Özlem Altuntaş & Suzan Saner – Cinsel Saldırı, İfşa ve Adalet
14 Ocak tarihli failin isminin geçmediği ama tacize uğrayan danışanın süreci anlattığı ifadelerin yer aldığı yazı Melis Alphan tarafından yayınlandı. Ardından ifşa kararı ile sosyal medyada #SessizliğiBozuyoruz dendi ve feministler tarafından 17 Ocak tarihli karar duruşmasına çağrı yapıldı. Psikoterapist Murat Paker hakkında “hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuzu kötüye kullanmak suretiyle nitelikli cinsel saldırı” iddiası ile açılan davada, 56. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından danışanına karşı cinsel saldırı suçunun işlendiğine kanaat getirildi ve 4 yıl 2 ay hapis cezası verildi. Bu olayla birlikte kadına yönelik şiddet, taciz, tecavüz, kadının beyanı tekrardan bu sefer “tanıdık” bir erkek üzerinden konuşulmaya başlandı. Kadına yönelik şiddet, taciz, tecavüz konuşulurken niye hep çok uzağımızdaymış gibi gelir? ‘Fail nüfuslu, akademik kimliğiyle ön planda olduğunda suça suç, şiddete şiddet, tacize taciz demek birileri için niye bu kadar zorlaşıyor’a cevap veren ve travmaya maruz kalanın yanında, failin ve onu koruyanların karşısında olduğumuzu deklare edip aşağıdaki yazıyı paylaşıyoruz. Yazının yazarları olan Özlem Altuntaş ve Suzan Saner’e yazının iktibasına verdikleri onay için teşekkür ediyoruz.
ÖZLEM ALTUNTAŞ – SUZAN SANER
Travmaya maruz kalanlar, bize çoğunlukla duymak istemeyeceğimiz hikayeler anlatır. İçten içe öğrenmemiş olmayı arzuladığımız, ama bir kere duyduktan sonra artık bizim de parçamız haline gelen hikayeler. Kimi duymamış olmayı, kimi hiç duymamış gibi davranmayı, kimi dile getirmemeyi tercih eder; kimisi de üzerine gitmeyi, yüzleşmeyi, adalet aramayı. Bizim de etkilenmiş olmamız için travmatik olayı ille de görmüş olmamız gerekmez. Bir çeşit tanıklık konumuna çekilmişizdir artık. Tanık olmanın mağdur ve fail olmak kadar olmasa da yükleri ve sorumlulukları vardır. İnsanı yaralayan olaylar, herkesin gözü önünde gerçekleşebildiği gibi bazen de kapalı kapılar ardında olur. Bu olayların açığa çıkması ancak yaralayan şiddete maruz kalanın açılmasıyla mümkün olabilir. Açılmak, hem kendini açmak hem de faili işaret etmektir. En zoru orada bir üçüncünün olmadığı bir durumda gerçekleşen şiddeti ifşa edebilmektir. Kadınlar ve çocuklara yönelik şiddetin yaygınlığı ile ilgili verilerdeki farklılıklar, adli makamlara yansıyanlar ile tahmin edilen rakamlar arasındaki uçurum işte bu açıklanamayan, yük olarak taşınanların varlığından ötürüdür.
Bir cinsel saldırı veya şiddet olayının ifşa edildiği grup hızla kamplara ayrılır. Mağdurun beyanı ve niyeti hemen sorguya tutulur. Herkes olayın ayrıntılarını öğrenmeye ve tartışmaya başlar. İlk sorguya tabi tutulan, olayın gerçek olup olmadığıdır. Failin ve mağdurun kimliği, olayın niteliği, faille mağdur arasındaki ilişki masaya yatırılır. Bize de bulaşan travmatik içerik karmaşık duyguların uyanmasına neden olur. Şiddete maruz kalan, tanınmayı talep eder. Tanınmak sadece anlaşılmaya ve tanıklığa bir davet değil, aynı zamanda yaraya sebep olan olaya isim koymaktır. Şiddete şiddet demek, tacize taciz demektir. Kadın mücadelesinin tarihi, önce kadının adının konmasının, sonra kadın olarak yaşananların tanınmasının tarihidir. Kadına yönelik şiddet, aile/ev içi şiddet, istismar, taciz insanlık tarihi boyunca var olmuş olsa da adının faili işaret ederek erkek şiddeti olarak konması feminist mücadele sonucunda gerçekleşti ve bu mücadele halen devam ediyor. Akademik alanda, sokakta, mahkeme kapılarında, emek ve meslek örgütlerinde kadınlar hayatlarına ve birbirlerine sahip çıkıyorlar.
Klinik psikolog-hekim Murat Paker’in danışanını taciz etmesi nedeniyle görülen dava ve sonrasındaki tepkiler bize feminist mücadele tarihine tekrar bakma ihtiyacı hissettirdi. 17 Ocak 2019’daki karar duruşmasından önce feministler “Sessizliği bozuyoruz!” dedi ve kadınlara destek çağrısı yaptı. Dava, Murat Paker’in 4 yıl 2 ay ceza alması ile sonuçlandı. Her iki taraf da istinaf mahkemesine başvuracaklarını açıkladı. Bu süreçte İstanbul Tabip Odası Onur Kurulu’nun bir soruşturma yürüttüğünü ve “seans sırasında yaşananları yönetemediği, terapi tekniği açısından sınır ihlali izlenimi yarattığı, bunun kusur oluşturduğu kanaatine varılarak” Murat Paker’e uyarı cezası verdiğini öğrendik.
Murat Paker’in mahkemece suçlu bulunduğu bu davada ve sonraki süreçte bildik bir kamplaşma yine karşımıza çıktı. Cinsel şiddet davalarında failin tanınırlığının, saygınlığının ya da “iyi halinin” lehine kullanıldığına çok sefer şahit olmuştuk. İnkarla bezenmiş bir “iyi hal”, “kefil olma” kampının oluşması ve Murat Paker’in ilişkili olduğu kurumların ve kişilerin sessizliği birçok kişide ciddi hayal kırıklığı yarattı. Birçoğumuz yer yerinden oynamalı, meslek odaları ve dernekleri, çalıştığı üniversite bu konuda gerekli adımları atmalı diye düşünürken, kimileri failin saygınlığını, yazılarını, görevlerini, barış imzacılığını vs. onun bu suçtan münezzeh olmasını sağlayacak birer özelliği olarak öne sürdü. Hatta her türlü ayrımcılık ve şiddete karşı çıkan ve Murat Paker’in arkadaşları olduğunu bildiğimiz kişiler tarafından onu “linç etmekle” suçlandık. Failin başka biri olduğu durumda aynı inkarcı tepkiyi vermeyeceğini, feminist mücadeleyi destekleyeceğini bildiğimiz kişi/ler tarafından “çete” damgası yedik.
Hiç kimse tanıdığı, sevdiği, saygı duyduğu birinin cinsel taciz suçlamasıyla karşılaşmasını istemez. Ama kimse de tanınmış bir kişinin kendisini taciz ettiğini iki yıl boyunca mahkeme kapılarında dolaşarak, yaşadıklarını sürekli hatırlama pahasına muayene ve sorgulardan geçerek, “damgalanma”yı göze alarak, hele de cinsel saldırı davalarındaki kararları gördükten sonra açıklamayı kolayca göze alamaz. Murat Paker’in tanıdıkları, arkadaşları, ilişkili olduğu kurumların sessizliği ya da “mecburen” yaptıkları belli olan açıklamaları birçoğumuzda şaşkınlık, hayal kırıklığı ve öfkeye yol açtı. Tanıdığımız kişilerin ve kurumların bu “tepkisizliği” ya da bu olayın olmadığına dair örtük ya da açık beyanları hatta neredeyse failin mağdur olduğuna kanaat getirmeleri, kendi içimizdeki hukukun, meslek etiğinin belli durumlarda belli kişilere karşı işletilemeyeceği, kişilerin konumlarının ve güç ilişkilerinin onları hukuk-üstü bir konumda tuttuğu mesajını veriyor.
Murat Paker’in çalıştığı Bilgi Üniversitesi Psikoloji Bölümü adına 24 Ocak 2019’da bir açıklama yapıldı. Bugüne kadar açıklama yapmak için üniversite kararının beklendiği yazıyor. Açıklamada “Bu süreçten daha güçlü olarak çıkacağımıza inancımız tamdır,” deniyor. Ancak bu süreçten Bilgi Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nün mü Murat Paker’in mi daha güçlü çıkacağı, ya da Murat Paker’in kimliği ile Bilgi Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nün kimliğinin zaten ayrılamaz bir bütün mü olduğu anlaşılamıyor. Travma çalışan kişiler olarak bildiğimiz, böyle süreçlerden “güçlü çıkmasına” çabaladığımız kişilerin travmaya maruz kalanlar olması gerektiğidir. Psikososyal travma müdahaleleri tacize/şiddete maruz kalanların güçlendirilmesini temel amaç edinir. İlginç olan bu noktada bir tersine çevirme mekanizmasının işletiliyor olması. “Mağdur edilen”, “travmatize” olan failmiş gibi bir tutum takınılıyor. Bir başka ilginç nokta ise Bilgi Üniversitesi’nin konuyla ilgili bir soruşturma yürütüp yürütmediğinin açıklanmamış oluşu. Ayrıca Bilgi Üniversitesi’nde “Cinsel Tacizi ve Saldırıyı Önleme Birimi’ mevcut. Bu birimin mevcut olayla ilgili bir yaptırımı olup olmadığını da henüz bilmiyoruz.
Kişilerin konumlarının ve güç ilişkilerinin onları hukuk-üstü bir konumda tutmamasını beklemek en doğal hakkımız. Bunun için mücadele etmek zorundayız. Etik ilkelerin fail kim olursa olsun işletileceğini bilmek, hepimizin güvenlik hissimizi tesis etmemiz ve adalet duygumuzu korumamız için bir gereklilik. Okullarımızda, işyerlerimizde, sendikalarımızda, meslek odalarımızda güçlü, iktidar sahibi erkeklerin tacizlerinin meslek, oda, sendika “aile”sinin itibarının korunması adına görünmez kılınmasını beraberce engellemeliyiz. Önceki benzer deneyimlerde kadınların cesareti, kararlılığı ve dayanışması, içinde yer aldığımız kurumlarda yol gösterici oldu. Çünkü failler çoğu zaman yaptığı saldırının yanına kâr kalacağını, ifşa edilse dahi inanılmayacağını düşünür. Önce inkar eder, sonra mağdurun inanılırlığına saldırır, mağdurun hasta-dengesiz-sözüne güvenilmez olduğunu kanıtlamaya çalışır, sonra niyetinin hiç de iddia edildiği gibi olmadığını yanlış anlaşılmış olduğunu iddia eder. En son argüman, mağdurun ve çevresinin kendisine komplo kurmuş olduğudur. Bu sıralama oldukça tipiktir.
Erkeğe/erkekliğe verilen ayrıcalıklar toplumsal ve ideolojik olarak kurulur. Ataerkil toplum, erkek saldırganlığının çeşitli yöntemlerle hoş görülmesi üzerine kurulu. Gündelik hayat, ikili ilişkiler, kurumsal ilişkiler, yasalar bundan muaf değil. Bu hoşgörüyle yüzleşmeden hem kadına yönelik şiddetle hem de savaş, ırkçılık, çatışma vb. her türlü şiddet biçimiyle mücadele etmek pek mümkün görünmüyor. Mesleki etik ilkelerin, sınırların hem danışanı/ hastayı hem de terapisti korumak için var olduğunu “unutturan” erkek özgüveniyle yüzleşmek, kadın olmaktan kaynaklanan bireysel ve toplumsal travmaları sadece iyileştirir. Tanıklığımız ve mücadelemiz şiddetin tanınması, şiddetin faili her kim olursa olsun “kayırılmadan” ve adil bir şekilde yargılanması için.
Kaynaklar:
[1] Scully D. (1994) Understanding Sexual Violence. Çev. Tekeli Ş, Aytek L (2013). Cinsel Şiddeti Anlamak. Metis Yay.
[2] Herman J. (1992) Trauma and Recovery. Çev. Tosun T (2007). Travma ve İyileşme. Literatür Yay.
[3] Baytok
C. (2012) Politikayı Mahkemelere Taşımak: Hukuka Feminist Müdahaleler. Boğaziçi
Üniversitesi Sosyoloji Master Tezi.
Kaynak: Çatlak Zemin – https://catlakzemin.com/cinsel-saldiri-ifsa-ve-adalet/