Mehmet Bekaroğlu: “Kimliksiz Kentlerde Kimlikli İnsanlar Yetişmez”

6 Responses

  1. Turgut Güngör dedi ki:

    Kentlerin Ruhu olmali..Hepimiz sayin yazar gibi sorunlari tesbit etmekte zorlanmiyoruz.Cözüm noktasinda elle tutulur projeler sunamiyoruz. Eger Sorun Büyüksehire asiri göc ise bunun cözümü insanlarin geldikleri bölgelere uygun kalkinma modeli sunmak ve insani yerinde tutabilmektir.Örnegin BMW sirketini düsünelim.Bayern Eyaleti merkezlidir ve milyonlarca arac üretimini sadece bu eyalet icine dagittigi 8 adet fabrika ile gerceklestirmektedir. Oysa tüm üretimi tek bir merkezde yapmis olsaydi,SIKINTIlar baslayacakti.Münih 6 milyonluk bir metropol olacakti.Tipki bizdeki gibi..Oysa degil.82 Milyon Almanya da nüfusu 3 milyonu gecen birtek Berlin var.Hamburg ve Münih den sonra diger sehirlerin tamami 500 binin altinda..Ve hangi sehrine gitseniz eski ile yeni icice…ikinci önemli sorun ise yerinden yönetimler veya KATILIMCI Kentler:Bu manada genel sorunu cözmek ancak MEGA Vilayetler ile mümkündür. Tüm ülkeyi toplam nüfusu 3 milyondan az olmayan 20-25 MEGA Bölgeye ayirip buralarin yönetimini HALKIN sectigi MEGA VALI ( veya baska bir isim) ye birakirsiniz.Bölgesel rekabetin arttigi bu modeller insanini bölgede tutmak icin gerekli gayretide gösterecektir.
    3.Köprünün isminin verilme yönteminden tutunda yanlis yere dikilmesine kadar cok sey var söylenecek…
    Sonuc olarak Ademi Merkeziyetciligin öneminden dem vurup durduk yillarca ,fakat bunu günün kosullarina uygun hale getirip bir modele dösnüstüremedik hala..

  2. zafer kafkas dedi ki:

    Turgut Bey’e katılıyorum. Yerinden yönetim sistemini uygulanabilir hale getirerek yaşadığımız her yere ruh katabiliriz.

    Aileden başlayarak yukarı doğru 10’lu sistem ile yeni bir sosyal ve idari yapıya geçiş yapılabilir.

    10 ailenin bir araya gelerek oluşturduğu yapı ile ocaklar, 100 ocağın bir araya gelerek oluşturduğu yapı ile bucaklar ve 100 bucağın bir araya gelmesi ile illerin oluşturulması sağlanabilir.

    Ocak yapılanması, yaşama düzenin kurulduğu ve ikili ilişkilerin daha samimi olduğu insanların özel durumlarının daha iyi bilindiği bir yapıyı ifade eder ki kendi kuralları olan ve dışarıdan bu kurallara müdahale imkanı olmayan küçük manevi,ruhsal yapılardır,sosyal yapılar değildirler. Bugünkü apartmanlar büyüklüğündeki bu yapıda, bugünkünden farklı olacağı düşünülen şey insanların kendi inanç, ideoloji ve anlayışındakilerle bir araya gelerek bu özel yapıyı kurması ve kendi içerisinde özgür olmasıdır. Bugünkü apartmanlar farklı tipte farklı anlayışta insanların ekonomik, sosyal vs. sebeplerle bilinçsizce bir araya geldiği sosyal yapılardır. Alt kattakinin üst kattakini tanımaması veya bir derdine derman olmaması durumu hep buna bağlıdır.

    Bucaklar ise bu yaklaşık yüz nüfuslu ocaklardan 100 tanesinin bir araya gelmesi ile oluşan kendi kamu hukukunu kendinin belirlediği, ilköğretimini istediği dilde yaptığı bir nevi küçük özerk yapılardır. Özel hukukta ise herkes mensubu olduğu mezhep veya kabul ettiği medeni hukuka göre hayatını düzenleyebilir. Bu yapılanmada da insanlar kendileri gibi inanan, düşünenlerle birlikte özerk bir yapı oluşturabilir. En fazla 10.000 nüfuslu bu yapılarda insanlar uzaktan da olsa birbirlerinden haberdar olabilecek düzeyde fakat özel hayatlarını bilecek düzeyde olamayacaklardır. Bu da daha güvenli bir ortamı sağlayacaktır. Bucaklarda oluşan meclislerde yöneticiler belirlenecek ve yönetim bu meclisler ile direk halkla iç içe şekilde gerçekleştirilebilecektir.

    İnsanları yaşarken huzurlu ve güvenli olduğu bucak şekilleri ayakta kalacak ve çevresine örnek teşkil edecek, başarısız olan bucaklarda göçlerle zaten kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Bu da bize sosyal hayat ve yapı için bir labaratuvar imkanı sunabilecek ve en iyiye ulaşmak için bir rekabet ortamı hazırlayabilecek, hayırda yarışa vesile olabilecektir.

    Hem ocak hem de bucak değişikliği her an mümkün olup devlet insanların mağduriyete uğramadan ocak ve bucak değişikliğini sağlamakla mükelleftir.

    100 bucağın birleşerek oluşturduğu ve iç güvenlik teşkilatının bulunduğu(polis,jandarma) en fazla 1.000.000 nüfuslu yapı illerdir. İl yönetimleri bucakların iç işlerine karışamazlar ve il yöneticileri bucak yöneticilerince seçilir.Ortaöğrenimin yapıldığı birim olup eğitim dili serbesttir. Devletin resmi dil olarak kabul ettiği dil, bu kurumlarda yüksek öğrenim yapmak isteyenlere öğretilebilecektir.

    Yapılanmada illerden sonra bölge gelir. Bölgelerden sonra artık devlete ulaşabiliriz. Devletin görevi bu yerinden yönetimin sürekliliğini sağlamak,bu düzeni korumak, makro ekonomik planlamaları yapmak ve dış güvenliği sağlamaktır.(Ordu devlette oluşur.)

    Ayrıntıya çok girmeden yerinden yönetim sistemi hakkında yapılan birtakım çalışmalardan bilgi aktarmak istedim.

    İslamın benimsediği yapılanma yerinden yönetimdir, Hz.Peygamber’in Medine’de yahudileri ve müşrikleri kendi işlerinde,hukuklarında özgür bırakması ama şehir devletinin dış savunmasında beraber hareket noktasına getirmesi yerinden yönetim için düşünmeye başlamada şuur açıcı bir başlangıç noktası olabilir.

  3. Emre Kaya dedi ki:

    Ademi merkeziyetçiliğin önemi tartışılamaz. Gönlümüzde yatan, platform olarak daha yeni başladığımız kent okumalarında da görmeye başladığımız, kimimizin önceden beri “öz yönetim” olarak savunduğu yere gelmeye başladık.

    Turgut bey Almanya örneğini vermiş. Oldukça zor bir durum çünkü bu sistemin muhtemelen en iyi işlediği yer Almanya. Her yerde bu şekilde işlemeyebilir. Bizde her zaman ulaşım-erişim maliyetlerinin az olacağı hesabıyla iç içe tıkılmıştır dediğiniz gibi, fabrikalar da konutlar da. Biraz parasızlıktan belki belli bir süre, fakat sonra da kurulu düzen ve rant akışı bozulmasın diye.

    Bu önerilerde ilk elden gördüğüm eksiklikleri anlatmaya çalışayım ki, beraberce tartışabilelim, birbirimize katkı sunmuş olalım.

    Birincisi, daha önce imara açılmamış yeni alanlara yapılan projeler tartışılırken, mevcut alanlar düşünülmüyor. Yani boş bir alana, sıfırdan, “ideal” bir proje koymak ile, mevcut alanlarda yaşayanların yerini değiştirerek veya değiştirmeden bir kentsel dönüşüm gerçekleştirmek ayrı mevzular. Fakat şu gerçeklikte en önemli mevzu mevcut alanların, o alanda yaşayanların da görüşleri alınarak dönüştürülmesi olacağından, yeni alanlara açılmak bana daha ikincil bir mesele gibi geliyor.

    İkincisi, idealler üzerine tartışmak bizi motive eder, ilkeler noktasında ayağımızı yere sağlam basmamıza yardımcı olur fakat, orada bir eşik var. 19. Yy’dan beri görüldü ki, ideal kent diye bir şey yok aslında. Belirli modeller var, fakat bunların hiç biri tam olarak gerçeklikle örtüşmüyor. Aynı Alman idealizmindeki gibi, gerçeklikten bir parça ve idealden bir parça birleşip bir sentez oluşturuyor. Ne Ebenezer Howard’ın “bahçeşehir” modeli ne de Le Corbusier’nin ideal kentleri toplumsal bir karşılık bulmuştur.

    Üstüne üstlük, bu verdiğim örnekler batıdan, çünkü –burası çok klasik ama- bizde öyle bir şey yok. Şu ana kadar okuduklarımızdan anladığımız, sağlam ve kalıcı malzemeden yapılan bir kent merkezi (cami, çarşı, imaret, medrese, han, vd…) bunun etrafında, özellikle ibadethanenin boyutunu ve görkemini aşmayacak büyüklükte konut alanları. Turgut Cansever’e göre bu merkez, “kalıcı” ve “evrensel olanı”, yani “imanın şartlarını”, merkezi olanı ifade ederken, konut alanları da esnek olması bakımından “yerel unsurları”, “kulluğu ve geçiciliği”, “yerel yönetimi” ifade eder ve bu konut alanlarını nasıl oluşturulacağına oranın ahalisi karar verir, yani katılım vardır. Örneğin kent merkezi yapılmıştır, yeni bir gelişme alanı gerekmektedir, merkezi yönetim kentin doğusuna bir imaret yaptırır (Bursa örneğinde olduğu gibi), ve kent doğuya doğru genişler. Belirli ilkeler –yani oyunun kuralları- dışında, başka bir şey söylenmez ve halk burayı istediği gibi inşa eder. Bu ilkelerden bazıları, kimsenin güneşine ve rüzgarına mani olmamak, yapıların kat adetleri vs… gibidir.

    Bence bizim başlangıç noktamız, batıdaki başlangıç noktalarının aksine, buna yakın olmalıdır. Zafer bey, özellikle sizin önerinize dair söylediğim bir şey bu. Yaklaşık hane sayıları, aile büyüklükleri vermek, “ocak, bucak” ilişkileri çok önemli fakat, anlattığınız resmin korkutucu bir yönü de var, o da halkı dışlaması. Halkın katılımı olmaksızın böyle bir şey belirlenemez. Üstelik coğrafi koşullar da böylesi ideal şemaların oluşmasına engel olacaktır.

    Örneğin bu öneriyi İstanbul’a getirmek mümkün değil. Ama Turgut Cansever, daha Küçükçekmece oluşmadan önce İstanbul’un oraya doğru büyürken nasıl büyümesi, nelerin yapılıp nelerin yapılmaması gerektiği konusunda ciddi öneriler atmıştı ortaya. Küçükçekmece merkezli bir büyüme, İstanbul ile birleştirilmemeliydi. Küçükçekmece etrafında gelişen ayrı bir kent, şimdiki basın ekspres yolu, bağcılar, bakırköy’e kadar bir boş alan, ondan sonra da İstanbul’un eski merkezi. Bu kendisinin galaksi kentler dediği modele yakındı, ki kendisi yönetim kademesinde olmasına rağmen böyle bir şeyi gerçekleştiremedi, sahil yolu veya E5 etrafında yapılaşma olmaması imkansızdı çünkü, gibi.

    Yine de bir taslak olarak düşünülmesi, üstüne konuşulması gerek. Buradan tartışmaya devam edebiliriz. Açıkçası bu yorumlar beni heyecanlandırıyor. Bir an önce bir yerel yönetim grubu oluşturmak, bu meseleyi tartıştırmak ve beraberce tartışmak gerektiği kanısındayım.

    Son olarak sizden bir şey rica etsem; acaba kent okumaları grubumuz için kitap veya araştırma önerileriniz olur mu? Bu konuyu çalışan insanlardan öneri almayı önemsiyoruz. Arkadaşlarla kendimizce taramalar yapmış olmamıza karşın illa ki ulaşamadığımız, özellikle bu topraklara ait tezler, araştırmalar, kitaplar varsa kent meselesiyle ilgili, edinmek isteriz. Bu modelleri de etraflıca tartışmak isteriz.

    Selamlar.

  4. Cüneyt dedi ki:

    Benim bu noktada geçiş süreciyle ilgili şöyle bir düşüncem var;

    Yerleşim tercihlerini belirleyen öncül olan geçinmek için insanın çalışmak zorunda olduğundan hareketle (barınma maliyetini şimdilik hesaba katmıyorum, çıkaracağım düzenle bunun da aşılacağını umuyorum:)) insanların alt katında çalışacağı ve üst katlarında yaşayacağı çalışma birimleri oluşturmak gerektiğini düşünüyorum.

    Alt tarafta imalathane, üst katta barınma, en üst katta toplantıların yapılabileceği mescit…

    100 kişilik bu binalardan 10 adetinin bir arada olduğu siteler…

    Bu barınma ve geçinme birimleri sayesinde aynı iş kolunda çalışan insanların ortaklıklarıyla başkaca birine (kaymak yiyici) muhtaç olmadan çalışabilirler.

    Kendi iç yönetim ve kadrolaşmalarını kendi seçecekleri kurallarla yapabilirler. İç hukuklarını kurabilirler.

    Bunun da yolu kooperatifleşmeyle açılabilir. Tabi burda hem halka hem de hükümete büüyük iş düşüyor.

    Bu hayalin gerçek olabilmesi için faizsiz kredileşme sisteminin kurulması ve faiz rantının (sadece zengine ucuz kredi) kaldırılması gerekmektedir.

    Bu şekilde kurulan kooperatiflere yapılacak devlet desteğiyle beraber insanlar bu sisteme kayacaklardır. Bu da birçok sorunun çözümüne vesile olacaktır. Bunlardan en basiti de trafik sorunu…

  5. Zafer Kafkas dedi ki:

    Emre Bey, Cüneyt Bey Selamlar,

    Yerinden yönetim denilince, mikrodan makroya doğru kendi içerisinde özgür, yöneticilerini doğrudan seçebilen siyasi ve sosyal birimler aklıma gelmekte.

    Ocak,bucak,il,ülke şeklindeki yapılanmalar fiziki bir şehir planlamasıyla oluşacak düzenlemelerden ziyade siyasi bir yapılanmayı ifade etmektedir.

    Daha önceki yorumda 10’lu sistem ile oluşturduğumuz bu yapının günümüz şartlarında nasıl gerçekleşeceği veya gerçekleştirileceği ayrı bir tartışma konusudur.

    Yerinden yönetime bakışımız bu yöndedir. Kültürel ve estetik boyut bu yapılanmayı kuran kişilerin yani halkın kendi tercihleri doğrultusunda oluşacaktır.

    Bizim öncelikli olarak düşüncemiz, insanlar, çok farklı yaratılışta olduklarından, farklı inançlara, farklı ideolojilere vs. sahip olduklarından herkesin kendine uygun bir çevrede yaşabilmesinin yolunun “kamu hukukunun” en küçük siyasi birim olarak kabul ettiğimiz bucaklarda uygulanması gerektiğidir. (Ocak, daha çok bir manevi yapıdır, siyasi ve sosyal yapı değildir.)

    Bu bizde şeriattır. Yani çok şeritli yol, çok seçenekli yol manasındadır. Bugün buna “çok hukukluluk ve çoğulculuk” denmektedir.

    Emre Bey’in korkutucu boyut olarak gördüğü halkın dışlanması durumu söz konusu olamaz. Zaten bu yapılar halkın kendi anlayışındakilerle beraber kurduğu, gerçek manada kendi kendini yönetmesinin sağlanması için var olan ve yönetime doğrudan katılımın sağlandığı yapılardır. Yeter sayıya ulaşan her topluluk(3000-10000) kamu hukukunu oluşturarak bucak kurma hakkına sahiptir. Üstelik ocak ve bucakların istenildiği zaman değiştirilmesi mümkün olup bu yer değiştirmelerde mağduriyetin oluşmamasının sağlanması devlet tarafından garanti altındadır.

    Bucakların ittifakı ile il icması(il anayasası),illerin ittifakı da devlet icmasını(devlet anayası)oluşturur.

    Bizce bu yapılanma ile ülkemizdeki tüm etnik, dini, kültürel ve sosyal farklılıklara ait problemlerinde önüne geçilmiş olunabilecektir.

    Çok ilgim ve bilgim olmayan husus olan şehrin fiziki planlamasında ise her bucağın kendi yaşam tarzına uygun bir mimari tarzı benimsemesi mümkün olabilir. İslami hayat tarzını benimseyenlerin bucak camisini merkeze alarak onun etrafında yapılaşmaya gitmesi veya daha seküler bir bucağın başka bir model benimseyerek yerleşimini kurması düşünülebilir. Yine İslami hayat tarzını benimseyen bir bucakta evler misafirlerin ağırlanacağı tarzda fazla odalı olabilir, misafire çok sıcak bakmayan ve çocuklarıyla dahi kafelerde buluşan batı tarzı düşünce yapısına sahip bucaklarda 1+1 evlerden oluşan evler yapılabilir. Bu tamamen halkın hayata bakışı ile alakalıdır diye düşünüyorum.

    Yerinden yönetim ile alakalı çalışmalar akevler kooperatifinde yapılan tefsir çalışmaları içerisinde geçmektedir.

  6. Cüneyt dedi ki:

    Zafer Bey,
    Yani kısaca ortaya cami alan cami, ortaya havuz alan havuz alır kimse buna karışamaz, yada kabul edenler çok daha farklı mimari yapılar kullanabilir demek istiyorsunuz anladığım kadarıyla.

    Bu hal İslâm’ın ideal hali zaten. Kimse kimseye karışmaz, kimse kimseyi zorlamaz. “Herkesin dini kendine”

    İnsanlar serbest antlaşmalarla aralarında anlaşırlar ve hayatlarını antlaşmalarına göre sürdürürler.

    Mimari açıdan farklı ve insanların benimseyebileceği projeler üretilebilir. Bu şekilde çarpık yapılaşmanın da önüne geçilmiş olur diye düşünüyorum.

    Bu tip çalışmalarda Korhan Gümüş gibi değerli mimarların katkısıyla estetik kaygılar da azaltılmış olacaktır diye düşünüyorum.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir