Mehmet Ali Başaran – Razı değilim
Bu topraklar yıllardır çocuklarını kirli bir savaşa kurban veriyor. Yoksulların çocukları, gencecik insanlar ölüme gidiyorlar. Bu savaşı sürdüren ordu, halkın değerleriyle, sesiyle, sözüyle, diliyle kavgalı. İşte bu ahvale karşı “Askerlik peygamber ocağı değildir” diyen kardeşlerimiz var. Onlar zulme rıza göstermeyip, bu zorbalığı reddediyorlar. Mehmet Ali Başaran bu kardeşlerimizden biri. Omuz omuza haksızlıklara, adaletsizliğe karşı beraber eylediğimiz bir kardeşimiz, hakları gasp edilen işçilere gönüllü olarak hukuki destek veren genç bir avukat. Mehmet Ali Başaran’ın vicdani reddini selamlıyor, hak ve adalet mücadelesini sahiplendiğimizi beyan ediyoruz.
MEHMET ALİ BAŞARAN
Benim büyüdüğüm yerde insanlar birbirlerine “Ermeni” diyerek hakaret ediyorlardı. Okulda edebiyat öğretmenimizden öğrenmiştim: ‘Ayıdan post, Yunan’dan dost olmaz’dı. Dört bir yanımız düşmanlarla çevriliydi. Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktu. Ülkemizi bölmek isteyen dış mihraklar Kürtleri kullanıyorlardı. Pek çok Kürt vatandaşımız da kadir kıymet bilmiyor, teröristlere sempati besliyordu! Bu olacak iş değildi ama oluyordu.
Zorunlu Eğitim’den geçiyorduk ve sadece devlet’in penceresinden bakabiliyorduk dışarıya. Dışarısı ulus devletin avlusundan ibaretti. Düzene uygun kafalar olarak yetiştiriliyorduk. Bize düşen sadece biat etmekti. Ne verilirse onunla yetinmekti.
Allah’a şükür biz yetinmedik. Gidip Kur’an ile tanıştık. İslam’ı ana kaynağından, anladığımız dilde okumaya başladık. Peygamberleri tanıdık ve zindanlarımızın kapılarını açabildiğimiz kadar açtık.
Bugün 30 yaşındayım. Kendimi Müslüman olarak tanımlıyorum. Aklımı, kalbimi ve ufkumu bir ulus devletin sınırları ile sınırlandırmıyorum. Böyle bir sığlığa mahkûm olmanın, bana engin bir Adalet bilinci bağışlayan İslam’a haksızlık olacağının farkındayım.
Kendimi insanlık ailesinin bir ferdi; dünyayı da ülkem sayıyorum. Ülkemde inandığım gibi yaşamak istiyorum. İnsanoğlu için iyilik ve güzellikten başka bir şey dilemeyen Allah’a hakkıyla kul olmayı amaçlıyorum. İnsanı kula kulluğun her çeşidinden alıkoyan ve gerçek manada özgür kılan yalnızca Allah’a olan kulluğudur, biliyorum.
Müslüman, iyinin ve doğrunun tarafını tutmak, kötülüğe ve yanlışa karşı tavır almak zorundadır. Kur’an pek çok ayetle bu farzı ortaya koymaktadır:
“İçinizde hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten alıkoyan bir topluluk bulunsun. İşte bunlar kurtuluşa erenlerdir.” (Âli İmran Suresi, 104. Ayet)
“Mümin erkeklerle mümin kadınlar birbirlerinin velileridir. Onlar iyiliği emreder, kötülüğü men ederler, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Allah ve Resulüne itaat ederler.” (Tevbe Suresi, 71. Ayet)
Ayrıca Peygamberimizin (sav) şöyle söylediği rivayet edilmiştir:
“Sizden biri bir kötülük görürse eliyle onu düzeltsin, eğer buna gücü yetmezse diliyle düzeltsin, eğer buna da gücü yetmiyorsa kalbiyle buğz etsin. Bu ise imanın en zayıf halkasıdır.”
İnsanlara inanmadığı değer ve ideolojilerin, yalan ve yanlı bilgi ve düşüncelerin dayatılması, kof bir kalıba ve hizaya girmekten başka seçenek tanınmaması anlamına gelen zorunlu eğitime karşı olduğum gibi zorunlu askerliğe de karşıyım.
Bir Müslüman olarak teorisini ve pratiğini tasvip etmediğim bir orduya katılmaya zorlanmam bir zulüm; bu zulme boyun eğmem ayrıca bir zulümdür.
İnsani ve İslami değerleri baskılaya gelmiş, sayısız darbelerle milyonlarca insana işkence etmiş, on binlercesini “meçhul” etmiş, bu ülkedeki çoğunluklara ve azınlıklara, Müslüman olanlara ve olmayanlara türlü türlü eziyetler etmiş, geçmişi ve bugünü hak ihlalleriyle, hukuksuzluklarla dolu bir orduya katılmam düşünülemez.
Allah Mâide Suresi 8. Ayette bize şöyle sesleniyor:
“Ey İman Edenler! Allah için Adaleti ayakta tutan şahitler olun. Bir topluma olan öfkeniz sizi adaletsizliğe sürüklemesin. Adil olun, bu takvaya daha uygundur. Allah’tan korkun, şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”
Bir Müslüman ancak Hak ve Adalet için, Allah rızası için savaşabilir; kendini laik olarak tanımlayan ve kavmiyetçiliğe yaslanan bir ulus devlet için değil.
Bir Müslüman ancak İslami değerler için savaşabilir. Bir yandan İslami değerleri baskılarken öte yandan (“şehitlik” gibi, “peygamber ocağı” gibi değerleri) istismar eden, bir kavme ait Silahlı Kuvvetler için değil.
Bir Müslüman peygamber ocağına katılabilir ancak insanların sabah akşam küfür ettiği veya yediği, hakaret ettiği veya yediği, aşağılandığı, haksızlıklara uğradığı ve fakat haksızlıklar karşısında haklı itirazlarda bulunamadığı bir yer, hiç şüphesiz, peygamber ocağı değildir.
Milliyetçiliğin veya ulusalcılığın veya ırkçılığın vücut bulduğu bir yeri peygamber ocağı olarak nitelendirmek gaflet değilse aldatmacadır.
İnsan ve zaman dâhil devasa imkânların akıl almaz boyutlarda israf edildiği bir yeri peygamber ocağı kabul etmenin imkânı yoktur.
Bir Müslüman olarak kendime de başka bir canlıya da haksızlık etmek istemiyorum. Kimseyi inanmadığı değerler için savaşmaya, ölmeye ve öldürmeye zorlamadığım gibi, kimsenin de beni inanmadığım değerler için savaşmaya, ölmeye ve öldürmeye zorlamasına razı değilim.
Razı değilim. Şairin dediği gibi:
“tarantula yazdılar diye göğsümdeki yaftaya
tarantulaymış benim adım diyecek değilim”
Vicdani reddimi beyan ediyorum, evet. Askere gitmiyorum.
Kaynak: http://mehmetalibasaran.wordpress.com