“Ülker Direnişi’nde Aydınlanma ve İnanç Paradoksu” mu!?
Gün geçmiyor ki direnişteki işçiler üzerinden sosyolojik çözümlemelerini bizlerle paylaşan duyarlı dostlara rastlamayalım. Bu sefer dikkatimizi çeken çalışma bir röportaj. Yaklaşık üç aydır direnişte olan Ülker işçilerinden Murat Topal ile yapılan bu röportajda, Murat abinin İslamî kimliği ile içinde bulunduğu direniş hali arasındaki “paradoksu” aydınlanmacı prensipler üzerinden okuyan bir yazar ile karşılaşıyoruz.
İlk olarak teorik dert bizimle paylaşılıyor; esasen “bir direnişe bakarım, direniş mi diye, bir de direnene bakarım, aydınlanmış mı diye” şeklinde özetleyebileceğimiz bir teorik dert, Allah kimseyi böyle ağır yüklerle sınamasın. Yazarın Kant’tan alıntıladığı cümle ile bu teorik dert daha da anlamlı bir yere oturuyor: “Aydınlanmanın temel noktasını, insanların bizzat kendilerinin sorumlu oldukları vesayet durumundan, özellikle de din konularındaki vesayetten çıkmalarında görüyorum; çünkü dini vesayet tüm vesayetlerin hem en zararlısı hem de en onur kırıcısıdır”.
Acaba Kant bir gün aydınlanmacı akıl tarafından, aydınlanmanın bir vesayet aracı olarak kullanılacağını öngörmüş müydü? Kanaatimce yazıdan çıkarılabilecek en mantıklı soru bu. Çünkü emeği ve haysiyeti için mücadele eden, onurunu ayaklar altına alınmaktan kurtarmak için karda kışta direniş çadırlarında nöbette duran, derdini vardiya çıkışlarında arkadaşına anlatmaya çabalayan işçinin, bir de kendi ahvalini ve karakterini -üzerinden buram buram kibir akan bir dostumuza- kanıtlamaya “mecbur” olması aydınlanmacılık üzerinden kurulmaya çalışılan vesayetten başka bir şey ile anlatılamayacak gibi görünüyor.
Ülker’de direnen abiler belli kalıplara sığmıyorlar. Hastalıklı kafalarca mekanik esaslara oturtulmuş “sermaye tarafından sömürülen, derin bir sınıf çatışması yaşadıktan sonra bu çatışmanın en önemli sebeplerinden birinin dini vesayet olduğunu fark eden, aydınlanmasının akabinde örgütlenen ve bir gün o hain patronun ümüğünü sıkan devrimci işçi” bekleyen dostlar, yarısında çıkacağınız bir film bu. Zaten röportajdaki soruların, gelen cevaplara göre iyiden iyiye kötüniyetli bir hale bürünmesi de bu tespitimizi kanıtlıyor; Murat abi röportajı gerçekleştiren dostumuzca belli bir düşünce kalıbına göre konuşmaya sürükleniyor, ülke siyaseti, İslamî meseleler ve sol hakkındaki düşünceleri soruluyor. Soruların arka planındaki aklı fark etmek zor değil, “Yahu bu işçi direniyor, direniyor ama, biraz şey”.. Murat abinin tavrı ise, sevdiğimiz başka bir abimizin belirttiği üzere “Ehl-i tarik sınanmaya zaten hazır tutar kendini. Karşıdan gelen dervişi de bilir, muhterisi de. Ama edebince konuşur hepsine.” şeklinde oluyor.
Bu kadar yazdıktan sonra, röportajı teşhir etmekteki derdimizi söyleyelim.
İşçiyi özne olarak kabul etmek ve derdiyle dertlenmek yerine nesneleştiren ve nesneleşmiş kitlelere önderlik hayalleri kuran dostlarımızı mücadeleye gölge etmemeye davet ediyoruz.
Allah aşkına insanları mücadeleden soğutmayın, bırakın dirensinler. Bırakın da, biz de onlar vesilesiyle bir şeyler öğrenebilelim, bu adaletsiz düzenin elbet bir gün değişeceğine olan imanımızı sürdürebilelim.
Ülker Direnişi’nde aydınlanma ve inanç paradoksu – Burak Öz (direnemek.org)
“Aydınlanmanın temel noktasını, insanların bizzat kendilerinin sorumlu oldukları vesayet durumundan, özellikle de din konularındaki vesayetten çıkmalarında görüyorum; çünkü dini vesayet tüm vesayetlerin hem en zararlısı hem de en onur kırıcısıdır”
Kant’ın yüzyıllar önce söylediği bu söz, Türkiye’de hem de hiç eskimeden geçerliliğini koruyor.
