Leyleğin Atılmış Yavruları ve Kot Kumlama İşçilerinin Belgeseli: Kum
Leyleklerin üç dört tane olan yumurtalarından çıkan yavrulara anne, baba bakmak için çok uğraşırlar. Hepsini beslemek için gayret ederler. Fakat işin doğasında bir yavru, diğerlerine göre gelen yiyeceklerden daha çok beslenir. Leylekler göç zamanı o yola dayanabilecek gücü olmayan yavrularını yolda bırakıp giderler. İşte bu hikayeyi çalıştığı kot fabrikasındaki patronundan dinleyen Abdülhalim Demir aşağıda sizlerle paylaştığımız bu yüreğimizi burkan yazısında kendilerini, leyleğin atılmış yavrularına benzetiyor ve hepimizi derinden etkiliyor. Emekçi kardeşlerimizin yaşadığı bu zulmün hiç bir kulun başına gelmemesi dileği ve duasıyla sizlerle paylaşıyoruz.
Hemen ardından da Petra Holzer, Selçuk Erzurumlu Ve Ethem Özgüven’in kot kumlama işçilerinin yaşadıklarına ve mücadelelerine ayna tutan “Kum” isimli müthiş belgeselini dikkatinize sunuyoruz.
http://kotiscileri.org/leylegin-atilmis-yavrulari/
LEYLEĞİN ATILMIŞ YAVRULARI
Abdülhalim Demir
22 Kasım 2013
Leyleklerin yuvada besleyebileceğinden çok yavrusu olunca, yetiştirebileceği kadar yavruyu yuvada bırakıp fazla olanları yuvadan atar.
Bizler Bingöl’ün Karlıova ilçesi, Taşlıçay Köyü’nde doğduk. 1990’lı yıllara kadar hayvancılıkla olan geçimimiz iyi durumdaydı. Köyümüzün toplam 32 bin küçükbaş hayvanı vardı. Herkesin hayatı güllük gülistan iken köyümüze koruculuk getirildi. Köyümüz için pek de hayırlı olmayan günler de böylece başlamış oldu.
Köyden 86 kişi korucu seçildi. 2.100 nüfuslu bir köyde 86 kişinin, bu kişilerin ailelerini de 10 kişiden sayarsak, yalnızca 860 kişinin istihdamı sağlandı. Herkes yaylaya çıkamadığı için hayvanlarını satmak zorunda kaldı. Geri kalanların göç etmekten, gençlerin gurbete çıkıp çalışmaktan başka çareleri kalmadı.
Gurbete gelenlerden biri de bendim. Maddi imkânsızlıklar yüzünden okulu bırakıp İstanbul’a geldim. Çocuk yaşta olduğum için iş bulmakta zorlandım epey. Önceleri bulduğum işyerlerinde yatma yeri vermedikleri için çalışamadım. Sonra İstanbul’a daha önce gelmiş arkadaşlarımızın çalıştığı kumlama atölyelerinde çalışmaya başladım. Bu atölyelerde yatma yeri veriyorlardı. Diğer işyerlerinde çalışan kişilerle maaşlarımız aynıydı. Bize cazip gelişi sadece yatacak yer vermeleriydi. Kumlama, Türkiye’ye yeni geldiği için fazla gelişmemişti. Karanlık bir odada deniz kumuyla kot beyazlatılıyordu. Kum fazla harcanmasın diye de odalara ufak fan takılıyordu. Bu işlerde çalışanlar ya bizim gibi yatma yeri sıkıntısı çekenler ya da yabancı uyruklu işçilerdi. 1999 yılında rodeo (kumlama) çok aşırı parladı. Neredeyse piyasaya sürülen bütün kotlara beyazlatma yapılıyordu. Bir anda aldığımız maaşlar piyasanın iki-üç katına çıktı. Herkes köydeki veya çevredeki eşine dostuna bu işi tavsiye etti. Burada başka işlerde çalışan arkadaşlar dahi işlerini bırakıp kumlama işine girdiler.
İstanbul’da iki elin parmaklarıyla sayılacak kadar kumlama atölyesi varken bu sayı yüzlere çıktı. Hiç kumlama nedir bilmeyen sermayedarlar bir kumlama ustasına 3 kuruş fazla verip himayesinde rodeo kurdular. Rodeo açmak için bir kompresör, bir hava tankı, birkaç püskürtme tabancasından başka bir şey gerekmiyordu. Unutmadan, kelepir bir bodrum bir de çalışacak işçi gerekliydi. Bizler İstanbul’a gelip 1 sene 10 ay çalışıp, köyümüze 15 gün dinlenmeye giderdik. Sigorta nedir duymuştuk ama ne için gerekli olduğunu anlatmamışlardı. Bizim gözümüzde sigorta, 20 yıl aynı işyerinde çalışanı emekli etmekti. Oysa sigorta hayatı garanti etmekmiş. Hadi bizler bilmiyorduk peki devlet neredeydi; çalışan işyerleri vergiye tabiydi. Elektrik faturası ödüyorlardı, vergi ödüyorlardı. Peki, merak etmiyorlar mıydı bu işyerinde ne üretiliyor, kimler çalışıyor. Sonuç itibariyle; senin belli iş yasaların ve bunun denetimi için kurumların var. Sen buraya elektrik, su verip vergi alıyorsan merak edip denetleyeceksin; şartlara uygun, koyduğun yasaya uygunsa çalışma ruhsatı vereceksin.
Ve şu an hepimiz hastayız, hem de tedavisi olmayan bir hastalık. Sadece köyümüzde resmi olan hasta sayısı 187, doktora gitmeyenlerle beraber 300 kişi hasta ve çaresiz ölümü bekliyoruz.
Türkiye’nin birçok bölgesinde bu işten hastalanan işçiler var. Bizim hikâyemiz böyleydi, onlarınki kim bilir nasıl?
Şimdiye kadar 3 arkadaşımızı kaybettik ve yatağa mahkûm 4 arkadaşımız var, yaşamları oksijen tüpüne bağlı. Aslında hepimiz perişanız çünkü çalışamıyoruz, yürümekte bile zorluk çekiyoruz. Geçimi bize bağlı ailelerimiz var, onlara bakamıyoruz. Bu bize hastalıktan da çok koyuyor. Bizi bu hallere düşüren iş sahipleri kadar devlet de suçludur. Bize sahip çıkmalıdır, en azından bizi iyileştiremezse bile bundan sonraki yaşamımızı garanti altına almalıdır.
Şimdi merak ediyorum yazımı okuyup bize sahip çıkacaklar mı? Yoksa bu leylek hikayesine gerçekten inanacağım… Acaba atılmış yavrular biz miyiz?
BELGESEL: “KUM”
2011 Türkiye
Yönetmen: Petra Holzer, Selçuk Erzurumlu, Ethem Özgüven
Görüntü yönetmeni: Selçuk Erzurumlu, Ethem Özgüven
Kurgu: Selçuk Erzurumlu, Ethem Özgüven
Yapımcı: Ethem Özgüven
Kot Kumlama işçileriyle ilgili iki belgesel yapıldı. Biri maalesef oldukça vasatın altında ve dram ağırlıklı mücadele dilinden yoksun bir yapım olmuş. Ama kum gerçekten çok iyi bir belgesel ve defalarca Kut Komlama İşçileriyle Dayanışma Komitesindeki insanlarla istişare edilerek, onların onayı alınarak ve onlarla birlikte pek çok yerde bulunarak hazırlanmış, bu meselenin ve mücadelenin ruhunu hissettiren bir çalışma olmuş.
helal sertifikası çalışması yapan firmalar deri kemerde helal sertifikasını derisinden faydalanılan hayvana eziyet edilip edilmediğinden bahsediliyor ken giydiğimiz pamuklu giysinin kaç cana mal olduğunu konuşmak içinden çıkılır gibi değil