“Zonguldak Madencisi Allahu Ekber Diyor” – Yeryüzü Dergisi, 1990
24 yıl önce madenciler Türkiye’nin gündemine bir katliamla değil, ülke tarihinin en büyük grevi ve işçi yürüyüşü ile oturmuşlardı. O zamanlarda işçiler bugünkünden biraz da olsa daha güçlüydüler ve o biraz bile pek çok şeyi değiştirmeye yetiyordu. İşçilerin birlikte hareket edip hakkını arayabilme imkanları daha gelişkindi ve bu imkanı sıkça kullanmaktan geri durmuyorlardı. Para babaları ve firavunlar, tam da bu imkanın altını oymak ve işçi kesimini daha çok sömürebilmek için küreselleşme, özelleştirme, taşeronlaştırma ve finansallaşma gibi hamlelerini henüz yapmamışlardı.
Bugün ne kadar perişan, ne kadar umutsuz, ne kadar param parçaysak, 24 yıl önceki madenciler de bir o kadar güçlü, bir o kadar umutlu ve bir o kadar da birlikteler… Yeryüzünü parselleyenlere ve ilahlık taslayanlara yönelik öfke ise ortak noktamız. Ezilenlerin tarihi, zulümlerin, acıların ve korkuların tarihi olduğu kadar, direnişin, haysiyetin ve cesaretin tarihidir de aynı zamanda. O günleri, o anı, o hali bir hatırlayalım. Devam edebilmek için buna ihtiyacımız var.
Bir eski güzel derginin sayfalarına gidelim. Genel yayın yönetmenliğini Burhan Kavuncu’nun yaptığı Yeryüzü dergisinin birinci sayısına, 15 Aralık 1990 tarihine. Büyük madenci yürüyüşünün başlamasının 20 gün öncesine. Bu vesileyle bu dergiye de gecikmiş bir saygı duruşunda bulunalım. Aşağıda bulunan, Çetin Demirhan imzalı iki yazı, romantik bir İslamcının gözünden Zonguldaklı madencilerin o günkü halini aktarıyor.
Derginin madencilerin fotoğrafı üzerinde kapaktan verdiği bir diğer haber ise iç sayfalarda Mehmet Pamak’ın “Bütün zalimlere karşı, bütün mazlumlarla” diyerek tarif ettiği Mazlum-Der’in kuruluşu. Mazlum-Der’in 24 sene sonra bugün “hala” iktidar yerine mazlumların yanında yer almaya gayret ettiği için Soma’ya alınmaması ne kadar anlamlı. Ve ne mutlu Mazlum-Der için…
KARA KIŞTA KARA ELMAS DİYARINDA İŞÇİ BAYRAMI
ZONGULDAK ALLAHU EKBER DİYOR
“Biz istiyoruz ki, yeryüzünde mustaz’aflara lütfedelim, onları önderler kılalım, onları varisler kılalım. Ve onları yeryüzünde iktidar sahipleri olarak yerleşik kılalım, Firavun’a, Haman’a ve askerlerine onlardan sakınmakta oldukları şeyi gösterelim.” (Kasas, 5-6)
Günlerdir Zonguldak alışılmışın dışında bir greve şahit oluyor: Türkiye Taşkömürü işletmelerinin Zonguldak birimlerinde çalışan yaklaşık 48.000 işçi grevde. Ama bu grevin alışılagelmiş grevlerden bir farkı var. Zonguldak bütünüyle grevde, madencinin yanında hanımı çocuğu grevde, alışveriş ettiği bakkalı grevde, belediye çalışanı grevde esnafı grevde, hamalı grevde… Hep birlikte unutulmuş, unutturulmuş yalnızlaştırılmaya çalışılmış, Karadenizin kucağında yüksek dağlar arasındaki Zonguldak 55 milyona direnmeyi, hak aramayı öğretmek için 300 – 400 bin nüfusuyla ayakta.