Sınıfsal çelişkinin bir işçi için yaşamında hiç görünmediği kadar ön plana çıktığı direniş alanında, hak eylemlerinde dahi dini, milliyetçi vesayeti yıkarak aydınlanmaya yöneliş kolay olmuyor. Türki işçi sınıfı tarihi bunun örnekleriyle dolu. Çarpıcı bir örnek ise şimdi Ülker önünde 2 buçuk aydır süren direnişte yaşanıyor.
Sofu işçilerin sağcı Hak-İş’ten solcu DİSK’e geçişleri sonrası başlayan mücadele belki en sağdaki işçileri sola, devrimcileri bir noktada yakınlaştırıyor. Belki sağcı işçilerin sol siyaseti, sınıf sendikacılığını anlamalarını sağlayacak. Ama ne kadar?
Kadiri Cemaatinin Hakikat kolundan olan Ülker işçisi Murat Topal’la bu konu üzerine sorularımızı yönelttik.
Tarikatınıza direniş öncesi danıştınız mı?
Rehberimize içerde böyle böyle sıkıntılar var, böyle bir şeyler var dedim. ‘Oğlum hak senin hak, mücadele senin mücadelen. Biz de sana mücadelen için dua ederiz. Yolun açık olsun…’dedi.
Bir arkadaşınızın komünistlerle fazla gözüküyorsunuz diye tarikatının direnişten ayrılmasını istediği doğru mu?
Çamlıca’da bir dergahın mensubuydu. Hizmetçiydi kendi kolunda. Şeyhinin de direnişe başlarken haberi vardı. Ülker’de müdürlerden birisi de o bulunduğu dergâhın müridiymiş. 5 yıldır dergaha uğramayan müdür direnişe geçilince dergaha arkadaşımızı şikayete gidiyor. O gün de arkadaşımıza vekillik görevi verilecek. Yani kendisi de sohbet veriyor, ilim öğretmeye çalışıyor. Hizmetinden dolayı derece verilecekti. O gün o müdür şikâyete gittiği için derecesini vermediler, geri çektiler. ‘Oraya kesinlikle gitmeyeceksin. Hakkını mahkemede arayacaksın. Basına konuşmayacaksın.’ O günden sonra da arkadaş gelmedi.
5 yıldır dergâha uğramayan müdürün sözüne itibar ediliyor. Vekillik derecesinde bir arkadaşın sözü itibarsızlaşıyor.
Ülkerde çalışmaya devam eden işçiler de çeşitli tarikatlara mensup mu?
İçeridekilerin çoğu tarikata üye değil. Fethullahçı diyebiliriz. Sendikada Fethullah’a yakın, Ülker’in bir kısmı da Fethullah’a yakın.
Sizi çalışmaya devam eden işçilere karalıyorlar mı?
İçerde işverenin sendikası Öz Gıda-İş’in karalamaları oluyor. ‘Onlar komünistlerle bir oldular’ diye. 1979’da Ülker’de DİSK varmış. İkramiyeyi, primi o getirmiş. Sonra Ülker kendi sendikasını kurmuş. Hiçbir şey yok. Ben daha ne diyeyim ki… Din başkadır, komünistlik başkadır, bizim Ülker işçilerinin şartlarının düzeltilmesi buradaki amacımız. Sağcıyla, solcuyla, komünistle, şununla bununla işimiz yok bizim. Şahıs namaz kılmıyorsa kendinedir. Namaz kılıyorsa da kendinedir. Yargılayamazsın.
DİSK’e karşı bir ön yargı sizde de var mıydı?
Biz de DİSK’i buraya çıkana kadar yanlış algılıyorduk. Vurucu, kırıcı, delici biliyorduk. İçine girdik, dayanışmayı, insanlığı gördük. Biz bile onlardan çok şey öğrendik. Bizim onlara onların bize ihtiyacı var.
Direniş çadırına neden hep solcular geliyor?
Dayanışmaya geliyorsa, gelme diyemem. Gelecek, tabii bayrağını da açacak, solganını da atacak sonuçta bizim için geliyor. Evine gelen misafiri kovamazsın.
Rahatsız oluyor musunuz?
Rahatsız olduğumuz noktalar var. Bayan arkadaşlar biraz açık geliyorlar. Tabii bizi kimsenin giyimi ilgilendirmez, kalbini bilemeyiz. Parayla imanın kimde olduğu belli olmaz. Açıktık, seçiktir, ama belki o daha Müslümandır onu bilemeyiz. Sıkılıyoruz, ne yapacağımızı bilemiyoruz. El sıkma gibi konularda mesela… Sıkmamaya çalışıyoruz.
