Zeki Kılıçaslan: “Önemli olan sürecin kendisi”
Platform olarak hikayemizde önemli bir yeri olan üyemiz ve destekçimiz, kıymetli hocamız Zeki Kılıçaslan, Post-Express Aralık sayısında İrfan Aktan bir söyleşi gerçekleştirmiş. Cesaretli yorumlarla, önemli tespitlerde bulunmuş olduğu söyleşiyi ilginize sunuyoruz.
Röportaj: İRFAN AKTAN
ÖDP, İşçi Kardeşliği Partisi, Has Parti, CHP… Zeki Kılıçaslan’ın içinde yer aldığı, önemli görevler üstlendiği bu uğrakların her biri, parti olmanın ötesinde, hitap alanları ve zımni / fiili tabanları bakımından, HDP haricindeki toplumsal muhalefetin sosyo-politik profili adeta. Nitekim, Hayır Meclisleri büyük ölçüde bu profil yelpazesinin birlikte –ve HDP ile bir arada– hareket etmesiydi. Demokrasi için Birlik’teki (DİB) “ortak bağımsız aday” önerisi de Hayır Meclisleri’ne ve orada temsil bulan tüm kesimlere yaslanıyor. Söz konusu öneriye ilişkin tartışmalara dahil olan CHP PM üyesi Zeki Kılıçaslan’a bağlanıyoruz…
Demokrasi İçin Birlik’te yapılan bağımsız ortak aday önerisiyle ilgili tartışmaya siz de –elektronik ortamda– dahil oldunuz. 2019 yerel seçimlerinin başkanlık seçiminin kaderini belirleyeceğinin altını çizerken özellikle İstanbul Büyükşehir seçimlerine dikkat çekerek şöyle diyorsunuz: “İstanbul’daki seçimler sadece yerel seçim değil, politikayı, başkanlık seçimlerini de belirleyecek bir süreç. Sadece yerel seçimler düşünülerek değil, ardından gelecek başkanlık seçimleri ve ondan sonrası da düşünülerek planlanmalı…”
Zeki Kılıçaslan: 16 Nisan referandumunu muhalefetin kazandığı, büyük bir başarı elde ettiği açık. Fakat sonrasında sokak muhalefeti yavaşladı. Buna rağmen, toplumsal muhalefetin geleceğe taşınmasını istiyorsak, bunu sadece Hayır cephesiyle sınırlı tutamayız. Yerel seçimlerin hayatiliğini konuşurken unutmayalım ki, İzmir zaten CHP’de, bana kalırsa Ankara da kazanılabilir, ama İstanbul çok kritik. Erdoğan tekrar İstanbul’u alırsa, başkanlık seçimini kazanması da kolaylaşacaktır. Ama İstanbul’u muhalefet alırsa, başkanlık seçimini de alabilir. Tabii Erdoğan buna karşı 7 Haziran – 1 Kasım arasını mı yaşatır, biz bunu önlemek için neler yapabiliriz, bunları tartışmak zorundayız.
İstanbul için nasıl bir ortak aday çıkarılabilir?
İstanbul’un zaten devasa sorunları var, ama aday gösterilecek kişi sadece şehrin sorunlarına odaklanmamalı. Yeni bir İstanbul ve yeni bir şehircilik anlayışının yanısıra farklılıkların bir arada yaşamasına dair politik bir perspektife sahip olmalı. İstanbul Kürt sorunuyla da, azınlık haklarıyla da, demokrasi ve çevre sorunlarıyla da ilişkili bir şehir. İstanbul’u kaybedecek bir AKP ciddi bir moral çöküntü yaşamakla kalmaz, etrafındaki çıkar grupları da çekilebilir.
AKP’ye muhalif güçlerin de birbirleriyle çok ciddi sorunları, uzlaşmaz noktaları var. Ortak adayda buluşulmasının koşulları var mı?
