Mustafa Abu Sharik ile Türkiye’de Sol ve İslam İlişkisi Üzerine Bir Söyleşi
Özkan Şahin 2009’da Birikim Dergisi’nde kaleme aldığı “AKP ve Radikal İslamcıların Hoşnutsuzluğu” isimli güzel yazısıyla dikkatimizi çekmişti. Geçenlerde Tasfiye Dergisi için Hint asıllı Müslüman araştırmacı Mustafa Abu Sharik ile Türkiye’deki İslam-Sol ilişkisi üzerine oldukça dikkat çekici bir röportaj yapmış. Sharik, Boston Üniversitesindeki görevinin ardından Mumbai de bağımsız gazeteci olarak görevine devam ediyor. İktibas ettik.
RÖPORTAJ: ÖZKAN ŞAHİN
– Türkiye’de sol ile İslam arasında bir problem mi var? Sol ve İslam birbirlerine benzer ortak söylem ve arayışlara sahipken, bu ayrılık, daha doğrusu bu karşıtlığın sebebi nedir?
– Bu tip meselelerde konuşmanın zorluğu konuştuğumuz kavramların herhangi kavramlar olmayışından kaynaklanıyor. Biz bunun farkında olarak çeşitli cevaplar verebiliriz ama önce şunu açıklayalım. İslam bir din, Sol ise genelde Marksizm merkezli ideolojileri bir araya toplamış bir ideolojik yelpaze ve gerek sol’un gerekse İslam’ın çeşitli varyasyonları var. Elbette gerek İslam ve gerekse sol benzer gayelere sahipler. İkisi de özünde ezilen yığınların, sadece ezilmekle kalmayan, bilincini, tarihini, estetiğini, kaynaklarını kendileri aleyhine kullanan ezenlerin, şeytanların tahakkümünden kurtulmak için hareket ediyor. İkisi de insana azgınlığı değil terbiyeyi salık veriyor ve yeryüzünde insan unsuruna karşı girişilmiş her türlü bozgunculuğu alçaklık, günah sayıyorlar. Ekoloji meselesinde, toplum ve yeryüzü kaynaklarının kullanımları konusunda, sanata yaklaşımda birbirlerine çok yakın, hatta aynı söylemlere sahipler. Bu kadar benzerliğe rağmen neden aralarında ciddi bir uyuşmazlık var sorusu bu yüzden önemli bir soru. Dediğim gibi İslam bir din, gayesi felsefeden ekonomiye, sanattan siyasete, kısaca hayata hükmetmek; müminlerine alternatif dahi düşündürmeyecek ölçüde kâmil bir hayat tarzı oluşturmak. Allah, doğa, insan, para, politika… İslam’ın varlık sebebi insan ile saydıklarım arasındaki iletişimi sağlamak ve insanı Allah’ın hoşnutluğunu kazanmış bir birey, bir kul haline getirmek. Bu kulluğun merkezinde de Allah’ın sözünden çıkmamak temel esas. En büyük ayrım burada başlıyor. Sol seküler bir yelpaze olarak din ve Allah’ı yaşam alanına sokmak istemiyor, insan ve onun özünün dünyayı, doğayı ve daha önemlisi gelecek nesilleri şekillendirebilecek yetkinlikte görüyor. Solun bu negatif münasebeti sadece İslam’la değil, solun dinle zoraki ilişkisi bu. Hıristiyanlık ve Budizm ile olan ilişkisi de böyle, lakin tabii ki Sol’un iletişim kuracağı dininin de solla ilişkisi açısından önemi büyük. Mesela sol İslam ve Musevilik ile kuramayacağı birçok ilişkiyi Budizm ya da Hıristiyanlık ile kurabilir. Avrupa’da –Özellikle Protestan Kuzey Avrupa’da- dindar solcuların olmasının ve hatta bunların sayısının azımsanmayacak olmasının sebebi budur.
– Peki neden? Hıristiyanlıkla kurulabilen iletişim ve dirsek teması Yahudi ve Müslümanlarla kurulamıyor?
– Bunun makro sebepleri olsa da asıl sebebi bu dinlerin birer Şeriat sahibi olması. İki dinin de insan ve yaşamına bütün noktalarda müdahale eden bir yapısı var. Nasıl yürümeniz gerektiğinden, neler yememeniz gerektiğine, nasıl harcama yapmanız gerektiğinden, kimlerle arkadaşlık kuracağınıza kadar… Budizm ve Hıristiyanlık İslam ve Yahudiliğe göre birer ahlak dini. Onlar sadece bireyin ahlaki kemalâtının peşinde… Oysa İslam ve Yahudilik ahlaklarının yeryüzünde toplumlar tarafından inşasının da peşinde ve bunu da ahlakın şeklini, sınırlarını, kısaca niteliğini belirleyerek gerçekleştiriyor. İslam ve Yahudiliğin Hükümdar peygamberlere, diğer dinlerin ise zahit, derviş peygamberlere sahip olması gerçeğinin tarihe yansıması bu. Hz. Musa Firavunla savaştı, Hz. Süleyman haşmetli bir Kraldı ve Hz. Muhammed hükümdarları devirip yeni bir kentte İslam’ın hükümdarlığını kurdu. Oysa Buda ve İsa hükümdarlara karşı birer zahiddi… Bu bir nevi dinlerin kaderinin birer prototipi. İşte Sol ile olan ilişkinin kökeninde bu kader var. Sol bugün herhangi bir ideoloji ötesi bir konum, kitapsız ve tanrısız bir din. İki dinin yan yana, el ele bir toplumu ıslaha yeltenebileceğini aklınız alıyor mu?
– Türkiye’deki ilişki bu durumun rücusu mu yani?
– Türkiye’nin bu meselede kendine has şartları, koşulları ve sonuçları var. Öncelikle şu soruya cevap verilmeli. Bir Müslüman solcu olamıyor tamam; bir Müslüman sağcı mı olmalı? Cevap tabii ki de hayır! Hatta şunu diyeyim, bir Müslüman mutlaka iki kamptan birini seçecekse de solu seçmelidir.
– Neden?
– Nedenden önce şunu açayım. Türkiye’de temel açmaz Müslüman insanların devletin ve ardından da toplumun sekülerleşmesi sürecinde başlarına ne geldiğini anlayamamaları. Bu anlamsızlık, bu anlam bulanıklığı onları maalesef sağ’ın kucağına attı. İslam’ın insan, toplum, politika tasavvurlarına hâkim olmayan geniş insan ve hatta aydın yığınları seküler devletin “içtimai mefkureciliğinin” donelerini İslam geleneğinin bir parçası gibi algılamak zorunda kaldılar. Bu aslında bir nevi gâvura kızıp oruç bozmaydı. Laiklerin pozitivizmi ve Komünistlerin ana propaganda malzemeleri olan ateistliği Müslümanları bu bahsini ettiğimiz sekülerlerin önemsemediği, ikincil kıldığı, yadırgadığı her türlü kavramın toplamından bir ideoloji üretmeye itti. Türk sağına bakın bu özensizliği, bu içi doldurulamamışlığı koskoca bir tarihsel bulanıklık olarak görürsünüz. Türk sağının bir Müslüman gözünde seçilebilir olmasının başlıca sebebi vardır, o da sağın İslam ve değerlerine karşı saldırgan olmaması, hatta çoğu zaman korumacı bir tutumla yaklaşmasıdır.
– Peki, bu bir sebep bu kadar tarihsel bir önem arz eder mi?
– Sağ ne adaletçi yaklaşımlar göstermiştir, ne dış politikada bir bağımsızlık fikrine ve duruşuna sahiptir, ne ülkenin ve toplumun tarihselleşmiş problemlerine bir çözüm sunabilmiştir ve ne de insan kaynağı olan Müslümanların açmazlarına anahtar uydurabilmiştir; lakin popülerdir ve popüler olacaktır. Çünkü din insanın onurudur, inançlı insan bunu böyle algılar ve dine gerçek bir kutsiyet atfederler. Din insanın bütün yaralarının merhemi, yaratıcısı ile arasında bir iletişim kablosu, değerli kıldığı her şeyin doğduğu odaktır. İnsan tabii ki ideolojik seçimini böylesi önem atfettiği bir değer üzerinden yapacaktır. Dini olmayanlar maalesef bunu anlayamazlar. Türkiye’deki solcuların da anlamadığı budur. Daha ileri gideyim. Aslında sol ve sağın toplumla ilişkisi hastalıklı bir ilişki. Bu hastalıkların temel sebebi de iki hareketin de toplumun tarihsel süreçte gelişen ihtiyaçları merkezinde gelişmemiş olması. Etrafımızdaki ülkeler için de böyle. Osmanlı bakiyesi olmanın bir tezahürü. Önce Modernleşmenin siyasal kavramları ile bir karmaşaya düşen ve gerçek ile hayal arasındaki dengeyi kuramayan Osmanlı aydınlarının krizi… Türkiye Cumhuriyet’ine Osmanlıdan kalan en kara miras olan bu kriz, ardından 27 Mayıs’tan sonra oluşan kentleşmenin doğurduğu bulanıklıkla çıkan ve çözüm ihtiyacından ziyade heyecan ve ütopya ile sahiplenilmiş ideolojiler. Yani Modernliğin çöpe attığı kavramlarla, krizlerle toplum kurguları edinmiş aydın gruplarından bahsediyoruz. Bu çetrefilli süreçler sağcılara ve solculara maskeler hediye etti. Sağcıların maskelerini kaldırdığımızda derin ve umarsız bir münafıklık, solcuların maskelerini kaldırdığımızda ise belirgin, baskın ve azgın bir değersizlik görüyoruz. Ben gerek öğrencilik dönemimde gerekse sonrasında sol literatürün Türkiye’deki hemen hemen bütün yayınlarını okudum, ailem ve arkadaşlarım içindeki solcularla tartıştım. Benim gibi bir Müslüman için dikkate alınabilecek iki tane aydın gördüm. İlki Hikmet Kıvılcımlı… O eserlerinde din kavramının, İslam’ın önemine dikkat çekiyor, dinin yadsınarak, dindarların hiçe sayılarak Türkiye’de sosyalizmin ciddi bir yol alamayacağından bahsediyordu. Bir dindar, bir Müslüman değildi ama en azından İslam karşıtı, İslam düşmanı bir pozisyonu yoktu. Diğeri ise Fikret Başkaya… Çok ciddi bir entelektüeldir, popüler olmasa da tek başına neredeyse Türk Sosyalizminin abidesi olmuştur. Türkiye’deki hâkim ideolojiye en ciddi, en kaliteli, en bilimsel usullerle cevap vermiş hâkimlerin bütün kalelerinde fikirleri ile surlar açmıştır. Ne katıldığım toplantılarında ve ne de külliyatında İslam’a ve Müslümanlara hakaretamiz bir tutumuyla karşılaşmadım, hatta saygıdeğer ve pozitif bir tutumla karşılaştım. İki aydın da benim gözümde önemlidir, okunurdur, istişare edilebilirdir, lakin sol, sermayesi olan İslam düşmanlığından sıyrılmak zorundadır, sıyrılmazlarsa da koskoca bir insan denizi içerisinde marjinal çılgınlar olarak kalmaya devam ederler.
– Yani –sorumu yanlış anlamayacağınızı biliyorum ama bu şekilde sormak istiyorum- Sol, İslam’ı siyasal söylemini güçlendirmek ve demografik gücünü artırmak için mi kullansın?
