Kürt sorununda STK’lardan darbe girişimi sonrası umutlu yorumlar: “Şerden hayır çıkar mı?”
Darbe girişiminin engellenmesinden sonra Kürt illerinde devam eden sokağa çıkma yasaklarının ve çatışma halinin ne durumda olduğunu, Kürt meselesinde ne durumda olduğumuzu ve bundan sonraki süreçte neler olacağını öğrenmek için Mazlumder Genel Başkan Yardımcısı Sinan Kızılkaya, Özgür-Der Diyarbakır Şube Başkanı Süleyman Nazlıcan, DİSA Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Necdet İpekyüz ve Sarmaşık Derneği Genel Başkanı Şerif Camcı ile konuştuk.
Söyleşen: BAHAR KILINÇ
“Toplum oldukça hırpalandı ve çatışma alanlarının yakın coğrafyasında çok büyük bir demografik hareketlilik gelişti, bu herkesin hayat döngüsünü de bozdu”
-Darbe girişimi sonrası Kürt meselesi ne durumda?
Sinan Kızılkaya: 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında PKK mensuplarının silahlı eylemleri yaklaşık 10 günlük bir süre boyunca kesildi, diğer taraftan askeri ve polisiye operasyonlar da devletin enerjisi başka bir önceliğe kaydığı için durduruldu. İlk değişiklik bu. 15 Temmuz öncesinde en büyük sorun, çatışmasızlık koşullarının yeniden nasıl tesis edileceğiydi ve bu ciddi bir siyasi değişim gerektiriyordu. Fakat darbe girişimi ve darbe girişimine karşı halk hareketliliği Türkiye içindeki bütün güç denklemlerini değiştirecek bir durum ortaya çıkardı. Henüz siyasi kararla topluma duyurulmuş bir çatışmasızlık ilanı olmadığı için kırılgan bir düzlemde olsak da, çatışma ve uzlaşma dinamiklerinin yeni güç denklemine göre şekillenebileceğini tahmin edebiliriz. Fakat her koşulda kendiliğinden gelişen bu çatışmasızlığı bozmanın topluma verilmesi gereken bir hesabı olacaktır, taraflar artık bunu da hesaba katmak mecburiyetinde.
Diğer taraftan; 15 Temmuz öncesinde bu fiili durum karşımıza gelmeden önce, son olarak Nusaybin, Şırnak ve Yüksekova’da sokağa çıkma yasağı ve operasyonların nihai hali nedeniyle aslında şehir savaşlarının sonuna gelmiştik. Çünkü içinde çatışmanın uzun süre devam ettirilebileceği bir meskun alan kalmamıştı. Toplum oldukça hırpalanmış ve çatışma alanlarının yakın coğrafyasında çok büyük bir demografik hareketlilik gelişmişti, bu herkesin hayat döngüsünü de bozmuştu. İnsanlar içinde yaşadıkları çatışmanın geleceğine dair bir şey öngöremedikleri ve stratejisine anlam veremedikleri için Kürt meselesinde bir çözümün gelişeceğine yönelik umutlarını da kaybetmek üzereydi. Ayrıca çatışma sürecinin kaçınılmaz sonucu olan askeri aktörün güçlenmesi, günlük hayat içinde askeri otoritenin her an hissedilmeye başlanması korkuların pekişmesine neden olmuştu. Şunu da söyleyebiliriz ki, askeri otoritenin özellikle 2016’nın hemen başında çatışmalarda aktif rol oynamaya başlaması, yereldeki siyasi aktörlerin tamamının pasifleşmesini sağlamış ve diğer taraftan toplumun siyasi aktörlere müdahil olabileceği alanı da daraltmıştı. Çünkü askeri aktörler toplum karşısında devletin gücünü korkutucu şekilde günlük hayatın içine yerleştiriyordu, birçok hak ihlalini gerçekleştiriyor ve her seferinde bu ihlaller cezasızlıkla normalleştiriliyordu.
Fakat şimdi karşımızda farklı bir durum var, askeri bir girişime karşı Türkiye toplumunun da müdahil olduğu bir cevap verildi ve bu durum Türkiye’nin batı kamuoyunda bir konsensüs oluşmasını sağladı. 15 Temmuz öncesi ve sonrasında Kürt meselesinde henüz bir farklılaşma olmasa da ikrar edilmemiş bir çatışmasızlığın belirmesi, devletin Kürtlerle barışmasını kolaylaştıracak bir süreç başlatabilir. Önümüzde ciddi bir imkan belirmiş durumda.