Kolay değil, fakat adayı ortaklaştırmanın yolları aranmalı. CHP mesela, “HDP’linin de oy verebileceği bir aday” bulma perspektifine sahip. Ama bunun da yetmeyeceğini düşünerek o adayın milliyetçilerden, muhalif İslâmcı kesimlerden de oy alabilmesi gerektiğini düşünüyor. Bunu başarmak kolay değil. CHP’nin bu kesimlerle ilişkisi, siyasal söyleminin bu kesimleri sandığa ne kadar taşıyabileceği bir mesele. Ama adayı ortaklaştırmak için formüller aranabilir. Biz CHP olarak Hayır blokunu korumak ve geliştirmek gerektiğini söylüyoruz. Referandum sürecinde CHP kendini öne çıkaran bir siyaset izlememişti. Tek adam yönetimine karşı bütün yapılar Hayır’da birleşmişti. Doğru bir süreç işletilerek Hayır hareketinin kazanması mümkün hale geldi. Fakat, Hayır’da, “bunu istemiyorum”da buluşmak, “bunu istiyorum”da buluşmaktan daha kolay. Hayır blokunu daha da büyütecek bir söylemi taşıyan adayla sahneye çıkmalıyız. Bağımsız aday bu noktada bir seçenektir. Muhalefetin İstanbul’da mutlaka güçlü bir adayda buluşması ve seçimi kazanması gerekir. Belediye meclis üyeleri de kritik önemde olacaktır. İlçelerde ittifaklar yapılarak belediye meclisi şekillendirilebilir, kazanılabilir.
Evetçilerden de oy almanın yolu nedir sizce?
Toplumsal muhalefetin savunduğu adalet, eşitlik, özgürlük, birlikte yaşama arzusuna Evet blokundakilerin tamamen kapalı olmadığını görmeliyiz. CHP ve HDP seçmeniyle birlikte, AKP’ye oy veren Kürt seçmenin de desteği alınabilir. Dolayısıyla, ortak aday demokratik birlikteliği savunacak, Kürt sorununa duyarlı olacak, yaşanabilir bir İstanbul ve Türkiye vaadini taşıyacak biri olmalı. Referandum sonuçları topluma büyük bir umut verdi, Erdoğan’ın İstanbul’u kaybetmesi bu umudu çok daha artıracaktır.
DİB’deki bağımsız belediye başkan adayı tartışmalarında şöyle diyorsunuz: “CHP’nin kararı olmadan olmaz. Evet ama, önümüzde daha zaman var. Çok iyi çalışılmış, şimdiden başlatılacak bir kampanya CHP’yi ikna edebilir.” Siz CHP Parti Meclisi üyesisiniz. PM’de bu konu gündeme geldi mi?
Hayır, çünkü PM’de bu tür konulardan ziyade perspektife dair tartışmalar yapılır, somut şeyler son anda gelir. Elbette bu mesele somut bir adaydan ziyade perspektif itibariyle kaçınılmaz bir biçimde gündeme gelecektir, o zaman ben de PM’de bu konuyu konuşacağım. Aslında, yerel seçimlerde ortak aday konusunu CHP ve HDP’den ziyade bağımsız unsurların, toplumsal hareketlerin şimdiden dillendirmesi gerektiği kanaatindeyim. Evet, CHP ve HDP olmadan bu iş olmaz, ama onları buna itecek bir hareketin etkili olacağını düşünüyorum.
Özellikle uluslararası gelişmelerin iktidarı zora soktuğu konularda CHP’nin AKP’yi kurtaran bir “muhalefete” yöneldiğini sık sık görüyoruz. Sizce mevcut muhalefet anlayışıyla, CHP’nin HDP’yle yan yana geleceği bir girişimi benimsemesi mümkün mü?
CHP’yi ikna edemeyebiliriz, ama önemli olan süreçtir. Referandum öncesindeki gibi bir toplumsal dinamizm ortaya çıktığında, DİB harekete geçtiğinde, zaten bu fikirden uzak olmadığını düşündüğüm HDP buna yöneldiğinde, CHP tersi yönde bir karar alsa ne olur? Yenilgiyi kim üstlenecek? Yerel seçimlerin kaybedilmesine yol açan bir yaklaşım başkanlık seçiminde ne yapacak? Bu yüzden önemli olan, büyük aktörleri etkileyecek bir toplumsal muhalefeti örgütlemektir. Böylesi bir toplumsal muhalefetin gelişeceği sürecin kendisi devrimcidir. Böylesi devrimci bir süreç alternatif de üretir. Bakın, Türkiye’nin iç çatışmaya kadar sürüklenebileceğine dair senaryolar var. Ortadoğu’daki yeni Suudi – İran cepheleşmesi tehlikesini gözardı edemeyiz. Bu bölgede en kırıcı olacak şey Şii-Sünni kutuplaşması olacaktır. CHP’nin iktidarı kurtarıcı bir muhalefet güttüğüne yönelik eleştiriye gelince… CHP’nin muhalefeti, bir iç savaş cephesi örmek üzerine değil, bu iç savaş ihtimalini önleyici olmak durumundadır. Öteki tarafın destekleyicisine nüfuz edecek bir dil, bir söylem oluşturamazsak yol alamayız. Suriye’de Esad rejimi demokratik değildi, ama oradaki sosyalist veya Sünni muhalifler şimdiki sonucu öngörselerdi böyle bir yola girerler miydi? ABD Irak’ı işgal ederken Saddam’ın muhalifleri alkışladı. Oysa Şiiler en anti-Amerikan noktadaydı. Peki Türkiye’de öyle bir ruh hali var mı, var.
Türkiye’de, Irak’taki gibi bir Şii-Sünni gerilimi yok…
Emin misiniz? Bence Türk-Kürt ayrışmasından daha kırılgan bir hat var. Sadece Alevi-Sünni temelli değil, yaşam tarzı temelli bir kutuplaşma var. 12 Eylül öncesinde öğrenciler arasındaki çatışmalar ideolojik temelde yaşanıyordu. Peki, toplumda bu çatışma ne temelde yaşandı o dönem? Çorum’da, Maraş’ta, Sivas’ta örneklerini gördük. Gerilim kitlesel boyuta geldiği anda buna dönüşüyor. Bu sosyolojik durum bugün de Türkiye’deki siyasal ayrışmada önemli bir zemindir. Herhalde kimse şunu inkâr etmez: CHP’nin sosyolojik temeli seküler orta sınıflar, yoksullar ve Alevilerdir. Bu kesinlikle aşılmalıdır, ama bu gerçeği görmeden de politika yapamazsınız. İşçi sınıfına bakın; insanların siyasal davranışlarını sınıfsal kimlikleri mi, yoksa başka kimlikleri mi belirliyor? Elbette Türkiye tarihi, evrensel demokrasi ilkeleri, seküler yaşam tarzı gibi değerlerle bunu aşacak birikimlere de sahip. Ama zaten bunlar da olmasa Türkiye büyük bir girdabın içine çoktan girmişti.
AKP’nin son zamanlardaki “Atatürkçü” söylemini nasıl yorumluyorsunuz?
Yüzde 51’in oyunu alamayınca böyle bir yola başvuruldu. Yaşam tarzı konusundaki kutuplaştırmayı derinleştiren AKP şimdi bunun bedelini ödüyor. Öte yandan, belli bir bölgeye sıkışmış olan çatışma, Kürt sorunu zaten var. Olası bir iç çatışma Kürtlere de yönelebilir, ama Türkiye çapındaki kırılganlık yaşam tarzı üzerinden söz konusu olur. Ayrıca, Alevi-Sünni evliliğinin Kürt-Türk evliliğine göre çok daha az olması da bir göstergedir. Elbette bu Türkiye’nin aşamayacağı bir kırılganlık değil. Ama bunun yönetilebilmesinin önünde engeller var. Eski dünya düzeni yıkıldı, ama yerine yeni bir düzen kurulmuş değil. Türkiye’nin de içinde bulunduğu bölgedeki yeni aktörlerin adalet arzusu etrafında bir faaliyeti yok. Egemenler, kimlik aidiyetlerinden güç alıyor. İşte buna karşı siyaset üretmek gerekli. CHP “Ortadoğu bataklıktır, buradan kaçalım” diyemez. Kürt sorununu, Alevi-Sünni ayrışmasını çözecek bir Ortadoğu politikası geliştiremezseniz, memleketi batırırsınız. Ortadoğu yaşanamaz hale gelirse, Türkiye bundan âzade mi kalacak? Bölgesel düzeyde, bütünlüklü, kapsayıcı bir politika üretmek durumundayız. Elbette kısa vadede öncelikle çözüm bulunması gereken sorun Kürt meselesidir. Açıkçası, Kürtlerin bu ülkede sorunsuz bir biçimde yaşaması konusunda bir fikri, projesi olmayan bir yaklaşımın iktidara gelmesini istemem.