Tarikatlarınızdan da desteğe gelmelerini istediniz mi?
Sohbetlerde söylüyoruz. ‘Haklısınız ama karşınızda koskoca Ülker var. Baş edemezsiniz’ diyorlar. Ben de baş edeceğimizi söylüyorum. 40 yıl sonra biz bir çomak sokmuşuz. İçerisi kaynıyor.
Siyasi tercihlerinizde bir değişime yol açtı mı bu direniş?
AKP’ye 3 dönemdir oy verdik. Biz işçiyiz bize yaptığı iyi şeyler olmadı ama bazı yaptığı iyi şeyler oldu.
Neler mesela?
Yollar yaptı, İslamla ilgili bazı çalışmaları oldu. Türbanı çözdü. Ortaokula kadar zorunlu dersi… İçeride bunu tartışıyorduk bize işçilere bir şey yapmadı diye.
Nasıl bir Türkiye istersin?
Her şey para değil. Bayrağımız sallansın. Dünyanın gözü Türkiye’de. Türkiye’yi savaşa çekmeye çalışıyorlar. Türkiye sözde İslam ülkesi. Fatih gelse, Bizanslılar fethetmiş diye yeniden İstanbul’u fethetmeye başlar. İnandığı gibi yaşamak yerine yaşadığı gibi inanmaya başlamışız. Hazreti Ömer’in sözü bu… Batıya özenmişiz maalesef. Cumhuriyetin kuruluşundan sonra öyle şeyler yapıldı. AKP’nin bu konuda bazı atılımları oldu.
AKP’ye yine oy verir misin?
İşçi olarak inanmıyorum AKP’ye. Kime oy vereceğim seçim zamanı değişir. Belki iyi bir adam çıkar. Biz her zaman kötünün iyisine verdik. AKP en azından bir şeyler yaptı. En azından savaşa sokmadı. Yine başka parti yok. İşçi olarak eleştiriyorum ama her şey para değil. Suriyeli zenginleer bak ayakkabı boyuyor. Bayrağımız sallansın. Önce huzur lazım. Güven lazım.
Sol hakkında ne düşünüyorsun?
Ben pek şey yapmadım.
Milletvekili Levent Tüzel size destek veriyor, mesela ona destek verir misin?
Levent Beyi burada tanıdık. Mütevazı emekçi bir insan. Senelerdir desteklediğimiz partilerden 70 gündür buradayız destek göremedik. Çağırmamıza, tanıdığımız belediye meclis üyeleri olmasına rağmen. ‘Ya orası koca Ülker biz uğraşamayız. Siz de orada beklemeyin’ dediler. Halen gelmediler.
Tarikatınız mı kime oy vereceğinizi belirliyor?
Dergah oyunuzu verin ama şuna verin buna verin demez. Bizim dergâhımızda kadın, dergi, siyaset yoktur. Sadece Allaha zikir edilir ve sohbet edilir.
Size destek verenlerden hangisine oy verirsiniz?
Bağımsız olabilir ama CHP ve HDP olmaz. CHP geldi, HDP geldi, Emek Partisi başından beri burada ama oy başka bir şey. Oyun hesabı var. Tabii AKP’ye oy verdik yarın onun hesabı da sorulacak. AKP’nin verdiği hırsızlık olayları var. Ben ona oy verdim, o onun hakkını vermediyse, Allah onun hesabını ona da sora bana da soracak. Ben bir partiye oy verdiğimde o benim dinime, imanıma, bayrağıma, toprağıma saldırmak için girişimde bulunduysa onun hesabını bana da sorar.
İşçilerin en düşük ne kadar ücret alacağını siyasi iktidar belirlemiyor mu?
‘Asgari ücrete şu kadar zam yaparım ama işveren işçiyi kapının önüne dökeceğini söylüyor. Bir eve hiç maaş girmemesinden ise az maaş girmesini tercih ediyoruz. Ekonomi düzelene kadar böyle ’diyen Recep Tayyip Erdoğan derin devlet olduğunu, işverenlere bağlı olduğunu kendi ağzıyla söylüyor. Asgari ücretin yükselmesini işverenlerin engellediğini, kendisinin bir şey yapamayacağını kendi ağzıyla söylüyor. Ekonomimiz düzeldikçe inşallah asgari ücret de düzelecektir.
Direniş çadırında gördüğüm kadarıyla sendikacılar ve öğrenciler sizi hiç yalnız bırakmıyorlar. İçerde çalışan işçilere kötülenen komünizm konusunda direniş çadırında sohbet ediyor musunuz?
Bencil, kendini düşünen. He o kapitalizmdi. Komünist nedir bilmiyorum. Biz sormadık onlarda söylemedi. Siyasete girmiyoruz. Öğrencilerle ‘dersin nasıl, baban ne iş yapıyor’ onları konuşuyoruz. Sadece bizi dinliyorlar. İçerdeki çalışma şartlarını, durumu anlatıyoruz. Aldığımız ücretleri, evimizdeki geçinme şartlarını anlatıyoruz.
Siz onlara İslamı anlatıyor musunuz?
Ben değil de bir arkadaş 20 tane kitap okudu. Ben camide, dergahta duyduklarımı bazen aktarıyorum. Levent Beye bile Meclis’e gittiğimizde gelin cemaat yapalım namaz kılalım diye. ‘İnşallah bir gün olur’ dedi.
Her namazımda, namaz kılmayanlara Cenabıhakkın namaz kılmayı nasip etmesi için dua ediyorum.
Ben konuya komşuya, buraya gelen öğrenciye, sana namaz kıl demem ama anlatırım her Müslümanın boynunun borcu olduğunu.
Mesela genelde bıyıklar uzun oluyor, bıyığını kısalt, sakalını biraz uzat sünnet olsun diye şaka yollu kalp kırmadan dilimiz döndüğünce anlatmaya çalışıyoruz…
Direniş 70 günde ne öğretti?
Ben 39 yaşındayım. Şimdiye kadar öğrenmediklerimi bu direnişte öğrendim. Dayanışmayı, insanlığı, insanların samimiyetini öğrendim.
Çalışırken günde 12 buçuk saat birlikteydik, iş arkadaşlarımı eşimden çok görüyordum.
12 yıl çalıştığım arkadaşlarımızdaki samimiyeti burada direnişe gelen, üniversite, lise öğrencilerinde, sivil toplum kuruluşları, sendika, partilerden gördüm. Elhemdürillah Müslüman’ım. Bize Müslüman’ım elhamdürillah diyen, imamlık taslayan arkadaşlar selam vermiyorlar. Acaba onlar mı yanlış yolda, onların yanlış bildiği insanlar mı yanlış yolda. Müslüman olmak, iyi bir mümin olmak için önce insan olmak gerekli. Ben Müslüman’ım diyenlerden insanlık görmedik şimdiye kadar. Ama onların yanlış tanıdığı insanlardan insanlık gördük. Burası bir laboratuar gibi, kursiyer gibi her şeyi görüyoruz.
İşverenin istediğini işe alma ve istediğini işten çıkarma özgürlüğü olmasın mı?
Olmasın, olmamalı. Keyfine göre işten çıkarma, sendikasını değiştirdi diye işten çıkarma, patronun siyasi görüşüne uymuyor diye işten çıkarma, sizce reva mı?
Özgürlük bunun neresinde? Para benim değil mi? İstediğimi yaparım. İstersem bütün işçileri çıkarır yerine yenilerini alırım. İstersem işletmeyi kapatır, bankaya koyar, faiziyle yedi göbek ceddime bakarım.Keyif benim keyfim. Benimle mi kazandın? Benimle mi hesabını vereceksin? Özelden bahsediyoruz. Devletten değil. İşçinin maaşını çok düşünüyorsan maaşını paylaş, işletme kur, işçi çalıştır. Gerçek bir hedefin olsun. Ama sakın işçini sendikasını değiştirdiği için işten atma.
Arkadaş sen yanlış yere gelmişsin ya, istersen bir daha bak ve bu yorumlarını istersen başka yerlerde mesela Ülker’in sitesinde falan paylaş, para seninse ve istediğini yaparsan burada ne söylemeye çalışıyorsun bilmiyorum. Ha canım trollük yapmak istiyor diyorsan devam et.
Sen gerçekten söylediklerimden bir şey anlamadın mı? Halbuki günümüz Türkçesiyle yalın bir dil kullandığımı sanıyorum. Bu yazı bu sitede yayınlandığına göre yorum bu sayfaya ait hiç şüphen olmasın. Ayrıca her yorum yapana bu şekilde trollük yapıyorsun hadi başka kapıya derseniz sizin ileride iş yeri açtığınızda elemanlarınıza neler yapabileceğinizi düşünemiyorum. Saygılarımla arkadaşım:)
Birincisi hadi başka kapıya demiyorum, yolunu şaşırmışsın diyorum, bu senin söylediklerini bu siteyi takip edenlerin çoğu ciddiye almaz. Mesela bu görüşlerini Anadolu Kaplanlarına falan anlat diyorum, orada alıcısı muhakkak olur diyorum.
