Soma kazasında öğrenebildiklerimiz – Ümit Kıvanç
Başbakan Soma’daki patlamadan sonra ertesi gün yaptığı açıklamada ne demişti. “Madenciliğin fıtratında ölüm var.”
Şimdi bir soru soralım, madenciliğin fıtratında mı, yoksa aşırı kar etmek için özelleştirilen, taşeronlaştırılan madenlerin, vahşi kapitalizmin, insanları güvencesiz çalıştıran Neoliberal politikaların fıtratında mı ölüm var, cinayet var, sömürü var.
Ümit Kıvanç paylaştığımız yazısında bunları tartışıyor ve şunu soruyor, “Bir özel şirkette güvenliğe de, üretime de aynı birim bakarsa, bu yönetici tavrını güvenlikten yana mı, üretimden yana mı koyar?”
http://riyatabirleri.blogspot.com.tr/2014/05/soma-kazasnda-ogrenebildiklerimiz.html?spref=fb
Ümit Kıvanç
15 Mayıs 2014
Soma’da yüzlerce insanın ölümüne yolaçan Türk usûlü vahşi kapitalist katliamın üzerinden iki gün geçti. Kazanın sebebi, içerideki işçi sayısı, kaçak işçi olup olmadığı, şu anda içeri su basılırsa orada kalacak cenazelerin sayısı… konularında, yani böyle bir durumda bilgi almamız gereken hiçbir konuda yetkililerden alınmış, teyit edilmiş bilgiye sahip değiliz. Bize yalan söylendiğinden şüphelenmek için her türlü sebebimiz var. En güçlü sebep de, ilk andan itibaren yalan söylenmiş oluşu.
Facianın sebebi olarak gösterilen “trafo patlaması”nın bir masal olduğundan daha ilk saniyede şüphelendim. Çünkü gerek aktif gazetecilik yaptığım yıllarda gerek daha sonra, madencilik meselesiyle, maden kazalarıyla ilgilendim. Madenlerdeki emniyet mühendislerinden, kazalar hakkında genel bazı şeyler dinledim, öğrendim. Bilgim görgüm elbette ancak bir gazetecinin konuyu anlamasına yardımcı olacak düzeyde. Ancak şimdiye kadar, “trafo patladı, yüz işçi öldü” diye bir haber duymadım. Maden ocağında trafo dediğin, hem öyle kolay kolay patlayacak bir düzenek değil hem de bir köşede trafo patlasa o kadar çok işçiyi öldürmesi mümkün değil. “Trafo patladı, üç kişi öldü” deseler inanabilirdik.
Trafo ya da alev, kıvılcım vs. çıkaracak herhangi bir başka durumun bu kadar çok can alan bir kazaya yolaçabilmesi için, mutlaka başka bir etken gerekli. Diyelim birikmiş, fark edilmemiş grizu veya birikmiş, sıkışmış kömür tozu (bundan da tam emin değilim). İkinci olarak -ki bu, trafo hikâyesinin dandikliğini gösteren esas olgu-, ölenlerin bedenlerinin tahrip olmaması, hemen hepsinin zehirlenerek can vermiş olmaları, patlama sonucu kitlesel ölüm ihtimalini tamamen ortadan kaldırıyor. Trafo patladıysa bile, katliamın sebebi başka; bunu kesin kabul edebiliriz.
Sonradan, çocuk kandırır gibi ortaya sürülen bu trafo masalıyla uzun süre idare edilemeyeceği anlaşıldı ve “kömür yangını”ndan sözedilmeye nihayet başlandı. Bu durumda olan biten daha mantıklı görünür oldu. Yalnız bu defa da, yine açıklanması gereken hayatî bir husus kaldı: kömür yangını birdenbire bütün panoları, galerileri saran bir alev falan değil. Kömür içten içe yanıyor, sonra basbayağı yanmaya başlıyor, havadaki kömür tozu bu yangına “yardım edebiliyor”, yanmayla ortaya çıkan zehirli gazlar madeni dolaşmaya başlıyor… Peki yangın niye vakitlice tesbit edilememiş, maden niye tahliye edilememiş? Çünkü yangın tesbit edildikten sonra da, diyelim bazı aksilikler sonucu bu birkaç işçinin hayatına mal olsa bile, bu kadar çok insan ölmeden madenin tahliyesi mümkündü.
Zamanlama sorunu bâki kalmak kaydıyla, kazanın sebebi hakkında akla yakın bir açıklamaya nihayet bugün akşam saatlerinde ulaşabildik.
Dünün (14 Mayıs) haberleri arasında, kömür yangınının, kömür çıkartılıp işi bitti diye kapatılmış bir bölgeden başlayıp yayılmış olabileceğine dair bir ayrıntı geçer geçmez, taşların yerine oturduğu hissine kapılmaya başladım. Nitekim bugün Habervesaire‘de Harun Şahnacı ile Güventürk Görgülü’nün, Soma Kömür İşletmeleri emniyet sınıfı mühendisi Mehmet Utkan’la görüşmelerini okuyunca, bu yöndeki karinelerin güçlendiğini gördüm. Utkan, işi bitti denen panolarda “geride kömür bırakıldığını”, bunların yanabileceğini söylüyordu. Bu maden yüksek mühendisi, elbette önümüzdeki olayda bütün bu ayrıntıların aynen sözkonusu olduğunu iddia etmeden, genel bir manzara çiziyordu:
Kömürün kendiliğinden yanma özelliği vardır. Buradaki Soma kömürü de yapısı gereği kendiliğinden yanmaya çok müsait. Buradaki taşeron sistemi tonaj bazında, üretim bazında prim alınan bir sistem değil. Taşeronluk, ilerlemeye göre, yani kaç metre kazılmışsa ona göre prim alınan bir sistem. Çoğu taşeronlar da -ben de buna şahit oluyorum- arkada kömür bırakıyorlar. Yani bir daha kazılmayacak bölgede, havanın geçeceği bölgede kömür bırakıyorlar. O bırakılan kömür de kendiliğinden yanıyor. Daha sonrasında da karbonmonoksit yükseliyor.
