Post-Kemalist Devrin Reklamı – Akif Emre
İslamcılığın küresel hegemonyaya eklemlenme macerasını sıklıkla köşesine taşıyan Akif Emre bu yazısında 10 Kasım reklamları üzerinden muhafazakarlığın benimsediği yeni itikadı formları tartışıyor. Çin’le yaptığı karşılaştırma dönüşüm meselesini anlamlandırmak açısında kıymetli bir örneklik teşkil ediyor. Neo-kemalizmi gündemimize ve tartışmalarımıza dahil eden Emre’yı takip etmeyi sürdürüyoruz.
Post-Kemalist Devrin Reklamı
Kapitalist dünyanın soğuk savaş dönemindeki en büyük başarısı Çin’de gerçekleştirdiği dönüşümdü. Çin gibi nüfus avantajına ve küresel aktör olma potansiyeline sahip bir ülkenin Sovyet sisteminden koparılması başlı başına stratejik bir kazançtı zaten. Ekonomik sistemin kapitalizme açılması da küresel ölçekte bir ivme kazandırdı çok uluslu şirketlere. Pek akıl erdirilemeyen bir yapı gibi görünüyordu; siyasal sistem totaliter ve komünist, ekonomik yapı kapitalist… Siyasal sistemle ekonomik yapı arasında kalan, ayda bir çuval pirinç karşılığı emek gücünü satan bir Çinli için hayatında değişen bir şey olmasa da Komünist Parti seçkinlerinin yerini yabancı şirketler ya da onların ortağı yerli ‘girişimci’ler almıştı; patronları çeşitlenmişti…
Küresel kapitalizme farkına varmadan entegre oldukça aslında Türkiye’de de yaşanmakta olanların daha farklı ölçekte bir Çin deneyimi olduğu bile söylenebilir. Tek fark şu ki ekonomik yapı ile birlikte siyasal sistem de dönüşmüş görünüyor… Daha doğrusu siyasal sistem, küresel kapitalizmin neo-liberal politikalarına göre kendine çekidüzen veriyor.
Dışarıdan bakılınca tüm bu dönüşümler ‘İslamcı’ kadrolar eliyle gerçekleştiriliyor. Hatta yine dışarıdan bakanlar için İslamcı bir iktidar eliyle Türkiye küresel kapitalizme eklemleniyor, neo-liberal politikaları uygulamaya geçiriyor. Bu durumda İslamcı değerlerle kapitalist iktisadi ilişki biçimlerinin nasıl bir arada yürütülebildiği sorusunu birileri de soruyor olmalı?
Çin’deki çelişkiyi anlamlandırmak, bir noktaya kadar anlamak mümkün; komünizmle kapitalizm, önerdikleri insan tipi, beklentileri, modernlikle kurdukları ilişki farklı (üretim-paylaşım) yöntemlerle de olsa aynı insan-toplum tasavvuruna sahip. Oysa Müslüman bir toplumun hayatla kurduğu, bireyin evrenle, eşya ile kurduğu ilişki, buna dayalı toplum modeli temelden farklı.
Bunca zıtlığa rağmen küresel kapitalizmin her iki toplumda da geçer akçe sayılmasında bir tuhaflık olmalı değil mi?