Siz madencinin, madenin ne olduğunu bilir misiniz? Ben Zonguldağı görene kadar bilmezdim. Siz hergün yerin yüzlerce metre altında bir dağı dilim dilim kesen, çıkardığı kömürü her damla teriyle yıkayan insanı tanır mısınız? Ben tanımazdım. Siz yerin yüzlerce metre altında ve her an ölüm tehlikesiyle burun burunayken o karanlık dünyada seccadesini kıbleye koyup Rabbine kul olduğunu haykıran insanı tanır mısınız? Ben tanımazdım. Siz ucuz politikalar, sloganlara aldırmadan, ama kitleden de kalabalıklardan da kopmadan İslamın izzetini, şerefini haykıran bugün belki yalnız olduğu için, ekmek parası için, alınterini çaldırmamak için nasırlı yumruğunu kaldıran ve her kaldırışta Allahu Ekber diyenleri tanır mısınız? Ben tanımazdım. Zonguldak’ta Asma’da, Üzülmez’de Dilaver’de
Kozlu’da, Kandilli de kocasının yanında yürüyen başörtüsünü bayraklaştırıp yürüyen bacılarımızı, analarımızı tanır mısınız? Ben tanımazdım?
BİR ŞAFAKTA ZONGULDAK
Otobüsümüz sabahın ilk ışıklarıyla girdi Zonguldağa. Yağmur ve karanlığın içinden keskin kömür kokusu ilk algıladığımız. Otobüs gazetecilerle dolu. Hep birlikte otogardan şehre doğru yavaş yavaş yürüyoruz. Sokaklar boş, tek tük insanlar var. Bir açık kahveye girdik kahvaltı için, selam veriyoruz içeride oturanlara. Hepsinin de avurtları çökmüş zayıf, sarıbenizli insanlar, bitkin, yıllann ağırlığı üstlerine çökmüş sanki. Kendi kendimize “Bunlar mı” diyoruz, “bunlar mı günlerdir Türkiye’yi ayağa kaldıran maden işçileri?”
İki saate kalmadan yanıldığımızı, o bitkinliğin altında haksızlığa, alınterini çalanlara, hakkını, Hakk’ını gaspedenlere karşı nasıl bir öfke geliştirdiklerini göreceğiz. Şimdilik sabah çayını içiyoruz.
ZONGULDAK SABAH 08.30
Yolda rastladığımız bir belediye işçisi gazeteci olduğumuzu öğrenince bizi Sendika genel merkezinin olduğu yere kadar götürüyor. Sendika merkezi, 6 katlı, Zonguldağın en modern binalarından biri, madencinin alınteriyle yapılmış belli. Kapıdaki bekçiye selam verip sendika başkanını soruyoruz henüz gelmedi diyor. Adreslerini aldığımız Müslüman kardeşlerimizi aramaya çıkıyoruz. Henüz hiçbiri işyerine gelmemiş sokak arasında bir kahveye giriyoruz. Bir kaç kişi var. İkisi sakallı, hepsi temiz yüzlü insanlar selamın en güzelini veriyoruz, aynı şekilde alıyorlar. Gazeteci olduğumuzu söylüyoruz. Gülümseyerek “Grev için mi geldiniz?” diyorlar, ve yukarıda benim size sorduğum soruları soruyorlar öfkelenmeden, anlatmayı isteyerek. “… Maden işçisini herkes bilir de kimse bilmez aslında. Bakın Zonguldak’taki tüm TTK ocaklarının durumunu anlatalım, belki o zaman bizi tanıyabilirsiniz …”
“ … Ocaklar genelde deniz seviyesinden 320 m., yerdüzeyinden 1200 – 1300 m. aşağıdadır. Yer altında gruplu olarak çalışılır. Açılan galerileri kalaslarla tahkim eden domuzdamcılar, galerileri temizleyen ayakçılar, barutçular, lağımcılar, ve kömür damarıyla karşı karşıya olan kazmacılar. Hergün ocağı yürüyerek, genellikle bir saatlik mesafelerden geliriz …”