Taşeron bıraktı-bırakmadı, önemli değil. Bu prim sistemi yüzünden oldu-olmadı, bunu da geçelim. Elimizdeki şudur: daha önce bir bölgeden kömür çıkarıldı, bitti dendi, orası terk edildi, fakat orada yangın başladı, karbonmonoksit düzeyi yükseldi. Bu elbette henüz, durumun niye vakitlice fark edilemediğini, işçilerin büyük bölümünün vakitlice kaçamadığını izah etmiyor. Fakat bize şunu gösteriyor: fark edilmesi gereken bir tehlike fark edilmemiş ve büyümüştür. Bunu kesin sayabiliriz. Demek ki bunun üzerine bir de, zehirli gazın anî yayılmasını tetikleyecek bir gelişme olması lazım. Burada da maalesef ihtimallerden biri çok kötü: Karbonmonoksit yayılmasına havalandırma aracılığıyla müdahale edilirken bir yanlış yapılmış olması. Bunu henüz bilemiyoruz.
[ EK / 15.05.2014 / 22:46 • Twitter‘da “kapatılmış eski panoda yangın” tezini savunan Ali Tezel ile Diken görüştü. Tezel, Soma’daki maden mühendisi arkadaşlarına dayandırarak, kazanın sebebine dair şunu anlattı:
Bundan üç ay önce galerilerden birinde bir yangın çıkıyor ve şirket tarafından söndürülmüyor. Karbonmonoksitin yayılmasını önlemek amacıyla galerinin girişi betonla kapatılan galeride yangın devam ediyor. Sonunda da oluşan basınç nedeniyle patlama meydana gelip yangın çıkıyor.
Kapatılmış panoda süren yangın ve bunun oluşturacağı basıncın yaratacağı patlama, böylesine büyük bir anî gaz yayılması için yeterli midir, bunu bizim bilmemiz imkânsız. Fakat dönüş dolaşıp takıldığımız, “O gaz niye o kadar anî yayıldı, nasıl bu kadar çabuk, bu kadar geniş alanda etkili oldu?” sorusuna mâkûl bir cevabın anahtarı buralarda olabilir. ]
Madenin vakitlice ve gerekli süratle tahliye edilemeyişi konusunda rol oynamış olabilecek bir başka etkenden de sözetmeliyiz. Bunu da yine emniyetçi mühendis Utkan berrak şekilde anlatıyor: Emniyetçilerin, tehlike durumunda üretimi durduracak, ocağı boşaltacak yetkileri yok! Üretimden sorumlu olanlar, elbette, rizikonun büyüklüğünü öğrenmek, ille de gerekmiyorsa çalışmayı sürdürmek ister. Emniyetçiler ise, riziko belirdiğinde insan hayatına öncelik vererek tedbir aldıracaklardır. Bunun için, emniyetçilerin tartışmasız bir yetkisinin bulunması gerekir. Oysa, madenin güvenliğini sürekli denetleyecek elemanların, bu kararlarıyla zarara uğratabilecekleri işverenin emrinde çalışıyor olmasının ucubeliği bir yana, gereğinde üretimi durdurma kararı yetkisi tanınmış kişi, hem emniyet hem üretimden sorumlu bir yönetici. Bu madende de muhtemelen böyle. Bu yöneticinin, her durumda üretime öncelik verecek kişiler arasından seçileceğini tahmin etmek zor değil. “Aman ha! En ufak tehlikede işçileri dışarı çıkar, kimsenin burnu kanamasın, ben zarar etsem de olur,” diyecek bir kapitalistin, en azından bahtını maden sektöründe aramayacağını varsayabiliriz herhalde…
Son olarak, içeri su basılması ve bazı yerlere duvar örülmesi ihtimalinden sözedeyim. Bu, madencilik denen işin insandışılığına uygun şekilde, yangınlı maden kazalarında hep başvurulan bir yöntem. Yangını “boğuyorlar” yani. Fakat tabiî bu işlem yapılana kadar çıkarılamamış cenazeler kül ve çamur yığınının altında, içeride kalıyor. Bazen, haftalar, belki aylar sonra orası açılıp cenazeler çıkarılabiliyor. Ama tabiî bulunabilen, çıkarılabilecek halde olan… Soma olayında, bu tedbir, bir türlü öğrenemediğimiz hakiki kurban sayısını tamamen gizlemeye de yarayacak ister istemez. Ama su basma ve duvar örmenin sırf hakikati örtmek için yapılacağını ileri sürmek de doğru olmaz. İşin içine böyle bir art niyet de karışırsa belki bu işi vaktinden önce yapmaya kalkarlar. Enerji bakanının, “bu gece”, yani 15 Mayıs gecesi için “çok hareketli olacak” gibi sözler etmesi, en geç yarın bu işe kalkışılacağı anlamına gelebilir. Belki bu gece bile. Yani son bir hamle edip çıkarılabilen cenazeler varsa çıkaracaklar, sonra suyu basıp duvar örecekler.
Şu ana kadar öğrenebildiklerimiz, düşüncesiz ve vicdansız vahşi kapitalistlerin iddia ettiği üzre meselenin doğa ile fıtrat ile falan ilgisinin bulunmadığını yeterli açıklıkta ortaya koyuyor. (Kazanın oluşuna ve sonrasına ilişkin başka ayrıntılar da öğrenir ve bunlardan en azından burada aktaracak kadar emin olursam bu yazıyı güncelleyeceğim.)