– Bu harika bir soru. Bakın İslam kimsenin kullanamayacağı kadar köklü, gelenek sahibi şimdiye dair sağ ve soldan daha güçlü bir söyleme sahip bir din. Tekrar ediyorum din. Ama Müslümanlar birçok zaafa sahip uçsuz bucaksız bir insan yığını. Sol dediğimiz yelpaze içerisindeki hareketler ise öyle yabana atılacak, insan ve problemlerine çözümden aciz hareketler değil. Müslümanlar reelde, yani dinlerinin dinamiklerine göre bir kamp seçmek zorunda kalacak olsa ve bunu tarihten bağımsız bir gözle değerlendirecek olsalar tabiî ki kampları sol olmalıdır. Ben kendimi düşünüyorum. Bir Müslüman’ım ve benim, dininin direktiflerinin farkındalığında olan benim sağ ile ne gibi bir ortak paydam olabilir! Ben anti milliyetçi bir adamım, ben sermayenin serbestliği ve denetimsizliğine karşıyım, ben sosyal adalet, kaynakları toplumun istifadesine sunma konusunda devletin katı rolüne inanan biriyim, benim gibi olmayanların hakkına riayet konusunda dirayetli olma mecburiyetinde olan biriyim, ben askerlik karşıtı olmak, emperyal kaygılar için etrafımdaki halklara namlu doğrultulmasına canım pahasına karşı olmak zorunda olan biriyim! Üniterizmin hiçbir kavramı gözümde değerli değil, yaşamı Allah, adalet ve ahlak üzerine kurulu bir adamın sağ ile ne işi olabilir? Her şeyi ile modern, milliyetçi, üniterliğin bulanık kavramlarını dininin kavramlarından neredeyse üstün tutan, tarih kutsayıcı, dünyevi kaygılar için insan ve onurunu feda edebilen, çatışmacı, diyalog düşmanı sağ ile benim ne işim olabilir? Varlık sebebi ahlak ve adalet olan, ahlak ve adalet hakikatlerine mugayir her şeyle mücadele görevi olan ve eğer ahlak ve adaletin iflası söz konusuysa hiçbir pazarlığa girmeyecek bir adamın ne sağ ile ne işi olabilir? Unutmayalım İslam dinamiklerini maslahat konusu yapan insanlara münafık der, bizler hakikatin savaşçılarıyız. Lakin dediğim gibi ben veya benim gibi birkaç adamın bunların farkında olması yetmez. Sol, İslam’a karşı olan tavrının Sağ’ın temel sermayesi olduğunun farkında olacak.
– Mesela Türkiye’de Sol kitlesel olarak Alevilere ulaşmış durumda, Aleviler de Türkiye’nin solcu insan kitlesi olarak Türkiye’nin tarihinde konumlanmış konumda. Sol Sünni gruplardan insan kazanımları elde edemez mi?
– Edemez… Zaten Sol Alevileri kazanarak elde etmedi. Alevilerin solla ilişkileri çok başka bir konu. Aleviler biliyorsunuz Heteredoks bir dini duruşa sahip. Yani tarihleri boyunca Mana dediğimiz İslam’ın ahlak merkezli iç dinamikleri ile ilgilendiler, din ve ahlak felsefelerini mana ya da öz dedikleri Kur’an ve Ehli Beyt’in ahlak anlayışını düşünce ve yaşamlarına uyarlamaya çalışmak oldu. Dolayısıyla İslam’ın şeriat, yani gündelik uygulama, ibadet ve dini ritüel kanatlarını öz arayışına oranla ikincil plana iterek, tasavvufi bir Caferi kavrayış olarak kaldılar. Bu yapıları onları Şeriatı, zahiri anlama ve uygulamada zayıf insanlar yaparken, manayı ve batını anlama konusunda güçlü insanlar haline getirdi. Dolayısıyla aslında İslami birer düstur da olan hak, adalet, paylaşım, insan ve doğaya saygı gibi düsturlar Alevilerde kitlesel olarak içselleşti. Geçmişte Celali olan bu insanlar şehre gelişle birlikte içsellerindeki söylemi solda buldular ve kitlesel desteklerini sola verdiler. Yani Sol Alevileri elde etmek için bir proje, bir faaliyet, bir girişimde bulunmadı. Aleviler ideolojik özdeşliklerinden dolayı Sol’u tercih ettiler. Bu tercihte öyle çok ince ayrıntıları ile çerçevelenmiş, şekli, kuralları belirli bir tercih olmadı. Sonuçta onlar da bir geleneğin insanlarıydı ve zamanla Marksizm’in kaba materyalizmi Alevi okumuşları solun önemli karakterlerinden yapsa da avami kitle seküler, sosyal demokrat oluşumların içerisinde etkin olmayan kalabalık bir unsur olarak şekil aldı. Düşünün, Türkiye’deki bu Alevi nüfus olmasa sol, sosyal demokrasi ya da türevleri varlığı demografik değer taşıyan bir kitleden bile mahrum olacaklardı.
