Şehide Zehra – İnananların Erkek Kardeşliğine Reddiye
ŞEHİDE ZEHRA
Şüphesiz ki, Wollstonecraft’ın meşhur “Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi” kitabını bir papaza adamasında ve o papazı cinsler arasındaki eşitsizliklere dair yeniden düşünmeye davet etmesinde akledenler için işaretler vardır.
Kanunları yazan din adamlarını ikna etmeliydi, feminizm henüz büyüden arındırılmamıştı. Yaklaşık iki asır sonra, bambaşka bir sosyo-politik bağlamda ve coğrafyada, Wollstonecraft’ın titizlikle yaptığı gibi, erkeklerle eşit potansiyelde yaratılmış ve dünyaya atılmış kul-kadın’ın haklarını papazın erkekliğini incitmeden savunuyoruz. Feminist olarak etiketlenip din dışı kalmamak adına, red ile kabul arasında bir yere savruluyoruz. Hemen hemen hepimiz yaşanan İslam’da bir kadın sorunu olduğu noktasında çok netiz fakat “indirilen” dini “uydurulan” dinin gölgesinde bırakıp yaşanan dini kadınlar için yaşanmaz kılan o gizemli el hakkında çok az konuşuyoruz. Kimdir bu sürecin faili? İslamcı erkeklerin ekserisine göre Batı/modernizm/kapitalizm ve hatta feminizmden oluşan şer ittifakı toplumları “gerçek” İslam’ı yaşamaktan alıkoymaktadır, dolayısıyla bu karanlıktan çıkmanın yolu bizzat karanlığın müsebbibi olan feminizmle zinhar mümkün değildir.
Muhammed Kutub İslam Dünyasında Aydınlanma Sorunu’nda kadın sorununa birkaç satırla değinir, onda da Batı emperyalizminin özgürlük vaadi maskesiyle gizlediği “Müslüman kadını yozlaştırma projesi” ne karşı bir dizi uyarıda bulunur. Kökleri Batı’da olan eşitlik düşüncesi “İslam’ın kızı” nın cehennem biletidir, öyle ki Seyyid Hüseyin Nasr kadın ve erkeğin eşit değil denk olduğunu ve eşitlikte ısrar edenin Rızaullah’tan uzaklaştığını savunur. Yeni yeni politikleştiğim dönemde beni oldukça heyecanlandıran, “Gelin Bu Dünyayı Değiştirelim” diyen Mevdudi de eşitliğe inanmayanlardan. Batı’ya yaranmak için İslam’da toplumsal cinsiyet eşitliği vardır demeyin, Batı karşısında komplekse girmeyin, çıkın ve göğsünüzü gere gere “evet, çok eşlilik meşrudur; evet, iki kadın bir erkek etmektedir” deyiverin diyor. İslamcıların bir başka süper kahramanı Muhammed İkbal, işgalden kurtulmuş “yeni” Pakistan için bir eğitim reformu öneriyor. Buna göre, kadınlar sadece fıtratlarına uygun olan derslere, mesela evcimenlik, ilkyardım ve tabi ki ulusun salih nesillerini yetiştirmek üzere katı bir din eğitimine kabul edilecekler. Böylece, yaratılışla belirlenmiş asli görevlerine, yani anneliğe hazırlanacaklar. Üzülerek söylemeliyim ki, bu “yeni” eskisinin aynısı. Belki tek bir farkla; erkekleri daha bi saran, özgür Pakistan’da kadınların fıtratından sapacak olmaları korkusu.
