“Mutlu Ev” – Mustafa Kutlu
Kent okumaları kapsamında geçen hafta “Mutlu Ev” kitabını okumuştuk. Tesadüf o ki Mustafa Kutlu da bu haftaki yazısını bu kitaba ayırmış. Yazıyı paylaşırken belirtmem gereken bir kaç nokta var.
Güzel bir başlangıç. İlkeler net. Aslında bu başlangıcı Turgut Cansever yapmıştı. Net olmasına net, fakat gerçeklikle ilişkisi nasıl? İnşaat işini mevcut haliyle sürdürenlerin en güçlü argümanları “ilkeler” kısmından değil, işin ilkelerden gerçekliğe döküldüğü kısımlarda geliyor. “Beton” kullanımının düşük maliyeti, “beton” ile sürümden kazanılabilmesi, yeterli arazi olmaması, gibi argümanlar. Bana bir yerden sonra bu ilkeleri tekrar etmek bizi boşluğa sürükleyecek ve sürüklüyor gibime geliyor. Bizim “soyut” argümanlarımız karşısına iş yapanların “somut” argümanları geliyor.
Soğuk bir “gerçeğe çağrı” değil benimkisi. Çok daha net atışlar yapmak lazım. Kitabın da bir başlangıç olması bundan kaynaklanıyor.
Mustafa Kutlu, ‘Mutlu Ev’de anlatılanları hikayelerindekine benzer şekilde ideal ve coşkulu bir şekilde aktarırken, mevcut duruma dair mesajlarını, eleştirilerini de yöneltmiş tabi ki. Tamam, “sinik” bir muhalalefete karşıyım, fakat yapılan eleştirilerin bu yazıdaki gibi üst perdeden, ilkeler düzeyinden gelmesinin hataların ıskalanmasına ve farklı bir tür sinizme yol açtığını düşünüyorum.
Bizim de bu ilkeleri bir adım sonraya taşıyabilecek uygulamalara, kararlara ihtiyacımız var. Bu ilkesel düzeyi çoktan aşmamız gerekiyor, fakat bunun hazmedilerek, yavaş yavaş, biriktirilerek olacağının da farkındayız.
Son bir not; Mustafa Kutlu, herhalde yer aldığı mahalle icabı bu kitabı siyasilere ve ‘inşaatçılara’ tavsiye etmiş. Ben de Turgut Cansever’in mimarların aslında zanaatkar oldukları fikrinden hareketle bu kitabı mimarlara, şehir plancılarına ve sosyologlara tavsiye ederim. Anca beraber kanca beraber.
‘Mutlu ev’
Türkiye yenileniyor. Hemen her sahada ‘Yeni Türkiye’ inşa ediliyor. Bu faaliyetler esnasında, bilhassa inşaat alanında, neyi nasıl yapmak doğru olur diye sorulacak olursa, bunun için bir kitap bize ‘yol haritası’ çizebilir.
Mimar Semih Akşeker’in Hayy-kitap yayınları arasında çıkan ‘Mutlu Ev’ (2012) adlı eseri. Akşeker eserin önsözünde ülkemizde iskân ve şehircilik politikalarının esasen siyasiler tarafından ve siyasi tercihlerle yapıldığını söylüyor. Teklifi; bundan böyle bu alanda alınacak kararların ilim-fikir ve sanat adamlarından kurulacak bir üst kurul tarafından alınmasıdır. (Bu fikre evet diyorum, ama ‘siyasetin finansmanı’ bunu önler diyorum). Akşeker ‘hayat tarzımızı’ belirleyen Kur’anî değerlerin tüm alanlar gibi mimariyi de yönlendirmesi gerektiğini söylüyor. Ve fikirlerinin sadece Türkiye için değil tüm İslâm ülkeleri için yol gösterici olduğunu belirtiyor. (Bu son cümleyi ben ilave ettim) O değerler nelerdir bakalım:
1. Adalet, 2. Tevazu, 3. Sadelik, 4. Güzellik, 5. Fanilik şuuru, 6. Mahremiyet, 7. Özgünlük, 8. İktisat, 9. Hüsn-ü muhafaza.
Adalet; hak üzere olmak, davranmak, ölçmek, tartmak, karar vermek, her şeyi yerli yerine koymak vb. gibi mânalara gelir. Müslüman mimarisi şekil bulurken hakka riayet edecek, komşuyu koruyacak, tabiatı tahrip etmeyecek, hayvan haklarını gözönünde tutacak, kamuya ait olanı işgal etmeyecek, cüssesi ile insanı ezmeyecek, binasını komşu binalarla uyumlu yapacak vb. gibi unsurlara riayet edecek bir zihniyetin sonucu oluşur.
Tevazu alçakgönüllü olmak, kibirden uzak durmaktır. Müslüman mimarisi gösterişten, şaşaadan, süsten, öte basit malzemeden oluşmalıdır. Kibirli olanlar gösterişli yüksek ve büyük bina; Müslümanlar küçük, sade, samimi evler inşa eder.
Sadelik ve yalınlık Müslüman mimarisinin en önemli vasfıdır. Hz. Peygamber ‘Sade yaşamak imandandır’ diyor (Ebu Davud, Teveccül).
Yine Hz. Peygamber buyurdu ki ‘Allah cemîl (güzel)dir, cemal (güzellik)i sever’ (Tirmizî, Ebu Davud).
Müslümanlar evlerini, şehirlerini kurarken bu güzelliğe (estetiğe) önem vermelidir. Güzelliğin ölçüsü (fıtrata) uygun oluştur. Onu bir takım süsler, dekorasyon ile sun’i hale getirmemektir. Müslümanlar evlerini ahşap ve kerpiç gibi basit ve geçici malzemeden yapmış; camiler, külliyeler gibi kalıcı olması lazım gelen binaları taştan inşa etmişlerdir. Bu tutum ‘fanilik’ şuuruna işaret eder.
Müslümanlar evlerini, sokaklarını inşa ederken dinin emri olan ‘mahremiyet’e riayet etmişlerdir. Bu çerçevede ‘bahçeli müstakil ev’ tercih edilir. Apartman’da mahremiyeti korumak mümkün değildir.
Günlük hayatında gayr-ı Müslimlere benzememek, onlar gibi olmamak düsturuna sahip Müslüman, evini de yaparken başkasını taklit etmez. Onun evi özgündür. Mesela ülkemiz için söylersek bir evi ilk gördüğümüzde bu bir Müslüman-Türk evidir diyebiliriz. Bu özgün mimari günümüze kadar Osmanlı coğrafyasında yaşayagelmiştir ve bugün çok güzel örneklerine Safranbolu’dan Saraybosna’ya kadar raslayabiliriz.
Müslümanlar tüm hayatlarında olduğu gibi binalarını yaparken de israftan kaçınır. Ölçüyü tam tutar, adaletli davranır. Buna karşılık ‘cimrilik’ yasaklanmıştır.
Mülk Allah’ındır. İnsan bu fani dünyada bir emanetçidir. Yeryüzünü böyle görmeli ve onu hüsnü muhafazaya çalışmalıdır.
Semih Akşeker eserinde bu temel değerlerin dayandığı âyet ve hadisleri yeri geldiğince vermektedir. Meselâ:
‘Sizler ne kadar güçlü ve zengin olduğunuz görünsün diye yüksek yerlere koca binalar kurup boş şeyle mi uğraşırsınız’ (Şuara)
‘Gün gelecek insanlar yükse bina yapmakta birbirleriyle yarış edecekler’ (Buharî)
‘Bu dünya hayatı sadece bir eğlence ve oyundan ibarettir. Ahıret yurduna gelince, işte asıl yaşama odur. Keşke bilmiş olsalardı’ (Ankebut)
‘Kim bir kavme benzerse o da onlardandır’ (Ebu Davud)
‘De ki Rabbim adaleti –kıst– emretti’ (Araf). Buradaki ‘kıst’ harcamada ölçülü olmayı (iktisat) ifade eder.
Akşeker eserinde beton ve apartman için geniş bir bölüm ayırmış, bu unsurların Müslüman mimarisi ile uyumlu olmadığını, insana ve çevreye zarar verdiğini ifade ederek ahşap ile beton karşılaştırıyor.
Bize uygun ev planları ve malzemeleri de ele alınmış, bunun için yeter derecede arsa üretebileceği bilimsel olarak isbatlanmış.
Yapılan anketlerde halkımızın ‘bahçeli müstakil ev’ istediği ortaya çıktığı halde günümüzdeki uygulama tam tersine etrafı ‘apartman ormanları’ ile dolduruyor.
Kitap için söylenecek çok şey var, yerimiz dar. Ben sadece ‘mutluluğun’ netameli bir kavram olduğunu kaydedeyim. İnsanoğlu nefsini doyurarak da mutlu olur. İkinci bir husus keşke Akşeker meseleye yaklaşırken temel bir ayrım sayılacak ‘Tarım toplumu-Sanayi toplumu’ karşıtlığını da söz konusu etseydi. Kitabı başta siyasilere sonra tüm inşaatçılara ve okurlara tavsiye ediyorum.