“Darbe başarılı olsaydı uzun sürebilecek bir iç savaşın girdabına girme ihtimalimiz çok yüksekti”
Süleyman Nazlıcan: Öncelikle şunu belirtmekte fayda görüyorum; Allaha şükürler olsun ki ülkemiz bir uçurumun kenarından döndü. Şayet darbe başarılı olsaydı uzun sürebilecek bir iç savaşın girdabına girme ihtimalimiz çok yüksekti. Burada halkın kendi iradesine sahip çıkmasını takdire şayan olarak görüyorum. Çünkü halk kendi iradesine sahip çıkıp meydanlara inmemiş olsaydı durumun vahametini tahmin bile edemeyecektik. Keza siyasilerin duruşu ve karşı atağa geçmesi de siyasal tarihimizde az görülen bir durumdur ve oldukça sevindiricidir.
Kürt meselesine gelince yüzyıl önce bize dayatılan ulusal kimlikler, sınırlar, haritalar bu coğrafyanın sosyal, siyasal ve dinsel dokusuyla hiçbir zaman uyuşmadı ve uyuşmayacaktır kanaatini taşıyorum. Bu bağlamda Kürt meselesi böyle bir arızi sürecin sonucu olarak ortaya çıktı. Elbette bu sorun ciddi bir sorun ve çözülmesi gereken bir sorundur. Darbe girişimi sonrasında Kürt sorununda herhangi bir değişiklik söz konusu değildir. Kürtler temel hak ve özgürlükler konusundaki taleplerini hala dillendirmektedirler. Ancak Kürt sorununun PKK ve onun siyasal uzantısı olan HDP tarafından çözülme biçiminde tereddütlerin hasıl olduğunu söylemek mümkündür. Hendek savaşlarının tasvip edilmemesi bunun en büyük kanıtıdır. Ama bu şu anlama gelmemektedir; PKK artık bitmiştir ve HDP artık oy alamayacaktır demek mevcut olan sosyo-politik zeminle uyuşmamaktadır. Çünkü bölgenin en örgütlü yapısından bahsediyoruz ve bu yapı yüzden fazla belediyeyi elinde bulundurmaktadır. Ayrıca PKK’nın propaganda gücünü hafife almamak gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bu darbe girişimi akabinde kendi yayın organlarında bunun bir senaryo olduğunu dillendirmekten çekinmediler ve bu irrasyonel komployu halkın çoğu hiç sorgulamadan kabul etti maalesef.
Öte taraftan PKK’nın pozisyonel konumunu Kürt sorunundan bağımsız ele almak gerektiğini temenni etmek önemlidir. Ancak vakanın bize bunu söylemediğini de bilmek gerekiyor. Çünkü iç içe geçmiş kompleks bir sorunla karşı karşıyayız. Elbette Kürtlerin temel hak ve hürriyetlerine yönelik atılacak adımlar PKK’nın elini zayıflatacak ve şiddeti öteleyecektir. Ancak sosyolojik olarak bölge insanının bir şekilde yolunun kesiştiği bir realite olarak PKK var olmaya devam edecektir.
Bununla beraber Kürtlerin geç kalmış milliyetçiliğin marjinal hazzına ulaşamaması, Kürtlerin zihnindeki siyasal konuma erişme hırsını sürekli tetikleyecektir. Nitekim Irak ve Suriye’deki defakto durumlar bu işin hiç de imkansız olmadığını ve Kürtlerin devlet olabileceği umudunu beslediğini söylemek mümkündür. Dolayısıyla düne kadar sadece iç meselemiz olan Kürt sorunu şimdi dış meselemiz de olmaya başlamıştır.
