Şükrü Argın: “Sol, derdinin din ile değil, kapitalizm ile olduğunun farkına varmak zorunda”
Sol’un dinle, spesifik olarak İslam’la ilişkisi bir üçüncü dünya meselesi olarak hiç bitmeyecek bir tartışma gibi hep bir yanda durmakta. Bizim gibi modernlik tecrübesiyle cebelleşen memleketlerde hem kurtuluş hem bataklık olabilecek bir macera olarak sol ile ilişkide dinin, İslamın yeri paradigmal bir belirleyicilik arz ediyor. Radikal’den Ezgi Başaran’ın Şükrü Argın röportajı, bu noktadaki bildik kalıpların dışına çıkarken, araçsalcılıktan ve kategorik reddiyelerden de kaçınmayı başarıyor. “Sahici” tanımlamasındaki özcülük, her ne kazar bize çok iç açıcı gelmese de, Şükrü Argın’ın tüm entelektüel dürüstlüğüyle itiraf ettiği mahcubiyetle tolere edilebilir. Şükrü Argın’ın makul kalemine kulak veriyoruz…
Röportaj: EZGİ BAŞARAN
Sosyalist için dertli mümin şen şakrak ateistten daha müttefiktir
Felsefeci-yazar Şükrü Argın’la ‘ateizm, solculuk ve sahici dindarlığı’ konuştuk: “Sosyalizm dünyanın bu haline itiraz olarak ateisttir. Sosyalist, müminin kalbindeki Tanrı’ya itiraz etmez. Onun derdi başka tanrılarladır. Bu bakımdan sosyalist duruşun her halükârda dindar bir yanı vardır.”
NEDEN
Birkaç gün önce Birikim Yayınları’ndan ‘Sol İlahiyat–Dini Soldan Okumak’ başlıklı müthiş bir makaleler derlemesi piyasaya çıktı. Kazım Özdoğan ve Derviş Aydın Akkoç tarafından yayına hazırlandı. Bu devri, bu devrin siyasetini ve biraz da kendini anlamak, başka bir yerden bakarak, felsefeye, teolojiye, ateolojiye, mantığa yaslanarak anlamak isteyenler için ilaç niyetine. Özellikle felsefeci-yazar Şükrü Argın’ın ‘Babasız Kardeşlik: Pankapitalizm çağında radikal solculuk ve sahici dindarlık’ makalesi şiddetli bir zihin açma başlatıyor. Argın’la sosyalizm-ateizm ilişkisini, solun dine yaklaşımını, kime sahici dindar denir, kime denmez, konuştuk. Çerez gibi tükettiğimiz bu gündemde bir nefes ferahlık, bir lokma akıl niyetine.
‘Sosyalistler dinsiz olur’ fikrinin yaygın olmasının sebebi ve fikrin mesneti nedir?
Doğrudur; burada, bu memlekette solculuğun, sosyalistliğin, anarşistliğin ‘komünistlik’ olduğu ve bunun da ‘eşyanın tabiatı gereği’ bir tür ‘dinsizlik’ olduğu şeklinde yaygın bir kanaat vardır. Özellikle altı çizilmeli ki bu bir ‘fikir’ değil ‘kanaat’tir. Dolayısıyla mesnetinden değil, olsa olsa sebebinden söz edilebilir. Temel sebep ‘dinsizlik’ denilen şeyin bir eleştiri değil de bir suçlama olarak; bir hareketin, bir fikrin, bir şahsın varlığını gayrimeşru kılmanın asli aracı olarak kullanılmasıdır. Şimdi böyle bir suçlamanın mesneti, dayanağı olabilir mi? Sanmıyorum. Zira Türkiye’de sosyalistler de dine dair fikirlerini pek açık etmiş değillerdir. Daha doğrusu, bu konuda fikir yürütmeyi, üretmeyi alenen hayata geçirmiş değillerdir pek.
Niye?
