Akif Emre – Kapitalizme Zeytin Dalı Uzatmak
Akif Emre dünkü yazısında çok net bir şekilde hissiyat ve fikriyatımıza tercüman olmuş. Hem AKP’ye, hem çevrecilere acımadan konuşmuş, dinliyoruz…
Kapitalizme zeytin dalı uzatmak
Zeytin ağaçlarının sökülmesi herhangi bir ağacın sökülmesine benzemez. Akdeniz havzasının kadim ağacının Kur”an”da incir ile birlikte adı geçer. Tabiatın Allah”ın bir emaneti olduğunu bilenlerin, aydınlanmacı felsefeyle bulanmamış akıl ve vicdan sahiplerine göre, tabiat Allah”ın ayetlerindendir..
Aydınlanma aklı tabiatı boğuşulup alt edilmesi gereken bir canavar gibi algılar. “Canavar”ı alt etmek için teknolojiyi, makineyi kullandıkça insanın tabiat karşısındaki egemenliği de tescillenmiş olur. Sadece gücünü tescillemez modern insan, aynı zamanda dünyadaki kaynakları yağmalamanın meşruiyetini de buradan alır. Vahşi kapitalizmin doyumsuz kazanç için bitimsiz güç gösterisine kapı açar.
Vahşi kapitalizm çağını geçtik ama modern insanın tabiatla ilişkisini biçimleyen düşünsel arka plan hala diri. Tabiatı alt etmeye ahdeden insan sadece çevresini değil kendi neslini de tüketiyor. “İnsan insanın kurdudur” diyen bir homo-economicus var karşımızda. Sosyal Darvinizm”den mülhem türlerin seleksiyonu zamanla ırkların, sınıfların seleksiyonuna dönüşecek, tabiatı alt etmeyi başaranların en üstte olduğu bir sosyo-ekonomik yapı inşa edilecektir.
Ekonomi ilerledikçe, kapitalist ilişki biçimleri daha rafine hal aldıkça ekonomi-politiğin formülasyonu da gelişecektir. Modern iktisat her tür aşırılığı, azmanlaşmayı makulleştirirken rasyonelleştirir de. Dünyanın kısıtlı kaynaklarından sınırsız insan ihtiyaçlarını karşılama bilimidir ekonomi bu bakışa göre. Tanrı”yı devreden çıkaran, tabiatla boğuşan homo-economicus sonunda kaynakların kıt olduğuna, azmanlaştırdığı insanın da ihtiyaçlarının sınırsız olduğuna hükmetmiştir…
Kaynaklar kıt olacak ama ihtiyaçlar/ihtiraslar sınırsız olacak… Bu vahşi insan tanımının geliştirdiği uygarlık da dünyanın başına büyük savaşlar, kitlesel ölümler açmakta gecikmeyecektir şüphesiz.
Allah”ın emaneti bir tabiatla iç içe, bir ahenkle; evrenle, kendisiyle barışık, sunulan sonsuz nimetler karşısında kanaatkar insan tipi yerine karşısında bir canavar gören azgın bir nefs var artık.
Gelinen noktada kimse ne üretmekten, yani daha çok kazanmak için tabiatı tüketmekten ne de tüketim iştihasından vazgeçiyor.
Küresel kapitalizm mümkün olduğunca tabiatı tüketme ayrıcalığını da elinde tutmanın hesabını yapıyor. Buna karşılık geri kalan kalabalıkları tüketim tutkunu, bağımlısı kölelere dönüştürüp sosyal seleksiyonu sürdürme niyetinde. Madem dünya geri dönülmez bir aşamaya geldi, teknoloji ve buna dayalı tüketim alışkanlıkları vazgeçilemez durumda… o halde durumu burada sabitleyip dünyanın geri kalanını olduğu yerde kalmaya ikna etmeli.
“Biz tüketmeye ve üretmeye devam edelim, dünyanın geri kalanı, henüz gelişmemiş olanlar, oldukları yerde kalsınlar” demeye getiren bir siyasetin düşünsel temelleri atılıyor.
Küresel sistemi sorgulamadan, tüketim lüksünden hiç vazgeçmeden “çevreyi koru, yeşili sev” muhabbetine dayalı söylem tam da bu politikalara hizmet ediyor.
Batı düşüncesinin kendini sorgulamak, tıkandığını itiraf etmek (ciddi özeleştiriler hep entelektüel merkezin dışında tutulur) imkanı nerdeyse kalmamış gibi. Uzun süredir Batı düşüncesi kurucu düşünce geliştiremiyor. Felsefi olarak yeni bir çığır açamayan her uygarlık donmaya, kendini tekrarlamaya ve çürümeye mahkûm. Mevcut ekonomi-politik kısır döngüyü sorgulamak bir yana, tarihin sonunu ilan ederek kapitalizme zafer tacı giydirildi.
