kadın ya da Türkiye’deki Afrikalılar konusu gibi daha spesifik konulara odaklanan bir atölye olsaydı bu atölyeye katılanların o konuda daha derinlemesine bilgi sahibi olmasını sağlardı. Kadın ve göç konusundan bahsederken eklemek gerekiyor ki erkek katılımcıların sayıca en az bulunduğu hafta göç ve kadın atölyesiydi. Bu da aslında herhangi bir konunun yanına kadın ya da toplumsal cinsiyet ifadesini eklediğimizde erkek katılımcılara ulaşmanın oldukça zor olduğunu göstermektedir. Hem katılımcılar hem de dersin sunumunu yapan kişilerin sık sık başka kaynaklar, belgeseller, filmler önermiş olması göç konusunu birçok farklı alandan öğrenmenin yolunu açmış ve bu konuya var olan ilgisini sürdürmek isteyen kişiler için verimli bir kaynak paylaşımı alanı sağlamıştır.
Emek ve Adalet Platformu 2019 güz döneminde gerçekleştirdiği göç atölyesi ve daha önce gerçekleştirdiği göç alanındaki etkinliklerle bu konuda insan haklarına ve dayanışmaya dayanarak yapılan çalışmaların önemini vurgulamakta ve göç alanında çalışan kişilere yaptıkları etkinliklerle eleştirel bir bakış açısı sunmaktadır.
Göç konusunu devletten ziyade insanı odağa alarak ve insan onurunu her daim ön planda tutarak yapılan çalışmalar göç çalışanlar için oldukça büyük bir önem sahip. 2015 yılından beri saha çalışmaları yürütüyorum ve Suriyelilerin göç deneyimlerini anlamaya çalışıyorum. Yukarıda belirttiğim eleştirilerin birçoğunu kendi çalışmalarımdan çıkardım. İçinden geçtiğimiz eğitim sistemi, medya, her daim üretilen nefret ve maalesef ki Türkiye’nin oldukça kutuplu bir yapıya sahip olması bizi ne kadar istemesek de etkiliyor. Ancak ben kendi deneyimlerimden yola çıkarak ifade edebilirim ki bu süreçte hak merkezli çalışan hocalarımdan, hak mücadelesi yürüten kurumlardan ve kişilerden, yaptığım çalışmalara eleştirel bir gözle bakmamı sağlayanlardan ve yürütülen dayanışma ağlarından çok şey öğrendim ve öğrenmeye devam ediyorum. Elbette henüz tüm yanlışlarımdan arınmış ve istediğim gibi bir çalışma yürütmüş değilim. Bugün elinden kurtulduğum bir önyargım için sevinirken ertesi gün başka bir önyargımı fark edebiliyorum. Bu çoğu zaman oldukça mutsuz ederken aslında başka başka öğrenmelerin ve kendinle mücadele etmenin kapılarını açıyor. Bu kapıları açmaya vesile olan kurumlar, kişiler ve ağlar ise önemini sürdürmeye devam ediyor ve edecek.