– İhsan Eliaçık ve Müslüman Antikapitalistler gibi örnekler görüyoruz Türkiye’de. Bunlar Müslümanlar arasında yeni bir sol algı oluşturabilirler mi?
– Hoş, düşünen, hakikat peşinde insanlar lakin konjonktürün doğurduğu hareketlerden birisi. Bu tip hareketler var, gelecek dönemlerde de göreceğiz. Bir kök oluşturmaları imkânsız çünkü İslam geleneğinden beslenen hareketler değiller, daha çok İslam’ın modern yorumları diyelim bunlara. Ak Parti ile doğan müsrif sağcı-İslamcı sınıfın aşırılıklarına karşı doğan bir sert hareket olarak görebiliriz bunları. Bu tip aydın ve hareketler kimi Müslümanların bilinçaltında sağın ve sağcılığın ne menem bir şey olduğuna dair sezgilerin olduğunun kanıtı, yeterli değil ama olsun. Benim korkum başka… Refah Partisi aslında Müslümanlar için kimi yönleri ile çarpık da olsa sol bir deneyimdi. Sonuçta adaletçi bir söylemi vardı, uluslar arası emperyalizme, Avrupamerkezciliğe karşıydı, işçi haklarından, kapitalizmin sebep olduğu çöküşlere ciddi eleştiriler getiren ve bu eleştirilerini de benimsemiş bir hareketti. Hatta belki çok eleştirilebilir bir cümle kuracağım ama Türkiye’de etken alan oluşturabilmiş tek sosyal demokrat hareketti. Şehirleşmenin tamamladığı, inançlı ve kimsesiz insan kitlelerinin kimsesiz kaldığı, bir karakter arayan Türk avamının birçok ihtiyacına karşılık veren bir söyleme sahipti ve iktidarda olduğu dönemde de bu söylemi uygulamaya girişti, bu yüzden de 28 Şubat kayasına çarptı. Hepimiz için kötü olanı, Sermayeciliğin çarklarında ahlakları ezilmemiş o güzel saf yığınlar şimdi içlerinde mantar gibi sermaye öbekleri bitirdiler ve bugün eski devrimci sayılabilecek söylemlerinin yerinde artık restore olmuş, Amerikan liberalizminin değerleri ile kaynaşmış ve eski insan merkezlikten uzak bir yeni sağ anlayış var. Bu sağ anlayış bütün değerleri kullanmada gün geçtikçe ustalaşıyor. İslam, demokrasi, bireysel özgürlük, serbest piyasa, uluslar arası çıkarlar. Ve daha kötüsü yeni sağ, dünyevi her başarıyı uhrevi bir kazanç, tanrısal bir hediye olarak algılıyor. İslam’ın Müslümanları en ciddi şekilde uyardığı yanılsama… Artık İslam’ın düşman olduğu her şeyi ciddi bir estetikle sağa angaje eden bir yapı var ve bununla mücadelenin tek yolu İslam’ın öz değerleri ve geleneğine sahip çıkmak. Daha da kötüsü sol gün geçtikçe kan kaybediyor, Türkiye’deki köksüzlüğü onun kitlelerle münasebet gücünü öldürüyor, bitiriyor. Hala kısır çatışmalar ve küçük, mikro başarıları Ekim Devrimi sanma zaafları. Korkarım ilerleyen yıllarda Türk solunu da bizim gibi üç beş tane Müslüman hizaya çekecek. Lakin tabiî ki Marksistleşerek değil, modernleşerek değil. Mesela kardeşlerim kendilerine “Antikapitalist Müslüman” diyorlar. Müslüman bu değildir ki! Müslüman Modernizmin bütün kahırlarına düşmandır, Müslüman dünyevilik düşmanıdır. Bizlerin kaygısı insanın ve onurunun bütün dünyevi değerlerden üstünlüğünü hatırlatmak. Bunu da peygamberimiz ve onun mübarek ailesi ve yol arkadaşlarından aldığımız mirasla, gelenekle gerçekleştirebiliriz. Sağcılıkla mücadele edeceğiz diye yeni sağcılıklar oluşturup başımıza bela almamalıyız.