Ekoloji, Yeşil Hareket gibi alternatif hareketlerin Batı”da gittikçe itibar görmesi, toplumsallaşması, önünün açılmasının pratik ve felsefi nedenleri görülmedikçe akıntıya kürek çekeriz. Evet, insanlar tabiattan kopuk, tabiata yabancılaşmış, modern hayat tarzından sıkılıyor, daha yaşanabilir bir dünya özlemi duyuyorlar. Bundan doğal ne olabilir. Aynı insanları hiçbir tüketim alışkanlıklarından vazgeçmeden, ekonomik dengelerin bozulmasını akıllarının ucundan geçirmeden, büyük bir vicdani sorumluluk duygusuyla motive etmek birilerinin işine geliyor. Diğer tarafta hem sosyal teori hem felsefi düşünce olarak kendini aşamayan, tekrarlayan, aydınlanmacı dünya tasavvurunu sorgulayamayan bir düşünce sisteminin gelip tıkanacağı yer burasıdır.
Yeryüzünü, kainatı birer ayet, emanet alarak gören bir inançtan beslenip tekelleşmeye, daha fazla büyümeye ve tüketmeye ram olanların vebali ise daha büyük. Yaşanmaya değer hayatı, değerleri, farklı bir hayat tasavvurunu yaşayışı ile sergilemek bir yana iştahasıyla dünyataparlıkta diğerleriyle yarışanların tahribatı sadece yeşil ve çevreyle sınırlı değil: İnsanlığın elinde kalan son umudu da söküp atmaktır, tahrip etmektir.
Zeytin ağacı ihaneti affetmez.
Kaynak: http://www.yenisafak.com.tr/yazarlar/akifemre/kapitalizme-zeytin-dali-uzatmak/57934
Ya ben anlamamış olabilirim bu yazı neye nereye çakmış da, Akif Emre’nin kullandığı bütün argümanlar(islami referanslı olanlar hariç), bu kapitalizm, modernizm eleştirilerinin hepsi batı düşüncesinin ürünü değil mi? Batı düşüncesi sanki liberalizmin ideolojik argümanlarından ibaret birşeymiş gibi, dünyanın sonunu ilan ettiler diyor. E onun eleştirisini de yapmadılar mı? Batı düşüncesi kendini aşar mı aşamaz mı bilmiyorum ama sanki Doğu düşüncesi ya da İslam düşüncesi ya da onun karşısına her ne koyuyorsa; kendini ne kadar aştı da, modernizmden beri
ne kadar üretti de, batı düşüncesini böyle mahkum ediyor? Yanlış
anlaşılmasın, batı hayranı falan değilim, ama ben burada kayda değer ne söylemiş anlayamadım. Hani zaten hep söylenegelen şeyler değil miydi bunlar? Sonra bu zeytin ağacı meselesi… Kuran’da adı geçiyormuş o yüzden bir başkaymış… Adı geçmese ne olacaktı yani? Ne değişecekti bu olay bağlamında? Müslüman bünyeleri yazıya hazırlamak için illa bir islami referans vermek zorundayız da ondan mı?
Son olarak Ekolojicilerin, çevrecilerin tabiiki eleştirilecek tarafları vardır da, hani özellikle yazmış diye söyleme ihtiyacı hissediyorum. “Batılı çevrecilerin tüketim alışkanlıklarını hiç değiştirmeden, ekonomik ilişkilerin değişmesini akıllarının ucundan geçirmeden vicdani sorumlulukla” hareket ettikleri iddiasını neye dayandırıyor bilmiyorum ama bence biraz haksızlık ediyor. Bizde vejetaryanlık, veganlık gibi şeyler biraz üst-orta sınıfa ait, snob kültürü olarak görülen şeylerdir. Avrupa’daki vejeteryanların/veganların büyük bir kısmı kapitalizmin endüstriyel et (ve her türlü hayvansal gıda) pazarından, bu pazarın iğrençliğinden, hayvanlara yapılan eziyetten, bunun doğada yarattığı
tahribattan vs vs ötürü böyle bir tercih yapıyorlar. Tüketim
alışkanlıklarını değiştiriyorlar yani. (Bu bağlamda “earthlings” diye bir belgesel var, tam da bu endüstriyel et pazarını anlatan, ama baya hardcore birşey, yani izleyince bir daha et tüketmek istemeyebilirsiniz)
Hala henüz küçük çaplı ve belki de biraz naif olsalar da, örneğin
buralarda(söz konusu yer İtalya ama diğer ülkelerde de benzer örgütlenmeler olduğunu biliyorum) yerel üreticileri korumak ve desteklemek için kurulan birlikler var; yerel üreticiden, doğrudan tüketiciye, sadece mevsimlik ve doğal ürünler satan. Bir çok arkadaşım bu birlikten alışveriş yapıyor. Kışın 15 20 çeşit sebze meyve tüketmek yerine, her hafta aşağı yukarı aynı şeyleri satın almış oluyorlar. Ha toplumu yüzde kaçı bunu yapıyor dersen, elbette küçük bir kesimi. Kimse de burdan bir devrim çıkacağını falan beklemiyor. Ama Akif Emre bu kadar kolay harcayınca, belirtmek istedim.
Saygılar.