Halkının yüzde 99’unun Müslüman olduğu ha bire tekrarlanılıp durulan bir ülkede, bir tür ‘çoğunluk tiranlığı’, sosyalistleri bu konuda baskılamış olabilir. Sivas’ta Aziz Nesin’in ve yanındaki diğer insanların başına gelenler bu baskının ne kadar şiddetli hale gelebileceğinin açık göstergesi. Sadece böyle bir felaketin yaşandığı bir toplumda değil, asıl böyle bir felaketle birlikte yaşayabilen, böyle bir felakete rağmen yaşamını aksatmadan sürdürebilen bir toplumda düşünmek, hele de din üzerine düşünmek ve bunların sonuçlarını alenen ortaya koymak, dahası tartışmak son derece güç. Ancak sosyalistlerin bu konudaki ‘umumi suskunluğu’nu sadece bu baskı kültürüne bağlamak da yeterli değil elbette. Türkiye’de sol genel olarak, içinde yaşadığı kültürün bazı vasıflarını neredeyse aynen devralmıştır ve fikirden, teoriden, özellikle de bunların üretiminden uzak durma, hatta neredeyse hiç hazzetmeme; hazır kanaatlerle yetinme bunların başında gelir.
Yani?
Yani sosyalistlerin dinsiz olduğu kanaati, onların dinsiz olduğu gerçeğinden kaynaklanmış olamaz. Zira söylemiş olduğumuz gibi, sosyalistlerin bu konudaki genel tavrı umumi ketumluktur. Sivas’ta yakılanların tümü ‘dinsiz’ miydi? Solcu, sosyalist Aleviler ‘dinsiz’ mi?
Öyleyse ateizmle sosyalizmin ilişkisini nasıl tarif ediyoruz?
Ateizm, Tanrı’nın varlığına, dolayısıyla öte dünya fikrine itiraz eden bir düşünce tarzıdır. Sosyalizm ise bu dünyaya yönelik bir itirazın adıdır. Sosyalizm bu dünyanın düzenine, yeryüzü tanrılarına başkaldırır. Dünyanın bu haline yönelik bir itiraz olarak sosyalizm şu anlamda ateisttir: Seküler tanrılara, örneğin paraya, piyasaya ve de Tanrı’nın herhangi bir ‘bu dünyaya bulaştırılmış’ haline, örneğin kendini yeryüzündeki adaletsizliği meşrulaştırmaya vakfetmiş herhangi bir kiliseye, havraya ya da camiye tam bir inançsızlık ve başkaldırı. Kısacası, sosyalist, müminin kalbindeki Tanrı’ya itiraz etmez. Onun derdi başka tanrılarladır. Dolayısıyla, bu bakımdan sosyalist duruşun her halükârda dindar bir yanı vardır, diyebiliriz.
O nasıl oluyor?
Bir bakıma dindar çünkü aslında Tanrı’ya şirk koşmaya, yani dünyevi şeylere ilahi haleler atfetmeye ve aynı zamanda Tanrı’ya dünyevi haller yüklemeye karşı çıkar. Bu sebeple şu söylenebilir sanıyorum: Nasıl bir ateistin sosyalist olma mecburiyeti yoksa, bir sosyalistin de ateist olma mecburiyeti yoktur, diyebiliriz. Bir sosyalist için, bu dünyadaki sosyal adaletsizliğe katlanamayan, tahammül edemeyen, dahası itiraz etmeden duramayan dertli bir mümin, dünyanın bu halinden memnun, hali vakti yerinde ‘şenşakrak’ bir ateistten çok daha yakın bir müttefiktir.
Solun dinle ilişkisini anlamak neden önemli?
Tam da bu sebeple önemli. Sol, derdinin din ile değil, kapitalizm ile olduğunun farkına varmak zorunda. Sol, sınıfsal eşitsizliğin her türlü kültürel inşayı dikine kestiğine dair iddiasını bizatihi ciddiye almak zorunda. Örneğin din söz konusu olduğunda Marx’ın şu ünlü sözünü birazcık bozarak şunu söyleyebiliriz sanırım: Bir kulübede, saraydakinden farklı dua edilir. Sol, kulübedeki duanın farkını anlamak durumunda. Bu konuda şimdilik bunu söyleyebilirim. Zira yoksulun duasını duyabilecek tek kulak sosyalistlerin kulağıdır ve bir kulak ancak bu duayı duyabiliyorsa ‘sosyalist’tir.
Birikim Yayınları’ndan çıkan ‘Din ve Sosyalizm’ kitabındaki makalenizde radikal solculuk ve sahici dindarlık gibi iki kavramdan söz ediyorsunuz. Sahici dindarlığı nasıl ölçüp biçiyoruz?
Bu makaleyi yazarken en çok duraksadığım, en güç karar verdiğim ifade ‘sahici’ nitelemesydi. Sahicilik denen şeyin günümüzde giderek marazi bir nostaljik ilginin odağı olmaya başladığını görüyordum. Daha da önemlisi, böyle yaygın bir sahtekârlık durumunda kimin kendinde sahicilikten bahsetme cesareti ve cüreti bulabileceği sorusuna verebileceğim herhangi bir makbul ve makul yanıt yoktu. Bütün bunlara rağmen bu sıfatı kullandım. Zira kullanıla kullanıla ‘kirlenmemiş’, kullandığımda beni de kirletmeyecek, daha doğrusu benim kirimi de örtmeyecek ‘sahici’ bir sözcük bulmayı başaramadım. Affınıza sığınarak söylüyorum, çalıştığınız gazetenin adı bile ‘radikal’ sözcüğü de dahil olmak üzere günümüzde hiçbir sözcüğün temiz kalamadığının bir göstergesidir. Dolayısıyla bulanık sıfatları mecburen kullandım, diyebilirim.
İyi ama tam olarak neyi kastettiniz sahici dindarlık derken?
Çağımızın ideolojisi olan ‘sinizm’e bulaşmamış bir dindarlık… Bir fıkra ile anlatayım: Dindar bir tüccar bir gün küçük bir taşra kasabasına gitmiş ve orada cuma namazı kılmak için camiye girmiş. Hocanın hutbesini ve kıldırdığı namaz esnasında okuduğu duaları işitince şoka girmiş. Zira hoca denen adam bir sahtekârmış ve ha bire Arapça taklidi boş laflar edip kel alaka türküler okuyormuş. Tüccar saf köylüleri aldattığı için bu sahte hocaya epeyce içerlemiş. Namazdan sonra kahveye gidip köylüleri uyarmak istemiş. Kahvede en aklı başında gördüğü köylünün yanına yaklaşıp münasip bir şekilde durumu anlatmış. Köylü tüccarı sakin bir biçimde dinlemiş ve “Hocanın ‘hoca’ olmadığını, tek kelime Arapça bilmediğini, dua yerine türkü çığırdığını biliyoruz. Biliyoruz ama işimize geliyor, biz de abdest almadan geliyoruz” yanıtını vermiş. Sinizm özetle budur işte: ‘Aptessiz namaz kılma!’ Ve siz bu sözü isterseniz düz isterseniz mecazi anlamıyla alınız, fark etmez. Zira ikisi de aynı kapıya çıkar ve bu her iki haliyle, aşağı yukarı hepimizin hayatını özetler. Ben ‘sahici dindarlık’ ile ‘aptessiz namaz kılmama’ halini anlıyorum ve kastediyorum. ‘Radikal solculuk’ ile kastetmek istediğim şey de hemen hemen aynı ama elbette mecazi anlamda. İnancı hayatına sirayet etmeyen ancak nedense o inançta ısrar eden kişi ilkinin örneği ise fikri hayatına sirayet etmeyen ancak nedense o fikirde ısrar eden kişi de ikincisinin örneğidir.
Solcunun sahici olmayanı nasıl olur?
Solun sahici olmayanı bugün bence kendini bir tür ‘kültürel solculuk’ olarak gösteriyor. Sosyalistiz; evet ama siyasal olarak değil kültürel olarak. ‘Radikal’ sıfatını tam anlamıyla bu solculuk halinin ötesindeki bir şeye işaret etmek için kullandım. Solculuğu, bu dünyaya katlanmak için kullanılan bir tür ‘yaşam stili’ olarak değil, tam tersine bu dünyayı değiştirmeye vakfedilmiş siyasal bir duruş olarak anlamayı kastediyorum.
Bu devir sahici dindarlar ve radikal solcular için bir cehennem diyorsunuz. Sebebi neoliberalizm mi?
Jürgen Habermas’ın dile getirmiş olduğu şu saptama üzerinde durmamız gerektiğini düşünüyorum: Neo-liberal küresel kapitalizm, tek ülkede ‘sosyal demokrat’ bir kapitalizmi imkânsız hale getirmiştir. Benim düşüncem Habermas’ınkinden cüretkâr: Neo-liberal küresel kapitalizm, esasen sosyalist tahayyülün ürünü olan ‘dünya devrimi’ fikrini çalıp el çabukluğu marifetiyle hayata geçirmiş ve böylece, sadece sosyalizmi tek bir ülkede imkânsız hale getirmekle kalmayıp kapitalizmi dahi tek bir ülkede uygulanabilir bir sistem olmaktan çıkarmıştır. Cehennemden kastım budur. Sosyalizmin teklif ettiği ‘başka bir dünya’ fikrinin ve de dinlerin teklif ettiği bir ‘öte dünya’ tahayyülünün markajından kurtulmuş tek, mecburi ve zaruri dünya.
Cennet inşa edememenin yenilgisi midir sahici dindarlarla radikal solcuları birleştiren?
‘Cenneti bu dünyada inşa edememe’ evet bir bakıma radikal solcuların bu dünyadaki temel meselesidir, diyebiliriz. Ancak ‘sahici dindarlar’ın böyle bir soruna kafayı takacaklarını, takmaları gerektiğini hiç sanmıyorum. Zira bu dünyanın kötü bir yer olduğu fikri, sahici dindarlarda radikal solculara nispeten çok daha güçlü; ancak tuhaftır, çok daha katlanılır bir şeydir. Ben onları birleştiren, daha doğrusu birleştirmesi gereken şeyin, bir cennet arzusu değil, buradaki cehennem hakkındaki fikirleri olduğunu düşünüyorum. Bize başka bir dünya tahayyül etmemizi ve bu dünyayı o tahayyüle göre yargılamamızı yasaklayan totaliter âlem, radikal solcu ile sahici dindarı bir araya getirebilir. Elbette, aynı zamanda solcunun ‘sahiciliği’, dindarın da ‘radikalliği’yle ilgili bir şeydir bu.
Bugün Türkiye’nin yönetici ve gücü elinde bulunduran sınıfının kapitalizmle ilişkisi nasıl? Bu kimseler sahici dindarlar mı?
Sorunuz, bugün vurgusuyla sanki Türkiye’nin ‘yönetici ve gücü elinde bulunduran sınıfının’ değiştiği izlenimine sebep oluyor. Sanki bir ‘devrim’ gerçekleşmiş gibi. Bazıları sessiz, bazıları yumuşak, bazıları daha da ileri gidip reformist bir devrim mi gerçekleşti Türkiye’de? Hayır! Sadece tek bir darbe gerçekleşti. 1980’de. Bu darbenin nasıl ve niçin gerçekleştirilmiş bir darbe olduğu hakkında herhangi bir tartışmaya ihtiyacımız var mı? Türkiye’de o andan itibaren, bu darbenin mümkün kıldığından başka bir iktidar ortaya çıkabildi mi? O halde sorunuzun ikinci kısmını rahatlıkla yanıtlayabiliriz: ‘Bugün Türkiye’nin yönetici ve gücü elinde bulunduran sınıfının’ kapitalizmle ilişkisi hiçbir suretle değişmemiştir. Zira bu sınıfı mümkün kılan zaten onun ‘kapitalizmle ilişkisi’dir. Bu sınıfın ‘din’le ilişkisine gelince, söylenebilecek tek şey, böyle bir ilişkinin o sınıf için de o din için de hayırlı bir şey olmayacağıdır.
Kaynak: http://www.radikal.com.tr/yazarlar/ezgi_basaran/sosyalist_icin_dertli_mumin_sen_sakrak_ateistten_daha_muttefiktir-1133195