Cemil Meriç – Kemal Tahir Hakkında
Kemal Tahir hakkında, Cemil Meriç Bu Ülke’de yazmış.
“Gerçek kendisini zor teslim eder, çünkü canlıdır, değişkendir. Canlı ve değişken olduğu için de bir kere teslim alınınca sürgit elimizde kalmaz. Bu sebeple gerçekle girişilecek savaşın sonu yoktur. Bu savaşın zaferi sürekliliğindendir.”
(Bir konuşmasından)
CEMİL MERİÇ
Konuşmak bir arayıştı onun için, bir vuzuha varmak cehtiydi. Hayatın belli merhalelerinde, belli hatalara düşmenin mukadder olduğunu çok iyi biliyordu. Uyanık bir şuurdu Kemal, her an zenginleşen bir şuur. Ve okşayan bir ses… dost, ılık, ışıltılı.
Ulu çamlar, fırtınalı diyarlarda yetişirmiş. Kemal’i ıstırap yaranı… Hapishane, maskelerin çıkarıldığı yerdir. İhtiraslar, cangıldaki canavarlar gibi diş gıcırdatır hapishanede. Faziletler de günahlar kadar samimidirler, samimi ve çıplak. Kemal, Türk insanını böyle bir laboratuvarda tanıdı, bütün giriftligi, bütün sefaleti ve ihtişamıyla.
Hapishaneden önce çapkın ve şımarık bir İstanbul delikanlısıdır. Sağlam bir iştiha, diri bir tecessüs, diri fakat toy ve serseri. Ülkemiz bir geçiş devresinin hummaları ve yasakları içindedir. Mukaddeslerin can çekiştiği bir devir. “İzm”lerin gittikçe kesifleşen taarruzu karşısında bütün setler yıkılmış. Mazi yok, istikbal meçhul… Tutunacak dal arayan genç zekalar, mücerredin cazibesine kapıldılar, mücerredin yani meçhulün. İçtimai reçetelerin en ucuzu, en yalınkatı, en aldatıcısı elbette ki büyüleyecekti onları.
Gerçeğin çelik pençesi, şairane hayallerden ayırdı delikanlıyı. Çılgın ümitler, yerlerini çetin bir murakabeye terkettiler. Hapishane hapishane dolaştı. Yokolmamak için, bir hayvan terbiyecisinin gergin ve sürekli dikkatine muhtaçtı. Hatalar bıçakla düzeltilir “dam”da. Kemal, o çetin tecrübelerden yüz akıyla çıktı; yüz akıyla yani hem kendini hem insanımızı tanıyarak. En sağlam bilgilerini o acılar ummanından devşirdi. Kitaplar, bildiklerini vesikalandırmasına yarayacaktır.
Hayata karışan Kemal Tahir’i, peşin hükümlerin esaretinden de kurtulmuş görüyoruz. Nass’ların peçesini sıyırıp, gözlerinin içine bakabiliyor. Fikir adamı için namus, abesde direniş değil, hakikate teslimiyet. Kemal yaşayan adamdı. Yaşamak tekamül etmektir. Çocuklukta dinlenen masalları, ölünceye kadar ciddiye alamazdı. Putları kırılanlar öfkelendiler.
Soldaki tefekkür sefaletini bütün buudlarıyla açıklıyordu. Kemal “Hiçbir şey bilmediğimiz meydana çıktı”, diyordu… “yeni bir şey getiremezdik biz… yazı yazanlarımız ortada. Hiç fikirleri yok adamların. Zor, bizim fikrimizin olması… Gerçekleri araştıramıyoruz, fikrimiz nereden olacak?” Tecrübeli bir hekim soğukkanlılığıyla teşhisini koyuyordu: Batılılaşma… “Biz Batılılaşma hareketini -tabii Batılılaşma hareketinin bir kolu da, sosyalist harekettir- yani laiklik, maiklik denilen maskaralıkların yanı sıra, sosyalizmi biz, tıpkı Batılılaştırmacılarımızın Batılılaşmayı aldığı gibi aldık. 0 zaman, Batı’da büyük bir sosyalist birikim, fikir birikimi vardı. Her gelen dergi, bize yeni fikirler getirecekti ve bizim, Batı’dan hiçbir farkımız olmadığı için, aynen kullanacaktık onları! Batı’da bizim için hazır fikir olmadığı anlaşılınca kıyamet koptu… Zira biz gözü kapalı, Batı’daki fikirleri burada tekrar ediyorduk… Dünya’da bir tek sosyalizm var, o da bilimsel sosyalizm diyorduk. Hala da bu lakırdıyı söyleyenler var Türkiye’de. mm münasebetlerini Garaudy’den öğreniyorlar. 50 yılı kucaklayan düşünce tarihimizde, Türkiye gerçeklerine yönelmiş iki tane makale bulmanın ihtimali yoktur; Batı’dan duyduğumuz bir iki basmakalıp düşünceyi tekrarlamaktan başka ne yaptık?” (“Sol bölünmeler üstüne konuşma”, Türkiye Defteri derg., s. 2.)
Sonra, cıvık ve hain bir ilericilik adına tarihe saldıran madrabazlara sesleniyordu: “Tarihsiz toplumların büyük sanatı olamaz. Elli yıllık tarihle sanat olamayacağı gibi, uydurma tarihle de sanat yapılamaz…” Ve itiraz kabul etmez bir hakikatin altını çiziyordu: “Osmanlılık, bir tarih döneminde, çok önemli bir coğrafya alanında, çok onurlu bir insanlık görevi yüklenmiştir. Osmanlılık, kolektif dehayla kurulmuş bir dünya imparatorluğudur. Salı geçmişi değil, taşıdığı insan değeri ve özelliğiyle ne kadar görünmezden gelinmek istenirse istensin, geleceğimizi de etkileyecek bir deha eseridir. Anadolu Türk dehasının en büyük eseridir…”
Her kitabı bir bombaydı Kemal Tahir’in; hiyanet kalesinde kapanmaz gedikler açan bir bomba. Her sözü bir tokattı; hamakatin çehresinde şaklayan bir tokat: “Hümanizma dünyanın en namussuz sömürüsü olan burjuva sömürüsü nü örtbas etmek için ileri sürülmüş bir duman perdesidir” diyordu.
Kemal’in romanları, hiçbir kilisenin sözcülüğünü yapmaz, herhangi bir tarikatın değil, hakikatin emrindedirler. Zaten Kemal’i de, siyasi bir doktrine hapsetmek yanlış. Sağ sol tasnifi, o büyük ve coşkun yaratıcı için değil “ulema-ı rüsum”umuzun mumyalaşmış kafaları için geçerli. Sosyalizm, Kemal’de bir gençlik hatırası; daha doğrusu onun sosyalizmi alıştığımız sosyalizmlerden çok başka. Kendisini dinleyelim: “Gerçeklerle gerçekten savaşmak isteyen bir sosyalist, geçmiş gerçeklerle yaşadığı çağın gerçeklerini içe düşünmek, onları her durumda yeniden anlamlaştırmak, değerlendirmek zorundadır…”“Her ülkenin sosyalistleri kendi yollarını kendileri bulmak, daha açıkçası sosyalizmlerini kendileri yaratmak zorundadırlar.” (Konuşmalarından, Türkiye Defteri, s. 6.)
Dost bir sesti Kemal, okşayan, inandıran bir ses. Ama bu yumuşak sesin arada bir korkunçlaştığına da şahit olurduk. vicdanın sesiydi bu. Melanetlere meydan okuyan bir idi. Yalanlan silip süpüren bir fırtına. Kemal, her namuslu aydının yol arkadaşıydı, yol arkadaşı ve zaman zarı kılavuzu. Hataları, hepimizin hataları. Vahşi cenk çığlıkları atarak birbirlerine saldıranlar, onun husumet duvarlarını yıkan büyük sabrından ve anlayışından ders almalıdırlar.
Kemal, bu ülkenin yani hepimizindir. Mahalle kavgaları tefekkürün zirvelerine ulaşmamalı.
O hayat ve hareket dolu adamın ölümüne hala inanamıyorum. Ve dudaklarıma Sadi’nin mısraları düğümleniyor:
“Eyyam-ı baharest, gul-u, lale-u nesrin; izhak berayent ve tü der hak çeraği.