“Sivil siyaset nezdinde ‘darbe girişimi sonrasının’ ‘Kürt Meselesinde çatışma sonrasına’ dönüştürülmesi yönünde bir beklenti doğmuştur”
Necdet İpekyüz: Darbe girişimi sonrasında “Kürt Meselesi” olarak tanımlanan sürecin, en azından Kürtler açısından, yeni bir toplumsal barış sayfasının açılması umudunu canlandırdığını gözlemliyoruz. Bir diğer değişle; sivil siyaset nezdinde “darbe girişimi sonrasının” “Kürt Meselesinde çatışma sonrasına” dönüştürülmesi yönünde yüzde yüz gerçekçi olmasa da bir beklenti doğmuştur. Bu beklentinin kaynağında, çatışmadan zarar gören bölge halkının yaşadığı yıkımın darbe girişimi deneyimi üzerinden Türkiye kamuoyu tarafından daha iyi algılanabilmesi imkanının arttığı varsayımının önemli bir payı vardır. Buna ek olarak, çözüm sürecinin sabote edilmesinde giderek güçlenen bir militarist darbe potansiyelinin açığa çıkmış olduğunu ve siyasal kriz koşullarında “Kürt meselesi” odaklı çatışmanın sürdürülebilir olmadığına yönelik uyarıların doğrulandığını düşünüyoruz. Bu beklentiyi anlamlı kılan faktörler; “sonuna kadarcı” ve topyekun savaşa dayalı bir siyaset tarzı yerine bölgede yüksek yoğunluklu bir çatışmanın kısa süreliğine bile olsa frenlenmiş olması, şiddetin dozunun azalması, “Kürt Meselesi” bağlamında nefret dilinin azalması, darbe girişimine karşı mutabakatın kapsayıcılığıdır. Halk dili ile “şerden hayır çıkarma” sağduyusudur.
Eğer Oslo görüşmelerinin kriminalize edilmesinde, Kürt siyasetçilerinin ve seçilmiş yerel yöneticilerin kitlesel tutuklanmalarında, Roboski faciasında, kolektif cezalandırma uygulamalarında, karanlık cinayetlerde darbeci güçler şu yada bu oranda bir rol oynadılarsa, yeni bir diyalog inşasında provokasyon riski kısmen de olsa azalmış demektir. DİSA’nın Barış İnşası ve Silahsızlanma araştırma programı çerçevesinde yürüttüğü saha çalışmasına dayalı araştırmalar, paramiliter ve paralel yapılanmaların, geçmişle yüzleşmenin ihmalinin çatışma süreçlerini kangrenleştirdiğini ortaya koydu.
Öte yandan Takrir-i Sükûn döneminden beri istisna hukuku ile yönetilen Kürtlerin çoğunlukla, OHAL gibi geçici olduğu vurgulanan uygulamaları bir yapısal rejim karakteri ve dolayısıyla bir çözümsüzlük olarak algıladıklarını söyleyebiliriz. Kürt siyasal alanı ve sivil toplumu tüm çok renkliliğinin yanı sıra ırkçı ve darbeci akımların yer bulamadıkları bir zenginlik içermektedir. DİSA da kendi ölçeğinde bunun bir örneğidir.
“Yaşanan darbe ve Ortadoğu’daki mevcut durum Kürt sorunundan bağımsız değildir”
Şerif Camcı: Öncelikler arasında görünmüyorsa da Kürt sorunu yaşanan tüm sıkıntıların temel sebebi ve mihenk taşı olma özelliğini koruyor. Ötesinde yaşanan darbe girişiminin de Ortadoğu’daki mevcut durum ve buna bağlı olarak Kürt sorunundan bağımsız olmadığını görmek gerekiyor. Çünkü Ortadoğu’daki Suriye, Irak ve son olarak Türkiye’ye baktığımızda yaşanan karmaşanın ortak özelliğinin, Kürt sorunundaki çözümsüzlük olduğunu rahatlıkla görebiliriz.
“Aralık 2015’ten sonraki çatışma sürecine baktığımızda Kürt toplumunun çatışmaya razı olmadığını ama buna karşı çıkacak gücü de kendinde bulamadığını görebiliyoruz”
-Siz bundan sonraki süreçte neler bekliyorsunuz?
Sinan Kızılkaya: Önümüzdeki durum çatışmanın daha fazla sürdürülemeyeceğini gösteriyor. Çünkü çatışmanın kazananı olmayacak ve toplum da gitgide tahrip oluyor. Kritik mesele şuydu, çatışma nasıl sonlandırılacak? Kimsenin bu soruya kolay bir cevap veremediği düzlemde çatışmasızlık hali aniden gelişmişken bunun sürdürülmesi ve bir an önce ikrar edilmiş bir siyasete dönüştürülmesi gerekiyor. Aslında bunun gayet kolay bir yolu var. İlk olarak her mahkumun sahip olduğu hakları Öcalan’ın da kullanmasına izin verilir ve ailesi veya avukatları ile görüşmesinin yolu açılırsa PKK’ye bağlı silahlı birimler de mecburen bekleme pozisyonuna geçecektir. Daha önceki müzakerelerde de gördük ki, pozisyonu gereği barışı savunan Öcalan’ın taban üzerindeki hakimiyeti çatışma dinamiğinin aşağı çekilmesine neden olacaktır. Nihayetinde çatışmayı ancak çatışan taraf sonlandırabileceği için, bu aşamayı geçmeden bütün toplumun müdahil olabileceği bir barış ortamı da oluşturmak da mümkün olmayacaktır.
Özellikle Aralık 2015’ten sonraki çatışma sürecine baktığımızda Kürt toplumunun çatışmaya razı olmadığını ama buna karşı çıkacak gücü de kendinde bulamadığını görebiliyoruz. Oysa Kürt toplumunun barış destekçisi bir pozisyona cesaretle gelmesi yeni bir barış süreci için kaçınılmaz, fakat bunun için toplumun kendini siyasi ve silahlı aktörlere hissettirebileceği bir zemin oluşturmak gerekiyor. 15 Temmuz sonrası gelişen durumda acilen harekete geçilip bir barış vizyonu aktarılabilirse, toplumun yavaş yavaş hareketlenerek barış çabalarına ve söylemlerine destek vereceğini ve savaşçı aktörleri kısıtlamaya yönelebileceğini tahmin edebiliriz. Kapsamlı ve güçlü bir barış için öncelikle çatışmasızlığı güçlendirecek adımların atılması gerekiyor. Öcalan’la en azından ailesinin görüşmeye başlaması ile beraber aynı zamanda HDP’nin siyasi bir muhatap olarak yeniden kabul edilmesi gerekiyor. Darbe girişimi sonrasında mecliste oluşan konsensüse değer verildiği de ancak bu şekilde gösterilebilir ve bu, Kürt toplumunun da siyasi aktörlerden umutlanmasının yolunu açacaktır. Siyasi aktörlerin güçlenmesine izin verecek bir muhataplık ilişkisi gelişmediği takdirde kaçınılmaz olarak çatışmacı aktörler sahada güçlenecektir. Diğer taraftan yakın coğrafyada her an yeni tehditler ve fırsatların oluşması mümkün. Bu nedenle de aktörleri barış taahhüdüne bağlı kılacak adımların geciktirilmemesi gerekiyor. Aksi takdirde kapsamlı bir barışın daha da uzak bir geleceğe ertelenmesi ihtimali her zaman yakınımızda duruyor.
“Bu yeni safhada Kürt sorununu gerçekçi bir biçimde çözme umudu daha fazladır”
Süleyman Nazlıcan: Kanaatimce Türkiye bu sorunu acil olarak halletmek zorundadır. Ortadoğu’da Kürtlerin stratejik konumu gittikçe artmaktadır. Bu konum gereği Kürtlerle ittifak etmek ve onları kendi çevresinde tutmak Türkiye’nin hem kısa vadede hem de uzun vadede menfaatinedir. Aksi takdirde var olan sorunun uluslararası ilişkilerin ağında Türkiye için daha güçlü bir tehdit olarak kendini hissettirmesi belirmeye başlamış ve maalesef bunu hep birlikte müşahede etmekteyiz.
Şimdi yeni bir safhaya geçtiğimiz düşüncesindeyim. Devlet bu hain darbe girişiminden sonra kendini yeniden dizayn ederek daha güçlü bir konuma taşıyabilir. Kemalist, Gülenist vb. yapılanmaların ortaya çıkardığı oligarşik hegemonyayı bertaraf ettikten sonra yeni bir anayasayla hem iç barışını tesis etmeli, hem de dış siyasetini daha güçlü hale getirerek bölgede gücünü artırmalıdır. Elbette kolay olmayan bir şeyden bahsediyoruz. Fakat bazen sorunlarımızı çözmenin yolu kritik eşiklerden geçerken atacağımız salim adımlarla mümkün olabilmektedir. Umarım bu hususta devlet aklı ürkek davranmaz ve halkın her türlü vesayete karşı ortaya koyduğu cesaretli tavrı kendine düstur edinerek ülkemizi yeni bir safhaya taşır. Tabii ki çözüm sürecindeki hataların bir daha yapılmaması kaydıyla bu yeni safhada Kürt sorununu gerçekçi bir biçimde çözme umudu daha fazladır. İnşallah o günleri de görürüz diye umut ediyorum.
“Yeni bir demokratik anayasa tartışmasına sadece medyada yer bulabilen bazı Kürtler değil bir bütün olarak Kürt toplumu dahil edilmelidir”
Necdet İpekyüz: DİSA siyaseten özerk ve çoğulcu sosyal sermayesi olan bir araştırma enstitüsü. Olgulara dayanan ve araştırma ile açığa çıkarılan bilginin analiz için kullanılmasını ciddiye alıyor. Bu yapısıyla gündelik siyasal polemiklerin tarafı olan bir “düşünce kuruluşu” ya da “strateji merkezi” değil. Bu yüzden çatışma sürecinin bitmesini, toplumsal barış ihtiyacının ötesinde çoğulcu ve demokratik bir tartışmanın önü açılsın, araştırma ve ifade özgürlüğü canlansın diye istiyor keza çatışma süreci aşırı kutuplaşmış bir siyasi ortam yaratarak ideolojik-politik tercihleri nesnel bir bilimsel tartışmanın önüne geçirdi. Saha araştırması yapmak zorlaştı. Hep aynı siyasal konumda olanları neredeyse sadece kendi benzerleri ile iletişim kurar hale getirerek sorgulayıcı, eleştirel aklı her kampın içinde güdükleştirdi. Bir diğer değişle “doğruları fraksiyonlaştırdı, cemaatleştirdi”. Ötekini dinlemenin, okumanın, anlamanın imkanını azalttı. Kurumsal siyasetin dışındaki yurttaşın fikrini dile getirme istemini baskıladı, çaresizlik hissini çoğalttı. Toplumsal yaşamda ve siyaset alanında ortak bir ülkede barış içinde yaşama aklını zayıflattı. Diyarbakır ve bölgede sivil toplumun kendi dışındaki evrene derdini anlatabilme iyimserliğini törpüledi. Dolayısıyla, darbe girişimi sonrasında “Kürt meselesine” ilişkin yaşamsal beklenti, gündelik yaşamın darbe şiddetine denk (sivil kurbanların olduğu çatışmalar, tank-helikopter-uçak ve ağır silahlarla yürütülen operasyonlar, kitlesel tutuklamalar, karanlık cinayetler, seçilmişlere dokunulması, yasaklı bölgeler gibi) boyutlarının sonlanmasıdır. Silahlarla yürütülen çatışma şiddeti azaldığı oranda sivil toplumun eleştiri, muhasebe yapma ve çözümler önerme yeteneği artacaktır
Yeni bir demokratik anayasa tartışmasına sadece medyada yer bulabilen bazı Kürtler değil bir bütün olarak Kürt toplumu dâhil edilmelidir. Silahların susması, bir siyaset aracı olarak kullanılmaması için silahı olanlar müzakere etmelidirler ancak demokratik bir toplum sözleşmesi azami ölçüde toplumsal özneler dâhil edilerek yürütülmelidir. Akil insanların bileşimi ve kapsamı genişletilerek diyalog toplumsallaştırılmalıdır. Paralel yapıları ve darbecileri Kürtlerin talepleri değil Kürt Meselesinin kangrenleşmesi beslemiştir. Darbe girişiminin ortak bir irade ile durdurulması, demokratikleşme ve mutabakatları çoğaltma fırsatı olarak değerlendirilmelidir.
“Kürtlerin geldikleri konumdan elde ettikleri pozisyondan geri adım atacaklarını düşünmüyorum”
Şerif Camcı: Türkiye’deki darbe girişimi bir “üst akıl” eliyle gerçekleştirildiyse, Ortadoğu arenasında fillerin ciddi şekilde tepişmeye başladığı ve “kıyametin ayak seslerinin” daha hissedilir düzeyde duyulmaya başlayacağını belirtebiliriz. Darbe girişimi her ne kadar başarısızlıkla sonuçlanmış gibi görünüyorsa da, stratejik güçlerin satranç tahtasına çevirdikleri Ortadoğu üzerinden yeni hamleler başlattığı ve taşların yerinden oynadığı görülüyor. Darbe girişimi önlenmiş olsa da Türkiye çok ciddi kan kaybına uğramıştır. Hiçbir şey ama hiçbir şey 15 Temmuz öncesi gibi olmayacaktır. Kesin bir yargıya varmak için elimizde eksik veriler bulunmakla birlikte Türkiye’nin stratejik anlamda bir eksen kayması veya çok ciddi yeni tercihlerde bulunması gündeme gelebilir. Kürt sorununa yaklaşımını da bu yeni tercihleri belirleyecektir. Kürtler açısından ne olur? Kürtlerin geldikleri konumdan elde ettikleri pozisyondan geri adım atacaklarını düşünmüyorum. Dün de mücadele ediyorlardı bugün de etmeye devam edecekler gibi görünüyor.
http://www.sivilsayfalar.org/kurt-sorununda-stklardan-darbe-girisimi-sonrasi-umutlu-yorumlar/