– Peki, bu süreçte Türk Solundan çeşitli gruplarla temas ve iletişim olmalı mı?
– Türk solunun tarihinden istifade etmeye Müslümanların ihtiyacı var. Birçok konuda benzer fikirleri olan insan gruplarının, benzer tarihleri, benzer açmazları, benzer krizleri veya benzer kazanımları olacaktır. Biz Müslümanların demografik bir gücü oldu ve bu da Türkiyeli hâkimlerin bizimle iletişiminde sistem gözetmelerine neden oldu, solculara yaklaştıkları vahşilikte bizlere yaklaşamadılar. Bizim Diyarbakır gibi bir deneyimimiz olmadı, biz burjuvazinin hep gülen, estetikçi, sanatçı yüzünü gördük. Mamaklardaki, metrislerdeki yüzle karşılaşmamamız demek, karşılaşmayacağımız manasına gelmez. Ha bizim içimizden hâkimlerin başına bela olmuş abide adamlar da çıkmadı, asıl derdimiz bu. İslamcının modernizmle olan krizi Müslüman yığınların belası oldu. Kaynayan bir dünya var karşımızda ve düşmanlarımız çok güçlü. Ama bizler de Allah’ın bizim yanımızda oluşunun farkındayız. Ve rahmete talip olduğumuzun ve kötünün safında olmadığımızın da farkındayız. İşi sadece sol gruplarla ideolojik iletişim ya da işi sadece antikapitalizm formunda tutamayız. Bizler Müslümanlar olarak zaten solcuyuz. Ha bu tartışılır, kimileri diyor ki biz sol ve sağın üstünde bambaşka bir format ve formasyonuz. Konuşulur. Lakin sağcı değiliz ve olmamalıyız, bu tartışmasızdır ve bunun farkındalığı bile bazı taşların yerinden oynamasına yeter. Şu da unutulmamalı ki bizim gibi insanlar salt politik bir dürtüyle hareket etmez, biz her şeyden önce Allah’a vereceğimiz hesabı düşünerek kendine konum kılan adamlarız. Ne yapalım yani, bir koyup üç alacağız diye din kardeşlerimize, mazlumlara, ezilenlere karşı savaşlarda şeytanların peşine mi takılalım. Zamanında Viyana kapılarını döven adamların torunlarıyız diye Kongo’daki, Somali deki kardeşlerimizin barış gücü mü olalım? 6. Filoya dönük namaz kılan dindaşlarımızın (!), Suriye’de cami bombalayan dindaşlarımızın (!) alnındaki leke sadece alınlarında kalmıyor. Siz Diyarbakır Cezaevi ya da Vietnam savaşın rezaleti hakkında konuşan kaç tane Müslüman okumuşa rastladınız? Bir kişi dahi bu durumlar, bu ahlaksızlıklar ve bu göz yummuşluklar İslam’ın suçu derse işte o zaman karşımıza hesap veremeyeceğimiz sorular çıkar.
Kaynak: http://www.tasfiyedergisi.com/direnen-edebiyat/?p=4240
Bu abi meseleleri iyi okumuş. Bu kalibrede bir okuma düzeyi saglam tahlil yeteneği gerektiriyor. Devrimci esigin üstünde şeyler söylemiş. Çok güzel röportaj.. paylaşım için teşekkürler.
Özkan’ın Tasfiye’deki öykülerine de işaret edecek bir sanatsever yok mu Allah aşkına koca EmekAdalet’te!