İkincisi yine de bir aralık bırakıyorum ve diyorum ki belki trollük yapmak için bu yorumu yazmışsındır, o zaman devam et diyorum.
Üçüncü ve son olarak da diyorum ki, bu platformun bileşenlerinin patron olmak gibi bir derdi yok ki, işçisine nasıl davranacağını düşünsün, yani bu iş yerinde çalışmak adalet üzeredir, iktisat üzere değil, selamlarımla
Pardon arkadaşlar, çok özür diliyorum. Yersiz sözlerimle sitenizin değerli sayfasını işgal ettim. Bundan sonra yorum bırakacağım siteleri daha özenle seçeceğim. He bu arada ben de patron ve patron sevicisi değilim ve hiç olmaya da niyetim yok. Maksat adalet yerini bulsun. Malum patronlarında hakları var.(Yok mu yoksa?)Ayrıca site yöneticilerine yorumlarımın yayınlanmasına izin vermelerinden dolayı teşekkür ediyorum. Sizlerle yazışmak güzeldi.Bu yorumumu da ciddiye alırsınız umarım.
Estağfurullah yersizlik değil de, Suat abi büyüğümüz olarak kızma hakkını görmüş, çünkü ailesini geçindirmeye çalışırken yoktan yere işten atılan anneleri, babaları anlamaya çalışmıyor gibisin.
O şekilde bakınca herkesin istediği elemanla çalışma hakkı var, ancak herşeyi piyasanın insafına; daha basitçe, parası olanların aynı şartlarda “büyüme” imkanı bulamamış ve onların rızasına bağlı olarak çalışmak zorunda kalanlar üzerinde sınırsız söz hakkı olmasına bırakırsak adil olur mu?
İşsizlik bu kadar fazlayken işi patronlara bırakırsak herkesi 300 liraya çalıştırmak ister, geçen iş ve işçi bulma kurumu vasıtasıyla iş bulan arkadaşıma patron ilk 3-4 ay sadece işkur’un verdiği 300 liralık katkıyla geçin dedi. Açlık sınırının 1500 lira civarında olduğu söylenen bir ülkede bilmiyorum başka söze gerek var mı.
sayın adıyaman, sanırım bir yanlış anlaşılma var. iş kanuna göre işveren işçiyi işten çıkarabilir. tazminatını vermek kaydıyla. eğer işçi hakaret ettiği için, verilen işi yapmadığı için veya hırsızlıktan dolayı çıkarılıyorsa tazminatını vermek zorunda değildir. eğer belirli bir sendikaya üye oldukları veya olmaya çalıştıkları için çıkartırsa ve bu kanıtlanırsa ayrıca sendikal tazminat ödemek zorunda kalır.
ülker bu basit, sistem içi kapitalist (yani sizin deyiminizle “özgür”) kanuna bile uymuyor. çünkü tazminat vermemek için çeşitli bahaneler uydurdu ve tazminatsız çıkarıyor.
basit bir işten çıkartma olayı değil yani. işten çıkartabilir bu kanunlara uymak şartıyla. anlatabildim mi?
Benim asıl kafam neye takılıyor biliyormusunuz, bu memlekette kendini en iyi savunan ve istediklerini yaptıran kurumlar, TÜsiad, İktidar partileri ve Güvenlik güçleridir. Bunların benim gibi sıradan insanların savunmasına ihtiyaç yoktur. Adam sırf kendini savunmak için avukat ordusu tutar, medya kurar filan; ama mesela bu Ülker işçisi gibi sahipsizleri çok az insan savunur, onlarında sesi duyulmaz. Buna rağmen sistemin ezdiği sıradan insanlar, işçileri savunacaklarına patronları savunurlar, Roboski’de çocukları öldürenleri savunurlar, hırsızlık yaptıkları açık seçik olanları savunurlar. Bunun adını da adaletli davranmak koyarlar. Daha yeni Metal işçilerinin grevi hükümet tarafından ertelendi ve bazı medya kuruluşlarında bu grevin darbe girişimi olduğu söylenecek kadar insanların akıllarıyla dalga geçiyorlar. Fakat bizim halkımızda bu dolmayı maalesef çok kolay yutuyor. İnsanların işten atılması bu kadar kolay olsun diyen arkadaşlar acaba eve ekmek götürememenin ne kadar ağır olduğunu yaşamışlarmıdır. Ateş düştüğü yeri yakıyor da, biz bari biraz alevin sıcaklığını hissedebilsek.