Veli Saçılık – Karşı-Komşu (2): Sivil Kemalistler
Veli Saçılık’ın Karşı-Komşu başlıklı serisini iktibas etmeye devam ediyoruz. Kemalizmin özellikle Gezi sonrasında, genç kuşak için almaya başladığı yeni görüntüleri tartışmaya açan ikinci yazısını ilginize sunuyoruz.
VELİ SAÇILIK
Mustafa Kemal, siyasi, tarihsel ve ideolojik bir imge olarak; Türkiye’nin tarihine paralel bir şekilde değişik zamanlarda değişik biçimlerde yeniden ve yeniden üretildi. “Sivil Kemalistler” olarak adlandırdığım kentli aydın kesimi bu zeminden ayrı değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum. Diğer yandan, siyasate egemen çevreler, M. Kemal’i kendi siyasi meşreplerince (örneğin MHP için daha milliyetçi, CHP için daha halkçı-laik) Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu atası olarak, Kemalizmi de bir tür siyasal ilahiyat olarak programlarının merkezine yerleştirdiler.
Örneğin Şefik Hüsnü TKP’si için, biraz da o dönemin SSCB ve 3. Enternasyonal eğilimlerine uygun olarak, M. Kemal, emperyalizme karşı savaş vermiş, laik bir cumhuriyet kurmaya çalışan, bir burjuva devrimcisi olarak desteklenmeyi hak ediyordu. 27 Mayıs darbesinin ardından, Kadro hareketinin yarım kalan çizgisini güncelleyen Doğan Avcıoğlu-Yön çevresinin sol-Kemalizmi ise kalkınmacı anti-emperyalizm, milli ekonomi, bağımsızlık gibi söylemlerle, BAAS’çı bir tondan bir yandan SSCB’ye göz kırpıyor, bir yandan da, ‘68 öğrenci hareketinin siyasi-ideolojik mayasını biriktiriyordu.
Fakat, 1980’lerden sonra Türkiye’de Kemalizmin iki yorumu öne çıktı. Bu yorumların ilkinde, 12 Eylül 1980 rejiminin paşaları, dönemin ihtiyaçlarına uygun olarak, siyasal İslam ve tarikatlarla mücadele yönü törpülenmiş, halkçılığı aşındırılmış, kültürelciliği unutturulmuş, Kürt düşmanlığına ve Türk-İslam sentezine daha yatkın bir M. Kemal arketipi oluştururlar. İkinci yorum ise temelde, İ. Kaypakkaya’nın 1970’li yılların başından katledilinceye kadar yazmış olduğu Proleter Devrimci Aydınlık ve Kemalizm eleştirilerine dayanır. Burada, Kemalizm faşizan bir devlet ve sömürgeci bir operasyon aygıtı olarak vardır ve M. Kemal de ilhakçı, totaliter, Teşkilat-ı Mahsusa mensubu bir siyasi figürdür. İlk çizgi, 12 Eylül’ün çöpleri olan, ANAP, DYP, MHP gibi partiler tarafından her fırsatta parlatılır. İkinci çizgi ise ekseriyetle İ. Kaypakkaya’nın siyasi görüşlerini savunan çevreler, Kürt siyasi hareketi, Fikret Başkaya, Haluk Gerger, İsmail Beşikçi gibi aydınlar tarafından tafsilatlı hale getirildi.
Ne var ki; Gezi Direnişi’nin öncesinde de şu ya da bu biçimde hissettiğimiz ama 2013 yazının ardından daha net bir şekilde gördüğümüz, Sivil Kemalist hareketler ortaya çıktı. Özellikle, AKP’nin İslamo-Faşizminin uygulamalarından, yolsuzluklardan, haksızlıklardan, göstermelik dindarlıktan, içki ve sigara tüketiminin her biçimde istismar edilmesinden bıkmış olan bu gençler, hak-hukuk-adalet sloganı etrafında ifade edilebilecek bir Kemalizm resmi çizdiler. Genelde üniversiteli olan bu gençlerden başka, orta sınıf, beyaz yakalı, kentlerde yaşayan, hayatı seküler bir şekilde yaşamak isteyen, çocuklarına daha güzel bir dünya bırakmak isteyen, orta yaş, orta sınıf insanlar, Kemalizmin hümanist anlatılarının rezervlerini zorlayarak, çevreci, hayvan ve doğasever, yaşanabilir kentler hayal eden, çevrenin talanına karşı olan sivil inisiyatifler geliştirdiler.
Oy ve Ötesi, Ali Şeker, İlhan Cihaner ve arkadaşlarının grubu, Canan Kaftancıoğlu’nun sol sosyal demokratlığı, güncel olarak, Kaz Dağları, Salda Gölü’nün sahiplenmesi, ekolojik korumacılık, atalık tohumların korunması ve aktarılması gibi başlıklarda faaliyet gösteren çevre, ekoloji, tarım, gastronomi, dernekleri, dayanışma ağları, sivil toplum kuruluşları… Bu çevreler, 28 Şubat ve 12 Eylül militarizminin uzağında, modern ama yaşanılabilir, seküler ama inançlara saygılı, sistemin içinde ama hukuku elden bırakmayan ve Kemalizmin seküler-siyasal yorumunu geliştirmeye çalışan çevreler.
Dediğimiz gibi, Gezi bir dönüm noktası oldu ve Sivil Kemalistler, HDP başta olmak üzere bütün devrimci sosyalist çevrelerle yan yana gelmekten ve hatta HDP’ye seçim barajı desteği vermekten, birlikte iş yapmaktan çekinmediler, Haziran 2015 seçimleri ve İstanbul seçimleri gene bu çevrelerle bizlerin yan yana geldiği durumlar oldu. Fakat, tüm bu yakınlaşmalar, palyatif, belirli bir matematik probleminin çözümü etrafında şekillenen, çerçevesiz yakınlaşmalardı. Şimdi esas mesele, bu çevrelerin “cumhuriyet” kaygılarını, daha da siyasallaştırıp, özgürlük -demokrasi içermeyen, Kürt sorununa gözlerini kapatan cumhuriyet savunuculuğunun, Saray savunuculuğuna evrilmek zorunda olduğunu (28 Şubatçılar, Ergenekon’dan yargılananların bir bölümü, MHP, VP’nin, Saray’ın emrine girmesi örneği) anlatabilmektir. Sosyalist, Kemalist, muhafazakâr, Kürt, Alevi vb. bütün toplumsal oluşumların, demokratik bir siyasal zeminin ve seküler bir hukukun herkese lazım olduğunu görmüş olması önemli bir çıkış noktasıdır.