Birkaç örnekle resmetmeye çalıştığım bu pozisyon Türkiye’de de oldukça rağbet görüyor. Mustafa İslamoğlu tam da bu nedenle Müslüman kadınları feminizm tuzağına karşı uyarırken “eviniz ve örtünüz sizin kalenizdir, feminizm sizi çıplak bırakmak istiyor” diye feryat ediyor. Başörtüsü meselesiyle karşı karşıya geldikleri seküler feministlere karşı, en iyi ihtimalle cinsiyet körü olan İslamcı diskurun içinden konuşan birçok Müslüman kadın da eşitlik düşüncesine alternatif olarak farklılık ve denklik argümanını savunuyor, Müslüman kadınn fıtrata ve aileye savaş açmış feminizmle işi olmaz diyor. Tıpkı Cihan Aktaş’ın söylediği gibi, feminizmin öznesinin moda ve tüketimle uyuşturulmuş modern beyaz kadın olduğunu ileri sürüyor, feminizme olan mesafelerini kendilerini/farklarını/kimliklerini koruma refleksiyle bir haysiyet meselesi haline getiriyorlar. Bu pozisyonda, post-kolonyal eleştiri bir anti-feminizm propaganda aracı olarak işlev görüyor ve kul-kadın ümmetin erkeklerine omuz verip Batı’dan esen rüzgâra karşı camı pencereyi kapıyor, kendini koruma altına alıyor. Fakat bu sırada can alıcı bir benzerliği kaçırıyor: İslamcının gözünden kadın ile sömürgecinin Doğulu kadın imgesi arasındaki benzerliği.
Evet, sömürgeci Batı’nın siyasi ajandasında Doğulu kadını dönüştürmek önemli bir yer tutuyordu. Evet, örtü bu noktada kilit role sahipti. Ve evet, beyaz kadının özgürlük götürmek istediği Doğulu kadınla kurduğu ilişki doğrudan bir iktidar ilişkisiydi. Fakat, emperyal feminizmi yerden yere vuran İslamcı erkeklerin yazılarındaki –buna vahyi ve sünneti yorumlarken izledikleri metodoloji de dahil- kadın imgesi ile sömürgecinin kadın imgesi ne yazık ki ciddi benzerlikler taşıyor. Birincisi, sömürgecinin gözünde doğulu kadın tehlikeli, gizemli, fitne saçan, tehdit eden, aldatıcı, kontrol edilmesi ve zapt edilmesi gereken bir şey. Tanıdık geliyor değil mi? Tam da bu benzerlik yüzünden, birinde doğulu kadının örtüsünü kaldırıp atmalıyım takıntısı, diğerinde de kadınlarımızın örtülerini açmak istiyorlar takıntısı birbirini besliyor olabilir. İkincisi, tıpkı sömürgecinin zapt ettiği toplumun kültürünü ve tarihini dondurması gibi, söz konusu İslamcı erkekler de duruma ve koşula binaen önerilmiş bazı çıkış yollarını zamandan ve mekândan münezzeh, her durum ve koşulda uygulanması mümkün, hatta zorunlu olan sabiteler olarak dikte ediyor. Böylece zaman sadece onlar için akıyor. Bir mesele ümmetin erkeklerini de ilgilendiriyorsa içtihada açık oluyor, sadece kadınları ilgilendiriyorsa kapı kapanıyor ve kadın o zamana hapsediliyor. Böylesi bir şiddet epistemolojisiyle mücadele etmenin tek yolu “oyunbozan” Müslüman kadınlar olarak o kapıyı aralamak. Ümmetin erkekleri ince bir çeviklikle zamana ayak uydururken, yozlaşmak hep bizim payımıza düşüyorsa; Batı’nın alicengiz oyunlarıyla değil bizzat kendi irademizle yozlaştığımıza ikna olmalarını beklemeyelim. Eğim varsa su akar, önünde duranın vay haline.
- Cihan Aktaş, Feminizmin Beyaz Batılı Kadın Seçkinciliği
- Meyda Yeğenoğlu, Sömürgeci Fanteziler.
- Mevdudi, Hicab
- Muhammed İkbal, Makalat-i İkbal
- https://mustafaislamoglu.com/feminizm-bir-tuzaktir/
- Seyyid Hüseyn Nasr, Modern Dünyada Geleneksel İslam içinde “İslam perspektifinden kadın ve erkek”
Kaynak; http://recel-blog.com/inananlarin-erkek-kardesligine-reddiye/