AKP’li belediye başkanlarının görevden alınmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bülent Arınç FETÖ tutuklusu 82 yaşındaki Mustafa Türk’le ilgili “Darbeyle uzaktan yakından ilgisi ve alâkası olmayan Mustafa Türk’ün 15 Temmuz öncesi Gülen’i sevip sayması ve sadece öncülük ettiği eğitim faaliyetlerine kendi imkânları dahilinde destek vermesi suç ise, bu ülkede bu suça ortak olmamış insan bulmak neredeyse imkânsızdır” dedi. Hakikaten de böyle! Üniversite, eğitim, sağlık alanında Fethullah Cemaati dışında bir güçleri yoktu. Milli Görüş böyle bir ağa sahip değildi. Hatta Milli Görüş, tarikatlardan da en son destek almış siyasal harekettir. İktidara yaklaştıkça tarikatların desteğini almıştır. Dolayısıyla, Anadolu’da yurt, okul, burs konularında Gülen Cemaati’ne bulaşmamak mümkün değildi. AKP kurulurken de yerelde örgütlü olan bu cemaate gitmiştir. Dolayısıyla, bu son belediye başkanları hadisesinde, daha önce bağlantılarını tamamen kesmiş olsalar bile bir FETÖ bağlamı var. Ama bir de yıpranma meselesi var. Melih Gökçek’ten sadece Ankara değil, tüm Türkiye rahatsızdı. Erdoğan bir imaj değişikliği yapmak istiyor. Hatta özgüveniyle şehirleri mahvettiklerini de itiraf ediyor.
Bu itiraflar da taktiğin bir parçası mı?
Siyasal liderlik böyle bir şey; kitleyle öyle bir ilişki kurmuşsanız, doğru bulduklarınızı halka kabul ettirirsiniz. Bakın, bizim CHP’lilerin bir kısmı örneğin Sezgin Tanrıkulu’na tahammül edemiyor. Kardeşim, AKP Abdullah Öcalan’la görüşme yürütürken Yozgat’tan yüzde 79 civarında oy aldı; Rize’den, Trabzon’dan hakeza. Biz HDP’yle bile yan yana gelmekten korkuyoruz. Hadi onu geçtim, içinde bir tane Kürt var, onu bile problem yapıyorsun! Erdoğan, o dönem Yozgatlıları, Rizelileri nasıl ikna etti? “Türkiye’nin güçlenmesi için bunu yapmamız lâzım” dedi. Biz CHP ise en ufak bir söz söylesek, seçmenimiz gidecek korkusu yaşıyoruz. Hani seçmenimiz sosyal demokrattı, Batılıydı? Hani muasır medeniyet hedefimizdi? Muasır medeniyet etnik sorunları nasıl çözüyor? Kendi seçmenimize her an gidecekmiş muamelesi yapmak ayıp bir defa!
CHP tabanının ulusalcı kesimi, partinin söylemine göre her an gidecekmiş gibi bir pozisyonda mı?
Öyle değil. İzmirli, Egeli, Akdenizli seçmenimize anlatılırsa, zaten insanlar görüyor, kavramış… Öyle olmasa, çözüm sürecine bu kadar destek verilir miydi? MHP’yi çıkartsan, ki onun tabanının da önemli bir bölümü dahil edilebilir, herkes çözüm sürecini destekliyordu. Bakın, Adalet Yürüyüşü çok önemliydi. Sonrasındaki Adalet Kurultayı da. Fakat ne ana oturumlarda ne de yüzü aşkın atölye çalışmalarının bir tanesinde bile Kürt sorununun ismi vardı! Böyle bir şey olur mu kardeşim? O zaman çık bir şey söyle; Kürt sorunu yoktur filan de!
İyi Parti’nin diğer muhalefet partileriyle beraber hareket edeceğini düşünüyor musunuz?
Bu partinin kolay yoldan iktidarı elde etme fırsatı kolladığını düşünüyorum. CHP’nin çıkaracağı herhangi bir aday karşısında Erdoğan’ın şansı çok yüksek görünüyor. O halde bizim de başka bir aday arayışına girmemiz gerekecek. Meral Akşener adaylığını açıkladı. Seçimlerde ikinci aday olması halinde, muhalefetin büyük kesimi ona oy verir.
Kürtler ve sosyalistler hariç…
Evet ama, bu yine de Akşener’in şansı olmadığı anlamına gelmez. Muhalefetin Akşener dışında bir aday bulması gerek. Akşener’e mahkûm olunursa, kaybedilir. Kılıçdaroğlu demokrat bir insan, bir şeyler yapmak istiyor. Ama bizim oy oranımız yüzde 25. Önemli bir politik değişiklik olmazsa, CHP’nin parlamento seçimlerinde bu oranı aşmasının çok zor olduğunu, hatta Akşener’in başarısına göre aşağıya da düşebileceğini düşünüyorum. Akşener sadece MHP ve AKP tabanından oy almayacak. Dolayısıyla CHP kendini yenileyebilmeli ve bu değişimi de somut ihtiyaçlar doğrultusunda, ortaya çıkan toplumsal talepler üzerinden gerçekleştirmeli. Bunun için gerekirse CHP kendisini görünmez de kılabilmeli.
Temel mesele CHP’nin görünür olup olmaması değil, ilke ve hedeflerde ezilenlerin lehine bir pozisyon alması değil mi?
Elbette, ama aslında ilkelerde bir ortaklaşma var. CHP de sonuçta en geniş anlamıyla demokratik bir Türkiye hedefliyor. Demokratik parlamenter rejim talebinde bir sorun yok. Ama bunu nasıl gerçekleştireceğimizi belirleme konusunda sorunlar var. Demokratik bir Türkiye, yeni bir anayasayla mümkün. Önceki anayasaları ya asker yaptı veya 16 Nisan’daki gibi zoraki bir şekilde yapıldı. Hadi yüzde 50 Evet dendiğini kabul edelim. Toplumun yarısının Hayır dediği bir anayasayla yürümek mümkün mü? O halde biz yüzde 50’yi çok aşan bir kabulle yeni bir anayasa hazırlamalıyız. Sonuçta demokratik parlamenter sisteme dönmek için yeni bir anayasa yapmamız gerekecek. Bunun inşasının yolu da, seçim barajının kaldırıldığı ve tüm toplumsal kesimlerin temsil edildiği bir parlamentodan geçiyor. Mevcut parlamento devam ederken de herkesin ortaklaştığı, sırf anayasayı belirlemek üzere bir meclis kurulabilir. Bu meclis anayasayı yapar ve sonra da kendini lağveder. Böylece çatışma riskini de azaltabiliriz.
AKP tabii ki buna müsaade etmemek için her şeyi yapar…
Peki, bu CHP’nin aleyhine midir? HDP’nin hiç değil! Yeni bir anayasa yaparken yüz yüze geleceğiniz temel mesele Kürt sorunu ve laikliktir. Sadece Hayır’a da değil, AKP seçmenine de seslenen bir yapıdan söz ediyorum. Ona da diyeceksin ki, “sen yüzde 50’ysen zaten bu kurucu mecliste de yüzde 50 olacaksın, buyur gel”.