“ … Mesainin başlamasıyla, asansörler bizi ocağa indirir. Artık mesai saatinin bitimine kadar, yerin yüzlerce metre altında kömür tozu, nem, su (çünkü ocakların bir bölümünde yer altı suları var), grizu gazı ve kömürle yüz yüzeyiz …”
“ … Öğleyin yemek molasında her arkadaş evinden getirdiğini bu ortamda yer. Sakın dörtbaşı mamur yemek beklemeyin ekmek, peynir, zeytin … Yaz ise domates biber …”
“ … Ocakta en zor iş domuzdamcı dediğimiz arkadaşlardır. Aslında hepimizin işi ağır, ama en ağır iş onlarınkidir …”
“ … Yemekten sonra mesainin bitimine kadar gene aynı tempoda çalışırız …”
“ … Mesainin bitimiyle asansörle yerüstüne çıkarız. İki yüz metre ötedeki baraka banyolarda sıkış tepiş yıkanmaya çalışırız. Ve ıslak ıslak, işçi yurtlarına ya da evimize döneriz …”
(Bu banyo dedikleri barakaları gördük. Buna banyo demek için bin şahit lazım, her tarafı dökülüyor. Dışarının tüm soğuğu içerde ve daracık. Bir de burada 8 saat kömür kazan yüzlerce insanın bir anda yıkanmaya, temizlenmeye çalıştığını düşünün.)
“ … Eve döndüğümüzde, ya da işçi yurdunda yorgunluktan kıpırdayacak halimiz kalmaz. Hemen bir şeyler yiyip televizyon bile seyretmeden yatarız.”
“ … Ocakları mı sordun?” Karşımdaki sakallı kardeş gülüyor, diğerleri de başlıyor gülmeye.
“Biliyor musun kullandığımız kazmalar bile 1946 tarihli, Fransızların ocağı ilk açtıkları zamandan kalma. Güvenlik tedbiri namına hiçbir şey yok. Zaten herkes ocağa girerken tevekkeltü al’allah deyip girer.”
“ … Japonlardan bir alet getirmişlerdi. Ocakta gaz biriktiği zaman ses çıkarıp uyarıyormuş. Koyduk ocağa alet başladı ötmeye, tamam dedik gaz var, yukarı çıktık alet gene ötüyor. Yerüstünde de grizu olmaz ya, depoya getirdik alet hala ötüyor. Ördek gibi. Sonra baktılar olacak gibi değil kullanmadılar o aleti.” (Zonguldak kömür havzasında 40 yılın bilançosu 4120 ölü, 368 bin sakat)
“ … Ocakta hiçbir güvenlik tedbiri yok. İşletme halen dünya da en geri teknolojiyle çalışan kurumların başında geliyor. Yıllar itibariyle işletme teknoloji için hiçbir yatırım yapmamış durumda …”
Peki diyoruz Başbakan, Cumhurbaşkanı tüm ilgili zevat işletmenin 1 trilyon zarar ettiğini söylüyor. Üretim devam ettiğine göre işçiye ve teknolojiye de para harcanmadığına göre nasıl oluyor bu zarar?
“ … İşletmede yönetici kademesinin maaşı kaç lira biliyor musun? En düşük yöneticinin maaşı 6 milyon lira, 8 milyon, 10 milyon böyle gidiyor. Bizim hakkımızdan çaldıklarıyla, alınterimizden çaldıklarıyla yaşıyorlar. Yanlış işletme nedeniyle dünyanın en kaliteli 6 çeşit taşkömüründen biri olan Zonguldak kömüründen zarar etmeyi nasılsa becerebiliyorlar…”
Peki maden işçisi?
