Yenik, Yılgın ve Yorgun

Emek ve Adalet’in 10. yılı için toparladığımız yazılara bir katkı olarak arkadaşımız Mehmet Yılmaz’ın toplumsal ve politik mücadelenin beraberinde getirdiği yabancılaşma riskiyle hesaplaşmaya çağıran, hayatı beraber örgütleme çabamızda kotaramadıklarımıza da bir bakış sunan kendi bloğunda yayımladığı yazısını sitemize iktibas ettik. İlginize sunuyoruz;


Kendimi başarısız hissediyorum, ki bu his depresyon tanısı alacak bir halet-i ruhiyeye girmemle de tescillendi. Bu depresif hal, büyük cümlelere ve heyecanlara karşı beni daha bir alerjik kıldı. Zaten özünde muhafazakâr bünyem kimi zamanlarda içine kapanıcı tepkiler dahi vermeye başladı. İlerde ümitlenme hakkımı saklı tutmak kaydıyla bugün artık pek ümitli değilim.

Bu ümitsizliğin ve kopuşun düğümünü geriye doğru açmak istiyorum.

  • Tema: Başarısızlık

Yakın bir arkadaşım “yuh olsun bize, şunca adam bir alternatif geçinme yolu bulamadık” dedi. Kendini, bir adım sonra biz arkadaşlarını, bundan bir adım sonra da yeryüzünde ezilmiş olan bazı insanları modern dünyanın ezici ekonomik düzenine esir etmeden kardeşçe geçindirebilecek bir kurum, tedavi merkezi planının akamete uğraması üzerine bu hayal kırıklığını ifade etmişti. Kuramadık.

Ben bu düşünceye o zamanlar o kadar heyecanlı yaklaşmamıştım. Neticede kurum oluşturmaktan ziyade anlık dayanışma faaliyetlerinin daha faydalı ya da heyecanlı olduğunu düşünüyordum. Koşuşturmacalar geçip de bu koşuşturmalardan geriye sadece zamanında edinilmiş bir “biz de bir şeylere koşturduk” hissinden başkası kalmayınca insan kendini bomboş bulabiliyor.

  • Tema: Toplu Acılar, Bireysel Yaşantılar

Hz. Musa, kaybolan tek koyununun peşine düşüp geriye kalan otuz dokuz koyununu yakacak babacanlıkta bir adammış. Bizler bireyselleşmiş bireylerdik; ataya, ataerkiye ve her türlü otoriteye karşıydık. Böylece aramızdan kaybolan tek koyunları dert etmedik.

Belki burada bir dipnot düşmeli. Dert ettiklerimiz oldu, yine de yapımız gereği kaybolan tek koyunları da ikna edecek bir “tutkunlukta” değildik. Aramızdaki bağı takviye eden ülkenin sorunlarına ilişkin düşünsel bazı çıkarımsamalarımızdı. Bu bağlar bazen duygusal bağlara dönüştü; fakat temelinde düşünsel kaldı.

Hz. Musa’nın kaybolan tek koyunun peşinden gitmesini bırakın bunu fark etmesi bile bugün için büyük bir meziyettir. Bir gözetme ve gözetlemeyi ifade eder. Biz de tabii birbirimizi gözetliyorduk: siyasi noktada uzun tartışmalarla. Ortak seviyede tutturulan ve eşitlenmeye çalışılan tek nokta siyasi görüştü. Sonradan buna bireylerin tartışmadaki söz hakları da eklendi (belki de girişilmiş en hayırlı iş buydu). Siyaset noktasında birbirimizi tesviye eder gözetirken akşam başka evlere, başka şartlara, başka işlere ya da işsizliklere döndük. Siyasi noktadaki gözetme ve gözetleme bize sahte bir birliktelik hissi veriyordu.

Burada kadim zamanlarda yürüyen bir ekibin belki de bunu aşmak için kendini öldürecek bir hamle yaptığını duymuştum (ortak mülkiyet deneyi). Keşke onlar da bir özeleştiri yazsa da okusak. Sanırım bizimkini tekeden süt sağmaya çalışmaya benzetirsek onlarınkini de tekeden süt sağma işini abartmaya benzetebiliriz. Abartınca teke ölebiliyor, ortaklık bitebiliyor. 

  • Tema: Öğrencilik

Belki on seneden fazla oldu, bir Kur’an meclisine girmiştim. Toplananların çoğu yakınlardaki amele pazarında iş kovalayan işçilerden müteşekkildi. Lise öğrencisi sadece iki kişiydik. Kafamda ideal bir sahne olarak kalmış.

Üniversitede dahil olduğum işler temelde öğrenci işi olarak kaldı. Öğrencilik boş zamanın bol olduğu, bu sebeple de insanın ideal olana daha çok kafa yorabildiği, dünyadan uzaklaşabildiği zamanlar. Gerçek hayat kimimizi yavaş, kimimizi hızlıdan çarptı. Bütün işler aynı çarpma kuvvetine sahip değildir. Bazı işler insanın eski düzenini devam ettirmesine daha çok izin verirken bazıları bunun tam aksi bir etki gösteriyordu. İşsizliğin çarpma kuvveti ise bambaşka.

Ben birkaç yıl çeşitli ofislerde çalıştım ve ofislerden de iş ilişkilerinden de illallah ettim. Bu çoğu yapay ilişkilenmeler ancak aç kalma karşısında bir alternatif teşkil ediyor. Tabi arada şahsiyetini yitirir, onlardan olursan belki de sıkıntı kalmaz. Yine de “ofis” sadece dizi olarak güzel.