Sizin kişisel serüveniniz çok ilginç. İşçi Kardeşliği Partisi başkanlığından Has Parti’ye, oradan da CHP’ye geçtiniz…
1974-80 arasında İstanbul Tıp Fakültesi’nde okudum. Öğrenciliğimin son yıllarında sosyalist hareket sempatizanıydım, ama örgütlü değildim. 12 Eylül sonrasında ilk yasadışı bildirimi 1981’de dağıttım. Faşizme karşı bir şeyler yapmak gerekiyordu ve ben de bir Laz olarak en uygun zamanı seçtim. (gülüyor) O zamandan itibaren sosyalist hareketler içinde yer aldım. Solun yeniden kuruluş dönemindeki tartışmalardan beri de kitlesel bir emek partisi kurulması gerektiğini söyledim. Birleşik İşçi-Emekçi Partisi (BİEP) girişimini başlattık. Brezilya İşçi Partisi’ni, onun içindeki farklılıkların temsilini örnek almıştık. Kültürel anlamlar yüklenmiş bir sağ-sol eğiliminden ziyade sınıf temelli bir partiyi esas alıyorduk. Türk-İş’in parti kurma fikrini destekliyorduk mesela. Çok ciddi bir işçi ilgisiyle de karşılaştık. Fakat ÖDP kurulunca birçok arkadaşımız oraya geçti. Ben de ÖDP içinde yer aldım, ama sonraki süreci biliyorsunuz. ÖDP’den çıkınca, bugün SYKP’yi kuran arkadaşlarla beraberdik. Sonrasında politik olarak bir emek yığınağı yaratmak için İşçi Kardeşliği Partisi’ni kurduk. Bu arada, Mehmet Bekâroğlu’nun Ertuğrul Günay’la bir Müslüman-sol parti çıkışı oldu. Hareketin programı sosyal demokrattı. Farklılıkların bir aradalığı, Kürt meselesine duyarlılık programa yansımıştı; kitleselleşmesi söz konusu olabilirdi. Programda vahşi kapitalizm eleştirisi vardı, önerilen demokratik çözümler de çok ileriydi. Bu hareketin kimlikler temelinde siyasal davranış gösteren Türkiye emekçileri için bir siyasal dönüşüme hizmet edebileceğini düşünüyordum. Fakat, Erbakan’a sadık kalarak bu oluşumu şekillendiren Numan Kurtulmuş ve arkadaşları açısından durum farklıydı. Partinin programını yönetim kademesi içinde içselleştirmiş çok az insan vardı. Sonrasında zaten seçimlerde başarılı olunamadı ve işler değişti. Has Parti döneminde 1 Mayıs’ta yürürken gençlerden biri gelip “yüz yıldır sizi bekliyoruz” demişti.
CHP’nin İslâmi referanslara başvurması, bu beklentiyi karşılama çabasından mı kaynaklanıyor?
Politik bir şeyi sokaktaki insanın anlamasını istiyorsanız, o kodları kullanabilirsiniz. Adaletsizliğe Hazreti Ömer örneği üzerinden dikkat çekince, gericilik yapmış olmazsınız. İnsanlar eşitsizliğin, adaletsizliğin farkındadır zaten. Siz yeter ki, onu politik dile tahvil edin. İktidar eşitsizlik ve adaletsizliği doğal gibi göstermeye çalışabilir, ama insanlarda her zaman eşitlik ve adalet arayışı vardır. Politikacıysanız, bu arayışa karşılık vermek zorundasınız. Politika, ideolojinin propagandası değildir ki. Somut sorunları belli bir ideoloji çerçevesinde çözmeyi vaat edersiniz. Öyle bir politika yürütürsünüz ki, ideolojinize küfredenleri de yanınızda bulursunuz. Her halk hareketi melezdir. İnanç, yaşam tarzı, ideolojik açıdan melez olmak zorundadır.
Express, sayı 158, Aralık 2017