Serkan Küçük – Ben Artık İşçileri Sevmiyorum
Serkan Küçük, maalesef iş cinayetlerinin bizim için olmasa da toplum için sıradanlaştığı/sıradanlaştırıldığı bir ülkede patronlar için maddi kayıptan başka anlamı olmayan bir ölümün, bir çocuğun penceresinden nasıl görülebileceğini edebi bir şekilde anlatmış. Gazete Duvar’da yayınlanan bu anlamlı metni, yaygınlaşması için iktibas ediyoruz.
SERKAN KÜÇÜK
Benim adım Melek. Ben 15 yaşındayım. Babam İstanbul’a memleketini terk edip gelmiş onun için ben de burada doğdum. Ben bir işçi çocuğuyum. Daha doğrusu çocuğuydum. Çünkü benim babam öldü. Altı ay oldu öleli. Ben alışamadım ama hâlâ. Dört kardeşiz biz. Sami Abim benden üç yaş büyük. Sanayide çalışıyor o şimdi. Ben de en ufak kardeşime bakıyorum evde, bir küçüğümle birlikte. Okulla birlikte biraz zorlanıyorum ama yapacak bir şey yok. Annem benden daha çok zorlanıyor hem. Annem de alışamadı babamın ölmesine. Akşamları hep ağlıyor. Duymuyoruz zannediyor ama biz hep duyuyoruz. O zaman ben de kötü oluyorum.
Okulda bize ödev vermişlerdi, yaz tatilinde gittiğiniz, gördüğünüz yerleri yazın diye. Ben bu yaz ilk defa babamın memleketine gittim ama pek bir yerini gezemedim. Babamın cenazesini götürdük amcamlarla birlikte. İki amcam da işlerinden fazla izin alamamışlar hemen geri döndük. Yine de sevdim, yeşil bir yerdi. Dağlar vardı çok güzel. Büyüyünce giderim belki tekrar.
Biz sokakta oynuyorduk, babamın arkadaşlarını gördük evin önünde. İçeri girip annemle konuştular. Bizi almadılar. Biraz sonra annemin çığlığını duyduk. Komşu kadınlar hemen koştu bizim eve. Ağıt yakmaya başladılar. Ben aslında arkadaşlarının elinde, babamın ismi yazan bareti görünce anlamıştım öldüğünü. Geçen sene Muhammed Amca ölünce de baretini getirmişlerdi evine.
Benim babam kaynakçıydı. Tersanelerde çalışırdı hep. Bir gün elinde getirdiği çerçeveyi duvara asmıştı. Kaynakçı belgesi yazıyordu üstünde. Yıllar sonra girdiği sınavda başarı belgesi almış. Eve gelen herkese gösterip “Bu civarların en iyi kaynakçısı benim” deyip hava atmayı çok severdi ve hiç işsiz kalmazdı. Ama kaynak yaparken patlama olmuş, o zaman ölmüş benim babam. Bu civarların en iyi kaynakçısı, İsa Tufan. En son Adem Abi görmüş babamı. Yemek yemişler bütün arkadaşlarıyla ve sonra babam deniz suyu tankına (i) girmiş Musa Abiyle birlikte. Musa Abi hâlâ hastanede yatıyor, kendisini suya atmış ama her tarafı yanmış diyorlar.
Babam öldükten iki ay sonra bizim eve bir abla geldi tersaneden. Meryem Abla. İş güvenlikçiymiş orada. Gazlarla ilgili belgesi (ii) olduğu için gaz ölçüm işlerine de bakıyormuş. Aslında hemen gelesi varmış ama cezaevine sokmuşlar onu babam öldükten sonra. İki ay sonra da salmışlar. Meryem Abla’nın yüzü gözü şişmiş hep ağlamaktan. Bize gelince de ağladı. Hem de çok ağladı. Annem biraz sakinleştirdi onu kahve yapıp. Meryem Abla iş izinlerinden (iii) sorumluymuş tersanede. Her sabah gazları ölçer, işçilere izinlerini verirmiş. O gün de gaz tüplerini kontrol etmiş. Alev geri gitmesin diye bir parça varmış (iv), onları bile kontrol etmiş söylemesine göre. Elindeki kağıda da hep yaptığı gibi işaret koymuş. Babamlar ondan sonra çalışmaya başlamış ve öğle yemeğine kadar çalışmışlar daracık alanda. Öğlen yemeğinden sonra tekrar içeri girmişler ve on dakika sonra da patlama olmuş.
Meryem Abla dikkatle dinlediğimi görünce bana anlattı her şeyi, annemin dinleyecek ve anlayacak hali yoktu zaten. Babam öldükten sonra, bütün iş güvenlikçi abiler, ablalar, en baştaki müdürler, babamın arkadaşı olan Cebrail usta falan toplanmışlar, şimdi ismini unuttuğum bir şey analiz (iv) yapmışlar. En derinlere kadar olayı araştırmışlar yani. Öğle yemeğinden sonra tekrar gaz ölçmüyorlarmış o güne kadar. Bunun için kendilerinde, bir de prosedür mü ne onda hata bulmuşlar. “Kaynak hortumlarının değiştirilmesini istediğimiz halde bunu erteleyen yöneticiler en büyük kusurlu aslında” dedi Meryem Abla. Gaz, hortumdan sızmış galiba. Bir de tekrar içeri girerlerken Musa Abi gaz kokusu duyduğunu söylemiş ama babam “Bir şey olmaz” demiş. Musa Abiyi dinleseymiş, belki çalışmaya başlamazdı deyince ben de ağlamaya başladım hüngür hüngür. Babama çok kızdım. Çok ama çok kızdım.
Evde annemi de, abimi de pek dinlemezdi zaten. Bildiğini yapardı hep. Biz de ona inanırdık aslında. Çünkü onun dedikleri çıkardı sonunda. Çok konuşmazdı ama ikimiz iyi anlaşırdık. Tatil günü beni hayvanat bahçesine bile götürmüştü bir seferinde. Kara kuzum diye severdi beni. Nasırlı elleri canımı çok acıtırdı ama sesimi çıkarmaz, elimi hiç bırakmasın isterdim. Hep ben sorardım ona bir şeyler. Bir keresinde, “Baba ne demek?” diye sormuştum. Önce yanıt vermemiş, pencereden dışarı bakmıştı bir süre. Sonra dönüp “Baba direktir kuzum” demişti. Anlamamıştım o zaman. Şimdi anlıyorum ama.
Biliyor musunuz ben artık işçileri sevmiyorum. Abimi de sevmiyorum hatta. Çünkü sevince ölüyorlar. Çocukları direksiz bırakıyorlar.
Benim adım Melek. Ben 15 yaşındayım. Direksiz nasıl yaşanır hiç bilmiyorum.
(i) Deniz suyu tankı: Gemilere deniz suyunun alınması için yapılan tanklar.
(ii) Gazdan arındırma uzmanı: Gemilerdeki kapalı alanlarda gaz ölçümü yapma ve gazdan arındırma yetkisine sahip sertifikalı kişi.
(iii) İş izni: Tehlikeli olan işlerden önce ölçüm ve gözlem sonucu verilen ve ortamın çalışmaya başlamadan önce güvenli olduğunu belirten izin.
(iv) Alev geri tepme valfi: Asetilen tüpüne bağlı olan hortumun üflece girmeden önceki kısmına takılan ve tek taraflı gaz akışına izin veren bir güvenlik donanımı.
(v) Kök neden analizi: Kazaların görünür sebepleriyle yetinmeyip altında yatan kök nedenlere erişmeye çalışan bir analiz yöntemi. Kazanın oluşumunda ortam, insan, makine ve yönetim kusurlarını sistematik olarak ele alması nedeniyle iş kazalarından önce ve sonra uygulanması tavsiye edilmektedir.
Not: Anlatılan olayın pek çok benzeri vuku bulmuş olmakla birlikte bu yazı öncelikle işçilerin okuması dileğiyle yazar tarafından kurgulanmıştır.
*Öne çıkan görsel: 29 Ocak 2019’da Tuzla’da bir tersanede yangın çıkmıştı. İki işçi hayatını kaybetmiş ve on bir işçi yaralanmıştı. Görsel bu olayın haberinden alınmıştır. (Editör Notu)
Kaynak: Gazete Duvar