Akif Emre – Suriye’de Başa Sarmak
“Kalbiyle düşünüp, zihniyle hisseden” bir ümmet olduğumuz söylenirdi. Ne var ki son zamanlarda sıklıkla kalbimiz ile aklımız arasında bir tercih yapmaya, ikisini birbirinden ayırmaya zorlanıyoruz. Suriye’deki savaş da bunun en acıtıcı örneği durumunda. Ne Baas rejiminden, ne de emperyalizmin kirli stratejilerinden yana olmayanlar için herhangi bir tarafta konumlanmanın neredeyse imkansız olduğu, öte yandan her gün vahşet görüntülerinin ekranlardan fışkırdığı bir dram var Suriye’de. Meseleye ne soğukkanlı yaklaşmak mümkün, ne de hararetle bir çözüme ulaşmak. Dış politika meselelerinde kimi zaman fazla insansız, öznelliğe biraz az yer bırakan analizleri olsa da akl-ı selim ile hissiyat arasında makul bir denge tutturan Akif Emre, bu konuda herkes için oldukça faydalı salim bir göz olarak bakıyor olaylara. Aradan iki sene geçmesine rağmen ne devrimcilerini zafere ulaştığı, ne de Baas’ın “teröristleri” alt edebildiği bu savaşta Emre, strateji ile duyguların çatıştığı “şimdi”yi, yaşadığımız “an”ı ve fiili olanı yazmış.
AKİF EMRE
Suriye”de Baas Rejimine karşı başlayan gösterilerin silahlı mücadeleye evrildiği, hâlâ Esad”ın nasıl olsa kısa sürede çekileceği umudunun çok yaygın olduğu günlerdeydi. Özgür Suriye Ordusu ilan edilmiş, Suriye ordusuna bağlı güçlerle yer yer çatışmalar yaşanıyordu. Tam bu süreçte Suriye muhalefetinin bir tür sözcülüğünü yapan isimlerden biri durumu özetleyen bir bilgilendirme toplantısı yaptı. Katılanlar Suriye”deki İslami hareketlere destek veren en azından Baas Rejimi”nin gitmesini isteyen çevrelerin temsilcileriydi. Muhalefet sözcüsü son derece gerçekçi ve rasyonel açıklamalar yaparak mevcut durumu anlatıp kendileri açısından hangi aşamada olduklarını, muhalefetin gücü ve zaaflarını analiz etti. Bence son derece makul bir özetti. Ne var ki İstanbul”dan Suriye”deki muhalefeti destekleyen isimler, sözcü her “uluslararası dengeler, stratejik hesaplar, askeri ve siyasi durum” gibi sözler ettikçe gelen tepkileri çok iyi hatırlıyorum: Askeri güç, stratejik dengeler gibi gerekçeler Suriyelilerin haklı mücadelesinin önünde engel olmamalıydı. Sonuna kadar bu kutsal mücadeleye devam etmeliydiler. Türkiye”deki Suriye dostlarının bu duygusal ve hamasi yaklaşımı karşısında muhalefet sözcüsünü çok daha soğukkanlı durduğunu söylemeliyim.
Bu nasıl bir mücadele biçimiydi ki, Ortadoğu”nun en katı askeri rejimlerinden birini devirmeye kalkanlar stratejik ve askeri güç dengelerinin anlamsızlığı, uluslararası hesapların önemsizliğine dayalı bir mücadele vererek başarı kazanacaktı?
Dün Suriye muhalefetinin lideri Muaz el-Hatip”in kişisel görüşü olarak açıkladığı sözleri, ajanslara düşünce bahsettiğim toplantıdaki görüntü aklıma geldi. Uluslararası haber ajanslarından geçen ancak bu satırlar yazılırken, birinci kaynaklardan teyit edilmemiş olan habere göre Muaz el-Hatip, bazı şartların yerine getirilmesi durumunda Esad rejimiyle görüşmeye hazır olduğunu söylemiş. Kişisel görüşü olduğunu belirttiği açıklama; bu zamana kadar sürdürülen her türlü görüşmeyi reddeden çizgide önemli bir kırılma işareti. Bu açıklamanın bir kaç gün önce Rus Dışişleri Bakanı”nın sözlerinden sonra gelmesi de daha anlamlı hale geliyor. Hatırlanacağı üzere Rus Dışişleri Bakanı”nı “Esad rejimine hiç destek olmadıklarını, her geçen gün rejimin çökmekte olduğu” anlamına gelen sözler sarf etmişti. Muhalefet görüşmeye yaklaşırken Rusya da Esad”a verilen kredinin sınırsız olmadığı, stratejik çıkarı gerektiğinde destek vermekten vazgeçeceği anlamına geldiği çok açık.