“ … Madene adam alırken özellikle ilkokul mezunu olmasına dikkat ederler. Hatta hiç okuyup yazmayı olmayanlar tercih sebebidir. Madene girdikten kısa bir müddet sonra ciğerler kömür tozuyla dolar. Ortalama 5-6 yılda bedeni arazlar hastalıklar görülmeye başlar. Eğer bir iş kazasına kurban gitmeden emekli olmayı becerebilirse, (50 yaş) emeklilikten sonra uzun yaşayanımız pek değil hiç yoktur. 51-52 en fazla 58 de ölür madenci…”
“ … Ortalama elimize ayda 520-600 bin lira arasında geçer. Gruplu çalışınca (yani bir ay çalışıp bir ay çalışmayınca) bu para otomatikman yarıya düşer. Zaten yılda 12 ay ocağı inmek çok zordur …”
“Ev kiraları Zonguldak merkezinde 150-300 bin, kömür ocaklarının bulunduğu yerlerde 50-100 bin arası. Madencinin gıdası önemlidir, et süt yumurta yoğurt bal yemesi gerek. Bu yiyecekleri biz yılda üç bilemedin dört kere bile yiyemeyiz…”
“Şimdi anladın mı madenci kimdir?”
Evet anlamıştık.
ZONGULDAK SAAT 09.30
Bütün dükkanlar açık, sendika genel sekreteri ve başkanıyla bir bakan odası kadar görkemli döşenmiş odasında görüşüp, sokaklardayız gene. Herkes acele acele alışverişini yapıyor. İstisnasız tüm dükkan vitrinlerinde şu yazı var “Maden işçisinin haklı grevini destekliyoruz. Yanınızdayız.”
Sokaklardan insanlar aşağı yukarı geziniyor. Kömür ocaklarının ağzında toplanan işçiler 1- 2 saatlik yürüyüşle bu saatlerde Zonguldağa giriyorlarmış, bekliyoruz.
İstasyon yönünden bir gürültü duyuluyor. Panzer ve polislerle jandarma orada.
Grubun ucu göründü. Bu gelenler Kozlu madencileri. Avurdu avurduna geçmiş, zayıf yaşlı genç sakallı sakalsız. Bağırarak Zonguldağa giriyorlar. Arkadan daha büyük gürültüler var, Üzülmez işçileri geliyor.
Önde 45 yaşında başında kaskıyla yanında, evet inanamazsınız aynı yaşlarda başında başörtüsü, mantosu olan karısı…
Arkasında 50-60 kadar çocuk. Bir eliyle babasına bir eliyle de anasına yapışmış pür tesettur, 7 yaşında Elifi kim unutabilir. Bacılarımız geliyor. Başları açık olanların yanında, çoğunun başları ya başörtüsü ya da tesettür ölçüsünde kapalı bacılarımız bunlar.
Arkada erkekleri babaları, kocaları, kardeşleri …
Dilaver grubu geliyor.
Kandilli var geride.
Asma şehre yeni giriyor.
Evet.
Şimdi.
ZONGULDAK SAAT 10.00
İstisnasız tüm dükkanlar kepenklerini indirmiş, sadece eczaneler açık.
Tüm Zonguldak burada.
Herkes yürüyor
Yollardan karşıdan karşıya geçmenin imkanı yok. Dört bir yandan işçiler hala şehre girmeye devam ediyor.
Yürürken madenci yeri titretiyor.
Haykırırken madenci göğü titretiyor.
Korksun Müstekbirler.
İşçinin alın terini çalanlar.
Hakkını istiyor işçi.
Hakkı arıyor.
Adaleti arıyor.
Adil olanı arıyor.
Yalınayaklar geliyor.
Müstaz’aflar geliyor.
Şu anda Zonguldağın daracık sokaklarında 100.000 kişiyiz. (sayı daha da fazla belki)
Herkes bağırıyor.
“Gemileri yaktık dönüş yok!”
