Hülya Şekerci – Mescit ve Kadın
Kişinin nefsine ağır gelen hakkında hayırlıdır derler. Hadis rivayetlerindeki ve Kur’an tefsirlerindeki “erkek egemen,” daha doğrusu kadınları aşağı konumda görerek zulme kapı açan yaklaşımlar, sık sık dile getirilir. Bu yaklaşımlara gerekçe olarak, masanın başına geçenlerin hep erkek oluşu gösterilir. Peki bu açıklama tek başına yeterli mi? Hülya Şekerci, Kur’an-Hayat Ekseninde Mümin Kadın isimli kitabında, erkeklerin geleneksel ve toplumsal kabullerine uygun rivayetleri öne çıkardıklarını vurguluyor. Yani sorun, erkek olmalarında değil, ataerkil iktidar kaynağı olan toplumsal-tarihsel kabullere teslim olmuş olmalarında, denebilir. Oysa erkeklerin tam da yerleşik kabullere ve nefslerine rağmen hakikati aramaya, peygamberin örnekliğini anlamaya çalışmaları beklenir. Kadınların İslam’daki yerlerinin bir “kıymetten” ve işlevden öte, özne konumuyla anlaşılmaları kadınlar kadar erkekler için de elzem. Bu bağlamda haksızlıkları ve kadınların işyerinde, camide ve hatta trafikte ikincil konumda görülmelerini yalnızca “onların” konusu ve mücadele alanı olarak görmemek gerekiyor. Emek ve Adalet olarak, Yıldız Ramazanoğlu’nun aylar öncesinde tartışmaya açtığı mescit ve camide kadının yeri meselesini -bir arpa boyu yol gidilemedi- bir örnek olarak önemsiyoruz. Hülya Şekerci’nin şu yazdıklarını yeniden okumayı ve bir daha düşünmeyi öneriyoruz.
HÜLYA ŞEKERCİ
Mescit ve Kadın
İlk İslam toplumunda kadınların beş vakit namazın yanı sıra cuma ve bayram namazlarını kılmak için de mescide gittiklerine dair pek çok rivayet vardır.
Bu konuda müslüman kadınların önündeki engeller bizzat Rasul tarafından kaldırıldığı gibi, geceleyin dahi kadınların mescide gitmelerinin engellenmemesi konusunda ashab uyarılmıştır. Üstelik kadınların mescide rahatça girebilmeleri için Rasul, Mescid-i Nebevi’ye onlar için bir kapı yaptırmıştır. Bu rivayet mescide gelen kadınların azımsanmayacak kadar çok olduğunun da işaretidir. (…)
Elbette müslüman kadınların önemli bir kısmının mescide devam etmelerinde Allah Rasulü’nün teşviki göz ardı edilemez. Nitekim Rasulullah uygun elbisesi olmadığı için mescide gelmeyeceğini bildiren kadınlara, fazla elbisesi olan kadınlardan elbise tedarik ederek camiye gelmelerini tembihlemiştir.
Bu teşvikin nedeni kadınların da erkekler kadar muhatap alınmasıdır. Zira ilk dõnem İslam toplumunun mescitleri, sadece namaz kılınan bir ibadet mekanı değil; toplumsal ve siyasi sorunların konuşulduğu, bilgilenme süreçlerinin gerçekleştiği bir sosyal mekan işlevi görüyordu. Bu bağlamda Rasulullah’ın kadınların mescide gelmeleri konusundaki teşviki sadece “cemaat sevabı” ile açıklanmayacak kadar geniş bir perspektife işaret etmektedir. Çünkü o dõnemde kadının mescitlere katılımını teşvik aynı zamanda onun sosyal hayata katılımını da teşvik anlamına gelmekteydi.
Haklarında Israrcı Olan Kadınlar
Kur’an ayetleri, kendisine yapılan ‘zıhar’ uygulamasıyla hakkının çiğnendiğini ve mağdur edildiğini düşünen kadının ısrarla hakkını aradığını göstermektedir. Bu ısrar vesilesiyle söz konusu gelenek Kur’an ayetleri tarafından da eleştirilmiş, aynı uygulamayla karşılaşan tüm kadınların mağduriyetleri giderilmiştir.
Kadınların bu dönemde Kur’an ayetleri ve Rasul’ün teşviki ile edindikleri konum, Rasul’ün vefatından sonra da hakları konusunda ısrarlarını sürdürmelerini sağlamıştır. Örneğin, Atike bint Zeyd’in gerek Zubeyr gerek Hz. Ömer ile evliliğinde mescide gitme konusunda ısrarlı olduğu ve Hz. Ömer’in hoşnutsuzluğuna rağmen bu ısrarını sürdürdüğü aktarılmaktadır.
Yine ashaptan bir kadın; kocasının Medine dışına çıkmaması şartı ile evlenmiş, kocası bundan dolayı şikayet edince Hz. Ömer bu şarta uyulması gerektiğini söylemiştir.