Asıl çarpıcı olan açıklama ise “oturdukları yerden muhaliflere mücadele etmelerini söyleyip görüşmemelerini tavsiye edenlere” yönelik eleştirisiydi herhalde. Bir yıl kadar önce Suriye”deki olaylara küçük insani yardımdan öte maddi katkısı olamayan, ancak kamu oluşturmada belli etkinliğe sahip kişilerin “stratejik dengelerin, maddi gücün bu hak davayı engellemeyeceğini” salık veren hamaset düzeyi son derece yüksek konuşmaları hatırlamadan edemedim. İstanbul”da bu tür tavsiyeler yapılıyorsa Arap coğrafyasında kim bilir neler söyleniyordu ki fetva yayınlayıp, televizyon ekranlarından her türlü ajitasyon yaparak Suriyelileri Esad”a karşı kışkırtanları hatırlayınca olayın vahameti daha bir ortaya çıkar.
Tekrar başa dönecek olursak, daha önce dile getirdiğimiz bazı hususları hatırlatmanın bir hafıza tazelemek anlamında yararlı olacağını düşünüyorum,
Arap baharında esen dalganın Suriye gibi muhalefet potansiyeli hayli yüksek bir ülkeyi etkilememesi mümkün değildi
Suriye”de başlatılacak bir ayaklanmaya Baas Rejimi”nin nasıl karşılık vereceğini bilinmiyor değildi. Hama Katliamı gibi sabıkası olan bir rejimin çiçek atarak gitmeyeceği çok açıktı.
Silahsız gösterilerin silahlı mücadeleye dönüşmesi durumunda bir insanlık trajedisinin yaşanacağı, mücadeleyi kendiliğinden dışa bağımlı hale getireceği birazcık “devletler oyunu ” hakkında fikir sahibi olan herkes bilir.
Körfez ülkelerinin, Suud”un ve Türkiye”nin desteği ile kısa sürede başarı beklentisine sokulan muhaliflerin silahlarına karşılık Esad rejiminin daha etkili, daha büyük ateş gücüne sahip olduğu bilinmiyor muydu yoksa “bu yolda silahın ne önemi var” mı deniyordu?
Silahlı çatışmaların başlamasıyla bir yanda rejim daha önce tecrübe edilen kanlı yöntemlerine başvurmaktan hiç tereddüt etmediği gibi muhalefet de dışarıdan gelen “kontrolsüz” grupların eylemeleriyle imajını zedeledi
Silah almak bir çuval patates almak demek değildir. Silah ve para yardımı yapan her siyasi güç bunu kendi stratejik hesaplarına uygun düşecek bir denkleme de gerçekleştirir ya da yapmaz.
Amerika”nın ve bölge ülkelerinin Suriye”deki rejime karşı söylem düzeyinde takındıkları tavra bakarak kısa sürede müdahale edecekleri beklentisiyle muhalifleri cesaretlendirenlerin, ne ABD”nin ne Avrupa”nın kısa sürede böyle bir müdahaleye niyetlerinin hatta bunu gerçekleştirecek güçlerinin olmadığını hesaplamamış oldukları anlaşılıyor. Avrupa”nın ortasında Bosna”da 250 bin kişinin katlini seyreden Batının, Ortadoğu”nun ortasında vahşeti engellemek için katliam katsayısının ne olduğunu henüz kestiremiyoruz.
Hepsinden vahimi bölgede farklı stratejik hesaplar peşindeki (İran ve Türkiye gibi) ulusdevletlerin Suriye üzerinden mezhep eksenli bir kamplaşmaya gitme eğilimi göstermesi ve bunun sekter ve etnik fay hattının tetikleme ihtimalidir. Bu durum Suriye sorunu bir şekilde çözülse bile kapanması zaman alacak derin bir çatlak olarak kalacaktır.
Bu liste uzatılabilir. Sonuçta 60 binden fazla can kaybı, yüz binlerce mülteci, harap olmuş bir ülke, ne zaman hangi tarafın zaferiyle biteceği bilmeyen bir iç savaş ortamı. Haklı olmak ne vicdanı köreltmek ne de aklı iptal etmek anlamına gelir.