ZONGULDAK ÖĞLE VAKTİ
Zonguldak Ulu camiinden ezan başlıyor
“Allahu Ekber”
O yüz bin kişi bir anda sustu.
Sinek uçsa kanat sesi duyulur
Ezanın bitmesini bekliyoruz.
O anın tarifi mümkün değil, yetersiz kalıyor kalem ve dil.
Grupların arasından sessizce ayrılan kalabalıklar var.
Genç erkekler, yaşlılar, sakallılar, başörtülü bacılar.
Ulucamiye yöneliyorlar.
Öğle namazı.
Hakkı haykıran ellerin çoğu Allaha duaya açılmış.
Kömür karasının çizdiği alınlar secdede.
Namazdayız.
Hakkın huzurunda.
Adil olanın.
Daha ne yazılabilir ki?
Zonguldaklı kardeşlerimizden getirdiğimiz selamlar, Ey Hak için G. Antep, Diyarbakır ve Türkiye’nin 72 ilindeki zindandaki kardeşlerim, Zonguldaklı madencilerin selamı var size, selamların en güzelini yolluyorlar.
Mazlumlar mazlumlara, mahrumlara… Yalın ayaklılar, zulüm görenlere nasırlı ellerini uzatıyor.
Neredesiniz?
Ey bacılar.
Başörtüsü zulmünü yaşayan bacılar.
Zonguldaklı bacılarımız size selam söylüyor.
Allah’ın selamını gönderiyorlar size.
Tertemiz ellerini uzatıyorlar.
Neredesiniz?
Tüm Türkiye’nin ezilmişleri, müslümanlar, Türkiye’nin mustaz’afları!
Zonguldaklı mustazaflar ellerini uzatıyor size.
Gelin!
Ellerimiz birleşip Hakkı söylesin.
Korkun müstekbirler, mustazaflar geliyor.
M. Çetin DEMİRHAN
ZONGULDAK’DAN SESLER… YÜZLER
“Bizim yaşadığımız sömürü düzeninin evrensel istikbarın yeryüzünde uyguladığı sömürünün bir parçası olduğunu biliyoruz. Bu düzenin de ancak Hakk’ın hakimiyetiyle kırılacağını biliyoruz.”
… Sendika genel başkanı Şemsi Denizer’le konuştuk: “… Biz sadece hakkımız istiyoruz. Maden işçisi alınterinin karşılığını istiyor. İşletme zarardadır diyenler yalan söylüyor. Eğer zarar ediyorsa işletmeyi bölmedikleri için zarar ediyor. Hükümet, ocakları kapatacağını söylüyor. Açık konuşuyorum ocaklar burada, kendine güvenen gelsin kapatsın. Zonguldak’ı, madenciyi aç bırakmayı göze alan varsa denesin bunu. Kimse Zonguldak’ı, madenciyi gayri insanı şartlarda, aç bırakmaya yeltenmesin, yeltenemez … ”
45 yaşında başörtüsüyle kocasının yanında yürüyen Hacer Teyzeyle konuşuyoruz: “… Benim kocam madenci, ben bir madenci karısıyım. 6 çocuğum var. Çocuklarım da madenci. Nasıl yaşadığımızı gelin görün, ben kimseye kocamın alınterinden, çocuklarımızın rızklarından çaldırmam. Müslümanım diyenlere, yüksek zevata da yaptırmam bu hırsızlığı. İnananları sömürdükleri yeter. Gerekirse kocamın yanında çocuklarımla beraber Ankara’ya kadar giderim… “
Hacer teyze de komşu kadınlarla beraber yürüyüş kolundan ayrılıp Ulucami’ye namaza gelenler arasında.