Geçenlerde twitter’da bir arkadaş prekaryayı emeğinin karşılığını almak için de emek gösteren bir sınıf olarak tanımladı. Zengin değilsek hiçbirimiz için bir çıkış imkânı yok, rezil bir durum.

Bu rezil durum içinde, çalışma hayatıyla iç içe bir mücadele içinde bulunmak, bir şeylere el atmak en azından belirli işler için fazlasıyla zorlu.

  • Tema: Birikim

Her türlü haksızlık karşısında, özellikle emek sömürüsüne karşı mücadele İslami anlamda ulaştığım son noktanın beni götürdüğü yerdi. Arkasındaki itici güç daima Müslümanlık oldu. Müslümanlığı içinde bulunduğumuz yerler besleyecek değil, oralara tekke diye gitmedik eyvallah. Ama sanki daimi bir ikircikli hali de koruduk. Ya neydik biz? Tekke değiliz diyorduk, içimizde tekke ihtiyacı arada sırada görülüyordu, tekke değiliz dediğimiz yapıya bir tekke gibi de yaklaşıyorduk. Yine bir teke-süt çıkmazı. Şimdi enerji bitti, hatta biteli yıllar oluyor. (Kendi adıma) yolda kaldık.

Arada bu tekke (olmayan oluşumlar) içinde, mesela Kur’an okuyup yorumlarken kendimi bir garip hissederdim. Eksik bir şey mi var? Oysa başka türlü bir şey benim istediğim. Rengi başka, tadı başka.

Sanırım eksik olan nokta duygusallıktı. Oysa biz tam da bu duygusallığın karşısında durmuştuk. Kur’an okumaya geçtiğimde halamlar bana büyük kırmızı bir Mushaf hediye etmişti de ön sayfasına Hasan el Benna’nın vay Müslümanlar ölülerinde okudu da ne yazıyor diye içine bakmadı minvalindeki sözünü yazmıştım. İnsan hayatı ve duygularının bir bütün olduğunu, ifrat-tefrit meselesini sanırım daha iyi kavrıyorum.

Duygusallığın yokluğu ve mantığın yüceltilmesine karşılık siyasette olabildiğine donkişotça (irrasyonel), ahlak vurgusu yüksek, duygusal tavır. Bilemiyorum.

  • Tema: Müslüman Kalmak

İçtihat savunuculuğunun karşısında içtihat kapılarının sürgülenmesini savunan bir argüman var. Bu argümana göre hükümler sabitlenmeseydi sultanlar, melikler içtihat kapısından istedikleri her hükmü geçireceklerdi (kapı kapanınca da geçirmedi değiller gerçi). Bunun için kapı kapatıldı.

Dünya yöneticileri bir yana hepimizin nefsi de bir sultan. Biz içtihat kapısını fiilen açınca bizim sultan da bu kapıdan istediğini geçiriyor. Bugün Müslüman yenilikçinin klasik makasıt hükümleri kadar sabit olan soyut hükümleri dahi yok, tamamen soyutlanmış, gündelik siyasete indirgenmiş bir hal. Böyle olunca kişi yürüyen bir hüküm motoruna dönüşüyor, yaşadığı her ikilemde aldığı karar bir akide çizgisi olarak beliriyor ve onunla Müslümanları suçluyor. Karşı tarafımda kaldınız, kafir değilseniz bile batıl içindesiniz.

Şimdilik sorunlu, iki adım sonra tüketici bir tavır.

  • Tema: Hep Gam Hep Keder

Sanki attığımız adımlar bir çöl rüzgarında yitti gitti de geriye sadece çölde sıcak alnında yitirdiğimiz günler kaldı. Keler, çöl çekirgesi, çöl yılanı vb. yiyerek. Şüphesiz bu da bir beslenme tarzıdır fakat sanıyorum vücudu ezer.

Hiç gülmedik demek büyük yalan olur. Çay içmeceler, sigara içmeceler, kartopu oynamacalar hepsi iyi ve hoştu. Fakat sanırım öldürücü formül çalışma hayatının tam güçle araya girmesi, hayatta yaşanan hayal kırıklıklarının birleşmesi, siyasetin alan tanımazlığı, etkisizlik hissi,

Öyle bir hale gelmiştim ki Galib bunu güzel tasvir ediyor:

“Vadileri rik-u şişe-i gam

Kumlar sağışınca hüzn-ü matem

Hargehleri dud-ı ah-ı hırman

Sohbetleri ney gibi hep efgan”

Bardağın dolu ve boş tarafı muhabbeti yapacak değilim ama yıllar boyu sade ve sade kötüyü yaşamak, kötüyü düşünmek ve kötüyü konuşmak sonunda bilincimin de bulandığını fark ediyorum. Ki bu da üstadın devam dizelerinde kendine yer buluyor:

“Şeb-buyı görür kimi sanur şeb

Kimisi de sünbüle der akreb”

Son bir not olarak şunu söylemek isterim. Bunlar tabi benim kendimden ve bir takım münferit olaylardan yola çıkarak yaptığım genellemeler. Tecrübeleri benden başka olanlar tabi ki vardır ve belki de bu durumlar benim tikel gözlemlerimle sınırlıdır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir