Ömer Carullah Sevim – İnsanın Üç Devri
Çağımızın İslam’ına dair ne çok şey söylendi. Günlerce, aylarca, hatta yıllarca süren İslami metot ve usule dair tartışmalar birçoğumuzun düşünce dünyasını güzelleştirmiştir. Her bir düşünsel yenilik içerdiği imkânları tükettikçe verimsizleşir, güçten düşer, kendini tekrar etmeye başlar. Yine birçoğumuz için bu tartışmaların, bazen yerimizde saymamızın sebebine; bazen hayatla at başı giden o en sahici gerilimleri görmemizin önündeki engele dönüştüğü vakidir. Oysa Kuran, her zaman ve zeminde yeniden anlatıyor kendisini insanlığa. İnsan için her dem, o anın vacibi olan bir tefekkür mümkün, vahiyden yüz çevirmedikçe…
Aşağıdaki yazı, dünya hayatında mümkün ve gerçek olan dine dair kıymetli bir akıl yürütmenin başlangıcı… Kuranı bütüncül mesajıyla ele alan bir tefsir yöntemiyle insanlık tarihi, Allah’la irtibatının derecesine ve biçimine göre tasnif ediliyor. Bizim için bilinmez olan hakkında fikretmek belki de en zoru. İstanbul Düşünce Evi’nden Ömer Carullah Sevim arkadaşımızın yazdığı yazıyı, bu gibi akıl yürütmelerin sayısının artmasına dair umudumuzla birlikte iktibas ediyoruz.
ÖMER CARULLAH SEVİM
“Bu (Kur’an)dan önce, kitap verdiklerimiz buna inanmaktadırlar. Onlara okunduğu zaman ‘Biz ona inandık, gerçekten o, Rabbimizden olan bir haktır, şüphesiz biz bundan önce de Müslümanlar idik’ derler”
(Kasas: 52-53)
İnsan nedir, toplum nedir ve tarih nedir soruları iç içe geçmiş sorulardır ve kendimizi – çağı anlamak için bir tarih algısına sahip olmamız gerekir. Öyleyse tarih nasıl akar, temel dinamikleri nelerdir… Örneğin Marx’a göre sınıf çatışması tarihin temel kurucu dinamiğidir ve ileri yönlü bir hareketi vardır. İbn Haldun gibi kimileri ise tarihi döngüsel bir mekanizma içerisinde görürler.
Peki Allah ve İnsan-Toplum ilişkisi bağlamından baktığımızda ve Kur’an merkezli bir okuma ile İnsan-Toplum-Tarih’i nasıl algılayabiliriz? Böylesi bir soruşturmanın dünya algımızı ve siyasal pratiklerimizi de içeren bir dizi alanda köklü değişikliklere sebep olabileceğini savunuyorum. İhtiyacımız olan temel bilgi kaynağının ise Kur’an ve onun hayat yardımıyla tefsirinde görüyorum.
Bu savlamamın girizgahı olarak Kur’an ve bugünün ilişkisine dair kısa bir şeyler söylemek gerekiyor şüphesiz. Başlı başına bir tartışma alanı olarak günümüzdeki temel iki Kur’an okuma biçimini hatırlayalım; evrenselcilik ve tarihselcilik.
Bilineceği üzere evrenselcilik Kur’an’ı doğrudan bugüne iniyormuşçasına ele alırken ve modern bireyi Kur’an’ın doğrudan muhatabı kılarken; tarihselci okuma, ilahi metni ilk muhataplarının nasıl anladığı üzerine odaklanan bir araştırma ile bugüne mesajın özünü taşıma gayretinde. İbrem temelde evrenselci yöne kaysa da Kur’an’ı anlamanın tek bir yönteme indirgenmesinin son tahlilde yozlaşma doğuracağına inanıyorum. Konumuzun ise bu iki bakış açısı arasındaki gerilimin verimli bir tarafına dokunduğunu düşünüyorum. Zira bu iki bakış açısı da bugün Müslümanlığı yaşayabilmek gayretinde. Daha da önemlisi evrensel ( varlığın tamamını kul kabul eden) bakışlar sunuyorlar. Kimliklerin veya görünümlerin değil, eyleyişlerin ve anlamın peşinde koşuyorlar. İşte bizim tartışmamız da tam bu bağlamda… Ancak şimdilik tarihselcilik ve evrenselcilik ilişkisine tartışmamız bağlamında daha fazla girmeyecek, bu küçük değini ile yetineceğim. Tartışma olgunlaştıkça bu bağlam daha fazla belirecektir.
Tarih meselesine geri dönelim. Savlamam basit. İnsanlık tarihinin üç farklı aşamadan oluştuğu kanaatindeyim. Bu aşamalar ilerleyici veya hatta döngüsel olarak değerlendirilirse yanlış anlaşılır. Daha çok Allah ve Toplum/Tarih ilişkisine göre üç farklı düzlemden bahsediyoruz. Söz konusu insan ve imtihan olduğu için de birbirlerine üstünlükleri olduğunu iddia edemeyiz. Yalnızca farklı durumlar olarak kodlanmalılar. Bu üç dönem; Ümmilik Dönemi, Ehl-i Kitab Dönemi ve Peygamberli Dönem.
- Ümmilik Dönemi
Ümmilik konusunda bir tartışma zaten mevcut. Ancak kelimenin Kur’an’da mesaj ulaşmamış insanlara referansla kullanıldığı çok açık. Bu mesaj ulaşmamışlık hali, herhangi bir şekilde bir ilahi kitap’tan haberdar olup-olmama’nın ötesinde, kültürel/toplumsal olarak bir ilahi kitap geleneğinin içerisinde olmamak durumunu ifade ediyor. Hatta böyle bir geleneğin içinde olsalar dahi kitapla ilgisiz kişiler için de aynı ifade kullanılabiliyor (Bakara: 78). Yani Hz. Muhammed’in vahyden önce içinde bulunduğu hal böyle tarif edilebilir, nitekim Kur’an’da aynen böyle ediliyor ( Cuma: 2, Araf: 157) . Mekke civarında çeşitli Hristiyanların bulunduğunu, yani son ilahi kitap- “din” den bir şekilde haberdar olduğunu da biliyoruz. Hatta hanif Hristiyanlarla çeşitli irtibatların mümkün olduğunu da geleneksel anlatılardan duyuyoruz (ör: Varaka b. Nevfel, Rahip Bahira). Ancak Hz. Muhammed netice itibariyle bir kitap geleneğinin içerisine doğmamıştı. Yani Allah’ın insanlığa sunduğu rehberlik yolunun, bozulmuş dahi olsa içinde değildi. İşte bu duruma Ümmilik diyoruz. (İlahi ) Kitap nedir bilmemek hali. O zaman bir de kitap nedir bilmek hali var; Ehli Kitaplık/ Utu’l kitap olmak.
- Ehli Kitap Dönemi
Bu dönem bir peygamberi takip eden süreci ifade ediyor. Aslında eksik bir ifade bu. Biraz daha kapsamlısı, yukarıda belirttiğimiz gibi; ilahi kitap geleneğine sahip olmak denilebilir. Zira peygamberi takip eden yeni bir peygamberlik ve bu peygamberliğin reddi o topluluğu ehli kitap olmaktan çıkartmıyor. Önemli olan Hıristiyan, Yahudi, “Müslüman” veya bir benzeri ifade ile ilahi kitap geleneği çizgisine kültürel aidiyet. İşte bu ehli kitap döneminin yaşandığına işaret.
Kitap verilen toplulukların özellikleri olarak da şunlar sıralanmaktadır; tefrikaya düşmüşlerdir (En’am: 159); iyilikleri on katı ile kötülükleri misli ile karşılık bulacaktır (En’am: 160), onların içinde de Müslümanlar vardır ve kendilerine mesaj tebliğ edilince “biz zaten Müslümanlardandık” derler (Kasas: 52-53); kitapta tahrifat yaparlar (Ali İmran: 71); kimisi emaneti korur, kimisi güvenilir değildir ( Ali İmran: 75); kimisi dosdoğrudur, geceleri Allah’a secde eder, iyiliği öğütler kötülükten men ederler ( Ali İmran: 113-114)… Kısaca imtihan olan insana ait her özellik ehli kitap içerisinde mevcut…
Ufak bir not olarak şunu da düşelim; Kur’an’da benzeri bir anlamda Utu’l kitab (kitap verilenler) ibaresi de yer alıyor. Bir görüşe göre bu daha genel bir ifade. Yani ehli kitap, kitap konusunda uzman bilgisi olanlar iken, utu’l kitap ise genel olarak o topluluğu ifade ediyor. Bizim tartışmamız bağlamında ise burada ortaya çıkan ikilik kullanışlı bir karışıklık sağlıyor: kitap dönemi olarak tabir ettiğimiz dönem hem içerisinde ümmileri (kitaplı bir toplum olduğu halde kitaptan habersiz olanları) hem de ehli kitabı (kitap ile ilgili olanları) kapsıyor.
Bu notla beraber, konuşabilme imkanımızı genişletmesi sebebiyle bu döneme ehli kitap dönemi demeyi ve bu ifade ile kitap geleneğine sahip bir toplum içinde bulunmayı kastetmeyi yeğliyorum.
Bir de bu iki dönemi birbirinden ayıran, ümmilik dönemini kesip ehli kitaplığı başlatan bir dönem daha var. İlla ki ümmiliği ortadan kaldırmak zorunda değil elbette bu dönem; iki ehli kitap geleneği arasında bir geçiş de olabilir veya bir ehli kitaplık dönemine kısa bir es vermeyi de ifade edebilir. Peygamberlik döneminden bahsediyorum.
- Peygamberlik Dönemi
Adından da anlaşılacağı üzere bir peygamberin geldiği dönemi kastediyorum. Kitap ile veya kitapsız olabilir. Ancak önemli olan Müslümanlar ve Kafirler arasındaki ayrımın netleşmesi. Bu netleşme Allah’ın özel olarak görevlendirdiği bir mesaj taşıyıcı ve onun mücadelesi ile gerçekleşiyor. Kur’an’ın ise büyük bir kısmı bu kulların hikayeleri-kıssalarıyla dolu. Bu dönemin ümmilikten ayırt edici en önemli vasfı haberdar ediyor oluşu. Ehli kitap ile temel farkı ise safları netleştirmesi. Aslında bu safları belirleme durumu ümmilik için de geçerli. Bir peygamber doğrudan ilahi yönlendirme ile bir kavme gelir ve çağrısı akis bulmak zorundadır. Çok istisnai bir halden bahsediyoruz. İnsanlık tarihine yön verici, kısa süreli vakitler bunlar. İnsanlık tarihi içerisinde az, istisnai; ancak yoğun, örneklik teşkil edici periyotlar… Belirsizliğin ortadan kalktığı, “kimlikler”in gerçek anlamına kavuştuğu bu zamanlar aynı zamanda Kitap için de yeterli idealleştirmeyi sağlıyorlar. Bu dönemler üzerinden oluşan ideal tipler, takip eden ehli kitap için, kitap üzerinden sunulmuş oluyor.
Bir başka deyişle tüm bu dönemlendirme hikayesi aslında dinin temel iki kavramının görünüm biçimleri ile Allah’ın yeryüzüne temel müdahalelerinden biri olan mesaj gönderilmesinin ilişkisi üzerine kurulu: Müslümanlık ve Kafirlik. Bu iki kavrama takip eden yazımda değinmeyi düşünüyorum. Ancak kısaca şunu diyebiliriz; peygamberlik dönemi sayesinde ne yapmamız ve ne yapmamamız gerektiği üzerine fikir sahibi olacağımız Müslüman ve Kafir tiplerinin ne olduğunu öğreniyoruz. Daha doğrusu kuvvetli ipuçlarına sahip oluyoruz.
Bugün Hangi Dönemi Yaşıyoruz?
Bu aslında sıklıkla sorulan ve daha çok Mekke ve Medine dönemleri üzerinden cevaplar aranan bir sorudur. Mekke dönemi imanın oturması, ahlak vb konular çerçevesinde anlaşılırken Medine dönemi siyasi iktidar, şeriat, hukuk konuları ile düşünülür. Aslında önem sırasında birinciliği “kuralların” ve “iktidar”ın aldığı, imanın ve ahlakın bunların hizmetine koşulduğu bir dönemlendirme biçimi. Mekki sureler ve Medeni sureler ayrımı da ve hatta nüzul sırasına göre Kur’an okumaları da bu algının inşa edilebileceği bir temel sağlıyor. Ancak bu tarz bir dönemlendirme vurgusunun, köklerini tarihten alsa da, karşı saldırı altında kuvvetlenmesi gerçeğini atlamamak gerekiyor. Yani emperyalist ve modernist tehditler altında Müslümanların kendi dinlerinden bir savaş fıkhı olarak, “40 kişi olmayı” beklemeleri, “önce imanlı nesil, sonra yönetim” düşüncesine sahip olmaları oldukça anlaşılır. Fakat ihtiyaçlar doğrultusunda kuvvetlenen bu dönemlendirme biçiminin bugün kafi gelmediğini düşünüyorum. Önerim yukarıdaki çerçeve içerisinden düşünmek.
Kur’an, peygamber dönemindeki gerilimler sonucu ortaya çıkan insanları bizler için ideal tipler kılarak önümüze getiriyor. Yani Hz. Muhammed döneminde belirginleşen hak-batıl savaşına hitap ediyor doğrudan, ancak bizler için de imtihana yol verici örneklikler ortaya çıkarmış oluyor. Bizim için ise böylelikle yaşayan bir kaynak haline getiriliyor. Peygamber’in ölümü ile beraber artık Müslümanlığın ve Kafirliğin somut tanımları ile değil, ideal tipleri ile karşı karşıya kalmış oluyoruz. Hem sahabelere hem de bugüne hitap ederken temelde kıssalar üzerinden giden bir anlatı ise bu söylediğimizi doğruluyor. Yani sadece Kur’an’ın iniş dönemi ve hitap biçimleri değil, önceki peygamberlerin hikayeleri de bizler için aynı yol göstericilikte oluyor.
Bu bağlamda baktığımızda peygamberli bir devirde bulunmadığımıza, kitaptan ise haberdar olduğumuza göre ehli kitap döneminde yaşadığımız söylenebilir. İçinde bulunduğumuz bocalamalar, Müslümanlığın ne olduğu ile ilgili tartışmalar, sapmalar, çeşitlenmeler…. İşte bunların hepsi ehli kitap döneminin özellikleri.
Bir kez daha hatırlatmakta fayda var; ehli kitap döneminde yaşıyor olmak demek, bir tesadüf, şans veya kader/takdir olmanın ötesinde bir durum değil. Yani ehli kitap olmaklığımız, kitap geleneğine sahip olmamızı ifade ediyor, fazlasını değil. Devrimizde soruları soracağımız, öl dese öleceğimiz bir peygamberimiz yok. İmtihan sorularını çözmek için elimizde aklımız ve kitap var. Zaten hem aklın, hem kitabın, hem de bir elçinin bulunduğu devirlerin çok az olduğunu da hatırlamak gerekiyor. Bunun yanında bugüne ehli kitap devri demek, genellemeci manasıyla, yanlış bir ifade olacaktır. Kitap geleneğini yaşamayan, kendisine kitap ulaşmamış veya bağlarını kuvvetlice koparmış toplumlar da şüphesiz mevcut. Hatta Türkiye gibi kitap geleneği etkisindeki bir toplumda da kitap ile çeşitli sebeplere ilgisiz insanlar bulunmakta. Bu zaviyeden baktığımızda kimimizin durumu ehli kitap, kimimiz ise ümmi pozisyonlardayız.
Öte taraftan bu üç dönemin yukarıda anlatılan biçimleri toplumlar üzerinden bir analizi mümkün kılıyor. Ancak bireysel bazda, peygamberlik de dahil olmak üzere, tüm bu durumların yaşandığı iddia edilebilir. Peygamberlik dönemini bir peygamberin gelmesine bağlı olarak değil, kişisel bir mesaj ile karşı karşıya kalma olarak tanımladığımızda insan, hayatının çeşitli aşamalarında uyarılarla karşılaşabilir. Mehmet Yılmaz imzası ile 3 Aralık’ta yayınlanan “Uyur idik Uyardılar!” başlıklı yazıda şu ifadeler geçiyor;
“Soma kendini dayatarak iki tarafa da bok atma imkânımı elimden aldı, kötülüğün ve iyiliğin flulaştığı dönemleri bir kenara itip hak ile batılı bir an dahi olsa açık bir şekilde gösterdi. Çakan bu şimşek aydınlığında gözlerimiz ayan beyan açıktaki vaziyete baktı.”
Bu satırlar bana ehli kitap birisinin, bireysel bir mesaj ile karşı karşıya kalma durumunu çağrıştırıyor. Bu noktadan sonrasında ifadeleri doğru seçmenin dahi pek mümkün olmadığı bir duruma geliyoruz. Zira bundan fazlasını söylemek mesajın sahibiymiş gibi davranma kibrine götürebilir bizi. Mehmet Yılmaz’ın yazdıkları da ehli kitap bir gencin, Müslümanlığın anlamına ulaşma çabası ile ilgili bir seyir izliyor gibi…
Aynı şekilde Ertuğrul Zengin’in “Müslümanlık…” yazısı Müslümanlığın kimlik olan değil, sıfat olan özelliğine dair sorgulama benzer bir anlam çabası olarak örnek gösterilebilir. Böyle yazıların çıkıyor oluşu ise elbette basit bir tesadüf değil. Ucuz cümlelerle Türkiye bağlamında AKP’ye ve İslamcılara dair çıkarımlar yapılabilir. Birçoğu da doğru olacaktır. Ancak, bu yazıların çabasını-cehdini ayrı bir derinlik içinde ele almak gerekiyor. Dine, ölüme, cennet-cehenneme dair en yakıcı soruları da, en güncel problemleri de kapsayan bir sorgulama alanı olduğunu düşünüyorum tüm bunların. Bu alanın varlığı ise neo – post arası yeni bir İslamcılık biçiminin tezahürüne şahitlik edebileceğimizi düşündürtüyor bana.
Takip eden yazılarımızda bu 3 dönemin bugünkü yaşanış biçimlerine, Müslümanlık ve Kafirlik terimlerinin anlamlarına ve bu dönemlendirme bağlamında nasıl değerlendirilebileceğine değinmeye çalışacağız. Odak toplumdan bireye kayacak ve Kur’an’ın canlılığı üzerinden bir tartışma yürüteceğiz…
En doğrusunu Allah bilir…
* Kaynak: http://ide.ngo/blog/insanin-uc-devri/