Akif Emre – Toplumu Güçlendirmek Lazım
Üzerine konuşmanın, tarafı olmanın giderek güçleştiği, tutarlılık ve netlik ölçütleri içerisinde değerlendirmenin zorlaştığı, en önemlisi de hareketin artık teori ve analizin çok önüne geçtiği bir fenomene dönüşen Taksim Gezi Parkı eylemleri üzerine Akif Emre nefis bir yazı kaleme almış. Tartışmayı eylemciler versus hükümet ekseninden, yahut tipik bir AKP-CHP çekişmesinden başka bir zemine, adalet ve merhamet eksenine çağıran Emre’nin yazısı, son günlerin moda tabiriyle meseleye dair hakikaten “akil” bir ses, makul bir tavır. Yerliliğin romantik bir arketip, neoliberalizme payanda, düzenin bekasına meşruiyet olarak yeniden tanımlandığı bir dönemde, yerlilikten ne anlamamız, ne ummamız gerektiğine dair vurgusu ise üzerine düşünülmeye değer. Toplumsallaşmaya, toplumsal taleplere atfettiği önemin, akıl sahipleri için bir uyarı olmasını ümit ederek istifademize sunuyoruz.
AKİF EMRE
Hiçbir toplumsal talep ve buna bağlı hareket siyasetten azade olamaz. Hayatın kendisi de bizatihi siyasetin (politikanın değil) bir parçasıdır. Yaklaşık iki haftadır yaşadıklarımız ne siyasetten arındırılmış toplumsal hareketlerdir ne de siyasetin manipüle ettiği güdümlü yığınlardan ibarettir. Sivil talepler de geniş anlamıyla siyasetin parçasıdır.
Gezi Parkı olaylarının çıkış nedeni, bugün itibari ile geldiği nokta için söylenebilecek her söz taraf olmayı, birilerini karşınıza almayı gerektirecek mahiyette. Bu süreçte takınılan tavırlar o denli ayrıştı ki ve gerilim o kadar arttı ki, ne söylenirse söylensin bir yerden karşı tarafa konuşmak anlamına gelecek. Bu durum tam da toplumu adeta ortadan ikiye bölen bir fay hattının harekete geçirilmekte olduğunu, harekete geçtiğini göstermez mi?
Belirtmek gerekir ki, ilk kaybettiğimiz şey, hak ve adalet ölçüsünü her türlü siyaset, iktidar, sınıf ve çıkar kaygısının üstünde tutan bir yaklaşım, ilkeli tavır ve tutarlılık oldu. Taleplerin mahiyeti ve toplumsal desteği ile siyasetin tavrı ve toplumsal desteği bir müddettir unuttuğumuz, unutmak istediğimiz kamplaşmayı çok kısa sürede ortaya çıkardı.
Her şeye rağmen birkaç hatırlatma bundan sonrası için anlamlı olabilir:
– Siyaseten gerekçeniz ne olursa olsun adalet ölçüsünü terk etmeyi meşru gösterecek hiçbir mazeret olamaz.
– Vesayet rejiminden çok çekmiş olan bu ülkede siyasetin elini güçlendirmekten ziyade toplumun güçlenmesi, güçlendirilmesi ilkesel olarak önceliklidir.
– Toplumsal talepleriniz ne kadar masum ve gerçek olursa olsun bunu gerçekleştirmede başvurduğunuz yöntemler meşru olamadıkça haklılık kazanamazsınız.
– Yaşadıklarımız, toplumun çok açık biçimde öfke patlamasına doğru sürüklendiğinin, kamplaşmanın tehlikeli boyutlara her an evrilebileceğinin sinyallerini vermektedir.
– Toplumu birkaç hassas konuda karşı karşıya getirecek bu kamplaşmanın harekete geçmesi durumunda kimin haklı olduğunun, kimin masum taleplerle yola çıktığının, kimin uluslararası komplo ile karşı karşıya kaldığının anlamı kalmayacaktır. Yakın siyasi geçmiş bunun acı tecrübeleriyle doludur.
Bu tespitler daha da uzatılabilir. Toplumun önünde söz söyleyen, yönlendirme imkanını elinde bulunduran, siyasi ve sosyal etkiye sahip herkes büyük sınavdan geçiyor…
Bu ülkede kimin gerçekten yerli olduğu, bu topraklara aidiyet bağıyla bağlı olduğu sınanmaktadır. Gerektiğinde vazgeçmesini bilen, gerektiğinde ‘tarihi sükuneti’ vakur biçimde takınma erdemini gösterebilenler, siyasal görüşleri ne olursa olsun yerlilik bilinciyle hareket edenlerdir. Gerisi uzun laf kalabalığı…
Vicdan ve adalet duygusunun söz ve eylemlerde, taleplerde ne kadar belirleyici olduğu da bu bir o kadar temel kriterdir. Ve bu süreçte buna daha çok ihtiyaç duyacağız.
Haksızlığa uğramış olmakla komploya kurban gitmenin, biriken öfkenin sokağa dökülmesi ile yangına körükle gitmenin, gerekçelere sahip olmakla yerlilik ve vicdan sahibi olmanın sınandığı günlerdeyiz.
Toplum sosyolojisini doğru okuyup adaletle davranmak, yargılamadan önce anlamaya çalışmak, yani toplum mühendisliğinden kaçınmak gerek. Toplumun dokusuyla oynayanlar kısa sürede kendi projeleri için faydalı sonuçlar çıkarabilir ama nihayetinde o ateş kendilerini saracaktır.
İster sokakları dolduran kitleleri yönlendirin, isterseniz iktidar erkine sahip olun taleplerinizle bunu elde edişiniz arasındaki meşruiyet ilişkisi; bu ülkede yerli olanı, bizi biz yapan şeyler neyse onları kimin nasıl sahiplendiğini ortaya çıkarır. Bu ülkeyi var kılan değerlerle barışık olmasanız bile bu değerlerle kurduğunuz ilişki sizin bu memleketle kurduğunuz sahici ilişkinin göstergesidir. Muktedir olarak hakkaniyeti gözetip gözetmediğiniz de adalet duygusunu yitirip yitirmediğinizin göstergesidir.
Yerli olmayanların bu ülkeye sahip çıkmaları söz konusu değildir. Unutmayalım ki, bu coğrafyada toplumun kodlarıyla oynayanlar, yabancı işgalciler olduğu kadar onların biçtiği deli gömleğini giyen yerli görüntülülerdir de.
Güç zehirlenmesine karşı en büyük panzehir adalet ve merhameti elden bırakmamaktır. Bu toprakların mayasında olan, ‘zalime başkaldırırken bile merhamet ve sevgiyle, mazlumu savunurken adaletle davranmasını’ bilmektir yerlilik.
Kaynak: https://www.yenisafak.com/yazarlar/akifemre/toplumu-guclendirmek-lazim-38126