Genç bir hanım var, caminin avlusunda konuşuyoruz. “… Madenciye yapılan, bize yapılan zulüm değil mi? Bize zulmedenlerin başına nelerin geleceği Kur’anda belirtilmiyor mu? Tüm Türkiye’deki inanan insanlar, Zonguldak gerçeğine sahip çıkın, bize el uzatın… ”
Birlikte oturduğumuz kardeşlerden Rasim Yıldız 42 yaşında ama sima olarak daha genç gösteriyor. Madenin en ağır bölümünde, domuzdamcı olarak çalışıyor.
” … Burada yürüyüş yapanlarla, elbette birlikteyiz. Hakkımızı arıyoruz. Diğerleri bizim kardeşlerimiz. Belki bazıları İslami hayattan uzaktalar, ama onlar da bizim ilgi alanımız içinde. Her gün yan yanayız. Aynı ocakta kazma sallıyoruz. Bir Müslüman olarak biz kendimizi her şartta bu kardeşlerimize tebliğ ile görevli addediyoruz. Yaşama biçimimizle olsun, insani ilişkilerimizde olsun buna dikkat edip onlardan kopmadan, onlara hakkı tebliğ ediyoruz. Burada içinde yaşadığımızın sömürü düzeninin, evrensel istikbarın yeryüzünde uyguladığı sömürü düzeninin bir parçası olduğunu biliyoruz. Bu düzenin de ancak Hakkın hakimiyetiyle kırılacağını biliyoruz. Eğer buradan, bu insanlardan koparsak Hakkın hakimiyetini, adaletini insanlara nasıl anlatabiliriz?
Birlikte çalıştığımız insanların çoğu cahil, okuma yazma bilmeyenler. Bu kardeşlerimize ulaşmak istiyoruz. Yaşayış olarak da buna uygun davranıyoruz. Birlikte okuyup tartıştığımız bir grubumuz var. Tefsir-Hadis okuyoruz. Dünyayı İslami açıdan kavramaya, İslami mesajın taşıyıcısı olmaya gayret ediyoruz.
Madenin TTK’yı zararı uğrattığı, dolayısıyla kapatılması gerektiğini söyleyenlere de bir çift sözümüz var. Öyle israf içinde yaşayıp işçinin hakkını çalıyorlar ki, hangi işletme olsa bu israfla zarar eder. Adam gibi işletmecilik yapamıyorlar, buradaki mazlum işçiye ödenen, yoksulluk sınırının altındaki paraya göz dikiyorlar. Müslüman feraset sahibidir. Bunu tüm kardeşlerimiz biliyor.”
Muhammed Karakaya kardeşimiz de madenci. O da derdin sadece Zonguldak değil, Evrensel istikbarın el attığı her yerdeki zulmün uzantısı olduğu bilincinde.
Birlikte ikindi namazına gidiyoruz kardeşlerle. Allah’a açılan o nasırlı elleri öpmek geliyor içimizden.
Helalleşip ayrılıyoruz.
Selamlarla ayrılıyoruz onlardan.
Gönlümüz, gücümüz onlarla birlikte.
Onların da gönlü bizimle.
Zindandaki kardeşlerimizle.
Başörtüsü zulmüne uğrayan kardeşlerimizle.
Unutmayalım, hatırlayalım, yanlarında olalım.
Zonguldak’ta kardeşlerimiz var.
M. Çetin DEMİRHAN
Emek ve Adalet’e selam!
Yeryüzü’nü hatırlayıp gündeme aldığınız için duygulandım. İslam’ın (dinlerin) dünya üzerinde ezilenlerin bayrağı, sahte ilahlara karşı bilinçte başlayan bir kurtuluş ve Allah’a yöneliş mücadelesi olduğu artık müslüman gençliğin önemli bir kesimi tarafından seslendiriliyor. 1990’da bu konuda (Türkiye’de) sıfır noktasında iken, Seyyid Kutub’tan Ali Şeriati’ye dinin doğru algılanışı yolunda bir miktar mesafe alınmış olduğunu görmekten kıvanç duyuyorum.
Allah’ın selamı üzerinize olsun.