Mehmet Bekaroğlu: “Geleneğe kolay kolay olumsuz anlam yükleyemiyorum”
Tarihin, karanlıklarındaki kovana çomak sokmaktı niyetim ve tarihi aktüelleştirerek o kovandaki arıların bizleri biraz rahatsız etmesini sağlamaya çalıştım. Neden Don Kişot bu kadar abartılsın ki, neden herkes Don Kişot olamıyor? Halbuki herkesin Don Kişot olması o kadar olağan ki, fakat kapitalist sermayenin ve kapitalizmin ümmeti bireyselleştirdiği ve ”her koyunun kendi bacağından asıldığı” para, bireysellik, faiz ve vurdumduymazlık mezbahanesine hapsetti bizleri. Bizim yeni Don Kişot’lara ihtiyacımız var, içimizden birileri bunu kabul etmiyorsa bile bari Sanço Panço’luk yapıp bize ayak bağı olmasın. Madem Türkiye’den İslam tekrar yeşerecekse; İslam’a yeni kılıflar uydurmak yerine İslami şuurla hareket etmeli. Bu İslami hareket nasıl mı olmalı? İktisadi, siyasi ve karekter olarak İslam’ın kriterlerine kendimizi uydurdurduğımuz zaman, bu devinim daha hızlı bir şekilde gerçekleşecektir. Geleneği muhafaza ederek, devletin buyruğu altında olan diyanetin kriterlerini İslam kriteri gibi algılamayarak bu mümkündür ancak.
Bu hususta Sayın Mehmet Bekaroğlu’nun bu devinime katkı sağlayacağını düşündüğüm için fikirlerine başvurdum ve sorularımı yanıtlama nezaketinde bulunduğu için kendisine teşekkür ediyorum.
*’Yeni Siyaset Girişimi” hareketini birlikte kurduğunuz Ertuğrul Günay’ın AKP’ye geçmesi ve daha sonra da Has Parti’nin AKP’ye geçmesi karşısında şimdilerde nasıl bir yol izliyorsunuz, acaba yeni bir parti kurma düşünceniz var mı?
Ben gündelik hayat ile siyaseti birbirinden ayırmayan bir insanım. Hayatımı belli ilkelere göre düzenliyorum; ilkeleri ve tutarlılığı önemsiyorum. “Emr-i bi’l ma’rûf ve nehy-i anil münker” ile ilgiliyim. Siyaseti bu doğrultuda bir şey yapmanın yolu olarak görüyorum, bir şey olmanın aracı değil. Siyaset yolu ile bir şeyler yapma siyasi parti ile olur.
Yeni Siyaset Girişimi’nde de Halkın Sesi Partisi’nde de önemli şeyler söyledik. Siyasetin içeriği ve yapılış tarzına dair söylediklerimiz hala geçerli; bu söylemin üzerine siyasi hareket kurulur, böyle bir boşluk var ve bu boşluk giderek büyüyor. Siyaseti/devleti birikim ve tahakküm aracı olmaktan çıkaracak bir program var ortada. Bu program, kararları birlikte alacak eşit insanların elinde uygulanırsa birçok şey değişebilir. Ancak siyasi parti kurmak o kadar kolay bir iş değil. Ortam ve imkânlar önemlidir. Arkadaşlarımla imkânlar üzerinde konuşuyoruz. Bugünden yarına bir parti kurmak yok ama bir siyasi hareketi örgütlemeye çalışıyoruz. Bu çerçeveden bir araştırma merkezi kurduk. Yine yakında bir haber sitesini açıyoruz. Anadolu’da çeşitli illere gidip toplantılar yapıyoruz.
*”Müslüman Sol” kavramı neleri kapsıyor, neden sadece Müslüman değil de Müslüman sol kavramını oluşturdunuz?
Adaleti, eşitliği, bölüşümü, insana saygıyı, çevreyi önemsediğimiz ve aramızda sol gelenekten gelen arkadaşların da bulunması nedeniyle böyle bir yakıştırma yapıldı. Elbette rahatsız değiliz ama böyle bir tamlamanın gerekli olduğunu da düşünmüyoruz. Biz, toplumun tüm üyelerinin güvenliğini, ekmeğini ve özgürlüğünü garanti altına alacak, insanların başka insanlara geçimleri için el açmayacağı, kula kulluğun olmayacağı bir siyasal ve toplumsal işleyişi savunuyoruz. İslam’ın muradının bu olduğuna, Peygamberlerin bunun için gönderildiğine, Hz. Muhammed’in Medine’de bunu yaptığına inanıyoruz.
Elbette siyasal muhafazakârlığı, neo-liberalizmi, piyasacılığı, faizciliği, kent yağmasını ve yolsuzlukları reddediyoruz. İktidarı ele geçiren “Müslüman kadroların” kapitalizmi, fenalığı İslam adına yeniden üretmelerini eleştiriyoruz. “Müslüman sol” kavramına bu kesimler de yapışıyor, güya bize “sol” kavramını iliştirerek etkisiz hale getirmeye, eleştirileri bu yolla savuşturmaya çalışıyorlar.
*Muhammed Mursi’nin yetkilerini genişletmesini ve Mısır’da yaşanan olayları nasıl değerlendiriyorsunuz? Müslüman Kardeşler’i samimi buluyor musunuz, acaba Muhammed Mursi de emperyalizmin bir aktörü müdür?
Mısır ve Muhammed Mursi ile ilgili konuşmak için henüz erken ama AKP örnekliğinden hareketle Mısır’da da ABD ve dünya sistemi ile ters düşmeyecek bir Müslümanlığı iktidara getirmek istedikleri açık. Mısır İslam dünyasının, Ortadoğu’nun önemli bir aktörü; Müslüman Kardeşler de neredeyse yüzyıllık bir siyasi hareket. Bu partinin ve bu ülkenin “ılımlı Müslümanlık” üzerinden sisteme eklemlenmesi dünya sistemi için çok önemli.
Görebildiğim kadarı ile Müslüman Kardeşler’in içinde bu durumun farkında olan ve bu “dönüşüme” direnen çevreler var. Ancak İslamcılığın genel sorunları bunlar için de geçerli; “düşmanın silahını ele geçirme” adına sistemi yeniden üretmeleri söz konusu, Türkiye’de olduğu gibi. Nitekim ABD Türkiye’yi “model ortak” ilan etmiş durumda; İslam coğrafyasında yeni “muhafazakâr demokratlar” oluşturmak istiyorlar. Bu bir süreç, İslamcılık tartışmaları daha çok yapılacak. Bence Mısır’da, Türkiye’de ve tüm İslam coğrafyasında iki tür Müslümanlık arasında sıkı bir tartışma olacak. Biri piyasacı, ılımlı, faizci Müslümanlık, diğeri adaleti ve özgürlüğü öne çıkaran; cihadı, kapitalizme karşı mücadele olarak yorumlayan Müslümanlık.
*Suriye meselesinde, Türkiye ve Müslümanlar nasıl bir tavır takınmalıdır?
Müslümanların Müslümanlara karşı savaşması; mezhep kavgası kabul edilemez. Suriye’deki iç savaş buraya doğru gidiyor, daha kötüsü bu savaşın bölgeye yayılma potansiyeli var. Elbette, Suriye halkının adalet ve özgürlük mücadelesini desteklemek gerekiyor. Ama Suriye’deki adalet ve özgürlük mücadelesi maalesef terörize edildi, kana bulandı. Böyle olmasında Türkiye Hükümetinin yanlış politikalarının da etkisi oldu. Bir kere Suriye’nin Suriye’den ibaret olmadığını, orasının uluslar arası güçlerin mücadele alanı olduğunu göremediler. Rusya’yı, İran’ı, İsrail’i, ABD’yi hesaba katmadılar. Ayrıca cepheyi, sadece zalimlik üzerinde kurmaları gerekirken mezhep işini karıştırdılar.
Hala Türkiye, İran ve Mısır’ın birlikte bir şeyler yapmaları mümkün; Suriye diktatörü Esad çekilmeye razı edilebilir. Suriye’de herkesin; din, mezhep ve etnik grupların söz sahibi olacağı, demokratik bir geçiş dönemi mümkün. Şu anda ABD, Katar ve Suudi Arabistan tarafından kotarılan, Türkiye’nin de zorunlu olarak onayladığı muhalif cephe kan davası üzerinden gidiyor. Bu yanlış bir yol; evet, baba ve oğul Esad’lar diktatörlüklerini mezhep üzerinden yaşattılar, Nusayrileri kullandılar ama mezhepçilik yanlış, Suriye’de ve tüm İslam coğrafyasında bırakın tüm mezhepleri, tüm etnik gruplar ve dinlerin birlikte yaşayacakları, eşit ortak olacakları modellere ihtiyaç var, tarihte olduğu gibi.
Türkiye Müslümanları bu düşünceleri geliştirmeli, yaymalı. Ama bundan önce bunların Türkiye’de gerçekleşmesine bakmalıyız. Türkiye Müslümanları maalesef daha Kürtler konusunda sağlıklı bir tutum geliştirmiş değiller.
*Antikapitalist Müslümanlar hakkında neler düşünüyorsunuz?
İzliyorum. Düşünce güzel. Müslümanların kapitalizme karşı çıkmaları kadar doğal bir şey yok; “zenginliğin belli ellerde dolaşmasını” yasaklayan İslam’ın kapitalizmle uyuşması mümkün değil. Ancak Türkiye’de kavramlar çok çabuk yıpratılıyor, medya her şeyi öğütüyor, dikkatli olmak gerekir.
*Milli Görüş’ü İslam çerçevesinde değerlendirir misiniz? Milli, muhafazakâr gibi kavramlarla İslam’ı sınırlara hapsetmek İslam’ın özünden kopuş anlamına gelmez mi?
Milli Görüş Hareketi, tipik bir İslamcılıktır, kurucusu Erbakan Hoca da ikinci kuşak İslamcıların en önemli şahsiyetlerinden biridir. Erbakan Hoca düşünür olmaktan çok eylem insanıdır, hareket önderidir. Türkiye’de siyaset aracılığı ile legal yollardan İslamcı bir iktidar kurmak istemiştir. “Muhafazakârlık” kavramını kullandığına hiç şahit olmadım; “milli”, “milli görüş”, “adil düzen” gibi kavramları kullanması “İslam” kelimesini kullanmasının yasak olmasındandır. Hoca’nın “milli” den ve “millet”ten anladığı şey, ümmettir. Ama bu ümmetin içinde Türklere, daha doğrusu Türkiyelilere ve özellikle kendisine ve arkadaşlarını özel bir yer verir. Öncülüğü kendileri yapacaklardır, tarihteki gibi, İslam Türkiye’den ayağa kalkacak ve tüm İslam coğrafyası emperyalizmin tasallutundan kurtulacaktır. Önce büyük Türkiye, sonra İslam coğrafyası ve İslam birliği, daha sonra mazlumların birleşmesi ve en sonunda yeni adil bir dünya hayali vardır, Erbakan Hoca’nın.
Ne var ki İslamcılığın “düşmanın silahını al” düsturu ile Erbakan Hoca ve Milli Görüş Hareketi de maluldür. Ayrıca Erbakan Hoca mühendistir, zaten bu anlamda İslamcılık da “mühendisliği” benimser. Düşmanın silahı olan fenni, teknolojiyi alacaklar, kalkınacaklar, güçlü olacaklar, iktidarı ele geçirip yukarıdan aşağıya toplumu düzenleyecekler, iyi insanlar yetiştirip iyi işler yapacaklardır. Hoca bunu beceremedi, çünkü Türkiye’de vesayetçi laik çekirdekle sert tartışmalara girdi ve neticede 28 Şubat’ta tasfiye edildi. Ama Hoca’nın öğrencilerinin kurduğu Adalet ve Kalkınma Partisi bunu başardı. Yani iktidara geldiler, tam Hoca’nın istediği gibi olmasa da Türkiye’yi kalkındırıyor, büyütüyorlar. Ama bunları yaparken ele geçirdikleri imkânlar; ekonomik güç ve devlet aygıtı onları fana halde değiştirdi. İslami idealler unutuldu, daha doğrusu sistemi, kapitalizmi yeniden ürettiler ve şimdi buna sarılıyorlar. Bence bu iyi oldu; bu yola, yani düşmanın silahını ele geçirerek adaletin ayağa kaldırılamayacağı, adil bir toplumsal işleyişinin mümkün olmayacağı ortaya çıktı.
*Fethullah Gülen Hareketi hakkında neler düşünüyorsunuz, Türkçe olimpiyatları da bir irşat aracı mıdır?
Niyetleri ancak Allah bilir. “Hizmet” diyorlar, yani okullar, yurtlar, kurslar, burslar; bunlar güzel şeyler. Böyle bir hareket üzerinden bu kadar çok spekülasyon yapılmaması gerekirdi. Bence bu spekülasyonların nedeni şeffaflığın olmaması. Fethullah Hoca’nın Amerika’dan gelmemesi de sıkıntılı bir durum. Türkçe olimpiyatları nasıl bir irşat hareketi olabilir, bilmiyorum; belki Türkiye’nin tanıtımına katkı sağlayan bir gayret denilebilir.
*Kürt Sorunu’nun çözümü için sizin bir reçeteniz var mı? Kürtler devletin bekasına feda mı ediliyor sizce?
Kürt sorunun çözümü eşit ortaklıktır; Türkler, Kürtler ve bu coğrafyada yaşayan tüm halklar adalet çerçevesinde bir ortaklık inşa etmeli. “Devletin bekası” için neler feda edilmedi ki. Devletin değil insanın önemli ve esas olduğu, devletin sadece adalet için bir araç olduğu kabul edilmedikçe bu topraklarda sorunlar bitmez.
Ben olsam şöyle derim: “Gelin arkadaşlar konuşalım. Sizin de bir ulus devlet kurmanız herkes gibi hakkınızdır. Ama bu ulus devlet çok matah bir şey değil. Ayrılmak istyorsanız bir diyeceğim yok, gidin siz de bu “kızıl elma”dan tadın. Ama doğru olan, birlik olmamızdır; gelin eşit halklar olarak bir ortaklık kuralım, adalet üzerinden işleyen bir toplumsal ve siyasal işleyiş mümkün. Gelin bunu birlikte yapalım; bölgenin diğer halkları da bu eşit ortaklığa girsin, gelin herkesin güvende olacağı, ekmeğinin ve özgürlüğünün garanti altında olacağı, dilinin, dininin serbest olacağı, kimsenin kimseye geçim için avuç açmayacağı, kula kulluğun olmayacağı bir yapı oluşturalım.”
Bence Kürtlerin ezici bir çoğunluğu bu teklife “evet” der. Demiyorlarsa ayrı bir ulus devlet kurarlar. Bunun için birbirlerimizi öldürmeye gerek yok.
*Ermeniler hakkındaki düşünceleriniz nedir? Türkler mi soykırıma maruz kaldı yoksa Ermeniler mi, bu labirentten ne şekilde çıkarız?
1915’te Anadolu’da Ermenilere yönelik büyük bir tehcir ve kıyım yapıldığını herhalde tartışmıyoruz. Elbette bu büyük hadiseden Türkler de Kürtler de etkilenmiştir. Esas mesele İttihat ve Terakki’nin ulus inşa projesiydi; bunun için Anadolu ahalisinin mümkün olduğu kadar homojen hale getirilmesi gerekiyordu. Öyle oldu, gayri Müslimler ihmal edilecek kadar azaltıldıktan sonra da Cumhuriyet döneminde Müslüman Anadolu ahalisinden modern Türk ulusu inşa edildi.
Bu labirentten çıkmak elbette çok kolay değil; tarihi geri döndüremezsiniz. Ama olanlardan dolayı özür dileyebilir, yanlış olduğunu söyleyebilirsiniz. Daha da önemlisi, bu ülkenin tüm yurttaşlarının esas olacağı, eşit olacağı, önemli olacağı yeni bir siyasal sistem kurarsınız.
*Ayasofya’nın zincirleri kırılmalı mı, zaman zaman Ayasofya’da namaz kılma girişimleri hoşgörüyü temsil ediyor mu? Ve Çamlıca Cami’sine harcanan milyon dolarlar, onun dışında lüks camilerin varlığı yoksullara ne dermanı var sizce?
Elbette insanların ibadetlerini yapacağı mabetler olacak, bunlardan gerekli olduğu kadar yapılmalı ve bu yapılacak ibadethaneler fonksiyonel olduğu kadar manevi anlamlarına uygun ve estetik olarak inşa edilmeli. Cami üzerinden tekebbür anlaşılır gibi değil. İsimlerin yaşatılması için cami inşa edilmesini de doğru bulmuyorum.
Tabi Ayasofya meselesinin sembolik bir anlamı var; Taksim’e cami yapmanın da. Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi İstanbul’un fethi ve sahipliği ile ilgili görülüyor. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’daki kiliselerin çoğuna dokunmadığı, bunları kilise olarak bıraktıklarını unutmamak gerekir. Ayasofya camiinin sonradan müze yapılması da anlamlı değil mi; Türkiye’nin küçülmesi ile ve İslam’la ilişkisi ile ilgili sembolik bir iş değil mi Ayasofya camiinin müzeye dönüştürülmesi? Taksim’e cami de, caminin ötesinde bir tartışma değil mi? Niçin Taksim’e cami yapılamaz? Taksim’de gerçekten ihtiyacı karşılayacak bir cami yok ve orada çok sayıda insan namaz kılmak istiyor. Görüyorsunuz; bu tartışmalar cami ihtiyacından çok başka bir tartışma. Ben Ayasofya’nın cami kalmasından yana olurdum, Taksim’e de cami yapılsın diyorum. Ama bu Çamlıca camiini çok anlamsız bir tartışma olarak görüyorum. Çamlıca’da öyle bir cami gereksiz. Ataşehir’de yaptıkları Mimar Sinan Camii de her şeyden önce Mimar Sinan’ın manevi hatırasına hakaret.
*Tarihe, dine, kadına, geleneğe karşı bakışınızı sorsak kendinizi nasıl tanımlarsınız?
Bu torba soru herhalde; hani torba yasa olur ya birçok konuda hüküm içerir. Tarihin nesine bakışımı soruyorsunuz, dinle ilgili neyi dememi bekliyorsunuz, kadınla ilgili hangi sorunu gündeme getiriyorsunuz? Bunları bilmeden ne diyebilirim ki? Ama size “gelenekle” ilgili birkaç söz söyleyeyim. Bu kavram hep yanlış kullanılıyor, sürekli olarak “gelenek” kelimesine olumsuz anlamlar yükleniyor. Modernlik öncesine; yani İnsanların ötelerle ilişkilerini kesip özerkliklerini (özgürlüklerini demiyorum) ilan ettikleri Aydınlanma öncesi durum (zamana demiyorum) “gelenek” kelimesi ile ifade edilir, modern olanın aksi anlamında. Bir de örf, adet, gelenek diye kullanılır ki bu da geçmişle ilgili, kimlikle ilgili, aidiyetle ilgili. Bu anlamda da “gelenek” o kadar kötü bir şey değil. Her tarihsel dönemde insanların çok sayıda tecrübesi oluyor, yeryüzünde cennet olamayacağı için bu tecrübelerin iyi ve kötü olanı vardır. Bazıları, geçmişteki olumsuz (olumsuz olduğuna nasıl karar veriyorsa) tecrübelere gelenek diyor ve ondan nefret ediyor. Gördüğünüz gibi ben “gelenek”e kolay kolay olumsuz anlam yükleyemiyorum.
Ha bir de İslam’ın geçmiş tecrübelerini gelenek diyerek toptan reddedenler var, hani şu modernist Müslümanlar. Ben bunu da doğru bulmuyorum, her tecrübeyi kendi bağlamında değerlendirmek gerekiyor. Bu “modern akılla” İslam yorumlarının İslam’ı başka bir şeye çevirdiğini düşünüyorum. Bu, İslam’ın tarihsel tecrübesini motamon kabul ettiğim anlamına gelmez; özellikle siyasal tecrübe, saltanat gibi konuları, dünya kadar bidat ve hurafeyi. Ama “modern araçsal aklı” ile tüm İslami tecrübeyi “hurafe” diye reddedenlerin de Müslümanlığın muhtevasını boşalttıklarını düşünüyorum.
*AKP döneminde çoğalan üniversite sayısı gelişmiş ülkelerle kıyaslandığında sayıca onlardan daha çok üniversiteye sahip olduğumuzu görüyoruz. Üniversiteleri bacasız sanayi olarak değerlendirebilir miyiz?
Gelişmiş ülkelerdeki üniversite sayısını geçtiğimiz doğru değil; Japonya’da 1500, Amerika’da daha fazla üniversite var. Bence sorun üniversite sayısının çok olması değil, alt yapısı kurulmadan, hoca ihtiyacı karşılanmadan açılan üniversiteler. Hükümet önce YÖK’ü kaldırsın, 12 Eylül’ün bu en baskıcı yöntemi ile üniversite olmaz. Üniversite bilgi üretir, yayar. Bu serbest, özgür bir ortamda olur. Bu anlamda YÖK’ün çatığı yerler üniversite bile değildir.
*İsrail’in Gazze’ye saldırması sonucu Recep Tayyip Erdoğan’ın ”öleceksek adam gibi ölelim” söylemi ve Ahmet Davutoğlu’nun girişimlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
“Öleceksek adam gibi ölelim” diyerek Başbakan’ın ne demek istediğini bilemiyorum. Ama dış politikayı, özellikle de Arap sokağında olup bitenleri bolca iç politika malzemesi yaptıkları açık. Özellikle Filistin ve İsrail’le ilgili bol bol hamaset var. Hatırlayın; Mavi Marmara’dan sonra Başbakan’ın kıyametler koparan konuşmasını, sonra ne oldu, ne yaptılar, koskocaman bir hiç. Davutoğlu, bir akademik kibir içinde; yazmış olduğu “derinlikler stratejisini” uyguluyor hesapta. Akademik fantezilerle gerçekler örtüşmüyor tabi. Şu bölgedeki Türkiye’nin durumuna bakın, “komşularla sıfır sorun”dan herkesle kavgaya geçildi. Doğrusu; Hükümet, uluslar arası ilişkilerde sınıfta kaldı; Türkiye’nin imkânlarını heba ettiler. Her konuda olduğu gibi dış politikada da her şeyi kendileri biliyor, kimseyi dinlemiyorlar, eleştirilere tahammülleri yok.
*Zorunlu askerlik kaldırılmalı mı, bunun yerine nasıl bir sistem geliştirilebilir?
Savaş hiç olmasa, askerliği tamamen kaldırsak. Tabi bunlar gerçeklerle uyuşmuyor, maalesef ülkeler asker bulunduruyorlar, harbe hazırlık yapıyorlar. Zorunlu askerlik kalkar mı, profesyonel ordu mu kurulmalı, bunların hepsi tartışılabilir. Ama eşitlik ilkesi asla tartışılamaz, para ile askerlik, garibanı, yoksulu savaşa sürmek, yoksul evlerinde şehit cenazeleri kaldırmak kabul edilemez.
*Son soru olarak ‘’Ne mutlu Türküm Diyene’’ sloganına karşı etnik kökeni farklı olan insanların sloganı ne olmalı?
Slogana gerek var mı bilemiyorum. Eğer olacaksa “yaşasın eşitlik” demeliyiz. “Ne mutlu Türküm diyene” sloganı için bu ülkenin insanları çok bedel ödedi. Buna Erbakan Hoca’nın şu ceza alıp siyaseten yasakladığı meşhur Bingöl konuşmasında cevabı şuydu: “Bu ülkede besmele vardı, siz geldiniz ‘Türküm doğruyum çalışkanım’ dediniz. Kürt çocuğu da ‘ben de Kürdüm, ben de doğruyum, ben de çalışkanım’ dedi.”
Bektaş Hacıoğlu
www.adilmedya.com