Yeter Artık! – Defne Koryürek
Ucuz makro siyasi stratejilerinin, stratejilerinin analizlerinin, istihbaratların, kontra-istihbaratların, anketlerin ve yoklamaların reytinginin hayli yüksek olduğu, bilinci yitirmemeye en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde; halka, oy veren değişken olmaktan başka bir rol biçmeyen tüm oyun kuruculara rağmen, Defne Koryürek, “kaos”taki bireye “var” olduğunu hatırlatmak istemiş. Biraz pesimist fakat hakikate temas eden bir çağrı barındırıyor.
http://www.taraf.com.tr/defne-
Üç aşağı beş yukarı hepimiz biliyoruz ki vitrininde sergi misali yerleştirilmiş başörtülü, şalvarlı teyzelerin imalatı da olsa, mantının içinde et yok artık; yapanların teyze olmadığını bildiğimiz gibi. Biliyoruz ki çiğ süt, üretimi için harcanandan daha düşük fiyata satılıyor süt firmalarına; kasada ödediğimizin kutunun markasına olduğunu bildiğimiz gibi. Duymamış olanımız yoktur artık, yenisini alınca atıverdiğimiz cep telefonlarının yollandığı ücra bir köşesinde dünyanın, suların zehirli aktığını ve ölümün çok erken geldiğini evlere; her an artan kanserin kaynağının aynı olduğunu sezdiğimiz gibi. Bilmemeyi seçenler olsa da “ölmüş zaten, halde denetleselerdi, hem ucuz” diyerek aldığımız her bir çinakop, yarını balıksız, denizleri hayatsız bırakmakta…
Çağın insanının genel eğilimi, önceliği tüketmek; başkasının üzerine basmak bahasına yukarıya tırmanmak ve daha fazla tüketebilme kabiliyeti kazanmak da başarı!
Malum.
Ama kime neyi nasıl anlatacaksın, herkesin cesareti ve yırtıcılığı nispetinde suç ortağı olduğu bu sistemde?
Hintli çiftçi GDO’lu tohumun kredisini ödeyemediği için intihar eden 300 bininci çiftçi olmuş; o pamukla imalat yapan işçi Bangladeş’te çöken binanın altında kalmış! Kime ne? “Almazsam eksik kalırım” bir t-shirt’ün üzerinde o kan görünmüyor ki! Bize “tavuk artık tavuk değil, ne öyle yaşıyor ne de öyle besleniyor” diyen doktora karşı dava üstüne dava açmış kanatlı sektörü, susturma derdinde! Kime ne? Beş simit parasına bir tavuk bu, “ucuz protein”! Yemesin mi yani, halk? Belki de evet, “kimbilir ne ilişkilerin sarmalında inşa oldu” o AVM, ama içinde “o dükkân” yok mu, gidip almayacak mıyız o ayakkabıyı? Değil mi?
Hâl bu olunca ilişkiler dizininde kimin kiminle ilişkisi olduğundan, kimin neye cüret edebildiğine değişiyor imkânlar. O kadar. Nihayetinde zira, ha kaçak kat çıkmışsın seçim zamanı ruhsatını aldığın kaçak binaya, ha yasal ruhsatın müsaade ettiğinden yüzde 30 daha fazlasını inşa etmişsin kamu arazisine. Ha ucuzlatabildiğin yemle tavuk beslemişsin fabrika usulde, ha o tavuğu alarak sektörün büyümesinin, kuvvetlenmesinin önünü açmışsın! Bugünlerde daha fazla mı duyuyorum ne, algıda seçicilik mi yoksa ama bangır bangır reklamlar var radyolarda; 3. Köprü’ye ve Kanal İstanbul’a yakın arazi satın almak isteyenleri “kısa yoldan zengin olmaya” davet ediyorlar!
İktidarda olan mı kölesi sistemin, ödeyerek işlemesini sağlayan mı, pek belirsiz. Seçtiğin kulvar, nihayetinde. Yani tümüyle bir cüret meselesi!
Hâliyle iyice karamsarım, bugünlerde.
Yaşamsal manada sürdürülebilirliğin temeli bütün bir ekolojik sistem çökerken, varlığımızın temeli vicdan çürürken, sosyal bir sistemin kabul edilebilir dayanağı üç Y’nin dağılmasına takılıyor olmamız tuhaf değil mi? Nerem doğru ki, demiş deve!
Yarın, yolda giderken durup bir kısım yolcusunu atabileceğimiz bir yol; sosyal bağlarımızsa vicdan olmadan sahi değil; ekosistem ancak birlikte bütün ve gündemimiz gerçek gıdaya, temiz suya adil erişim hakkı olmalıyken; bu yaşadığımız günler, gün, konuştuğumuz konular, konu değil. Değişmeye dönüşmeye başlamadığımız her an, bildiklerimizi uygulamaya dökmediğimiz her saat biraz daha derinine batacağız bu nefes kesen, ruh bunaltan, yokedici kuyunun.
Yeter artık demiyor muyuz hâlâ? Ölmeden önce son bir nefeste bile olsa?