Akif Emre – İslamcılık mı, Müslümancılık mı?
Akif Emre’nin zihinleri açıklığa kavuşturan yazılarını paylaşmaya devam ediyoruz. İslamcılığın kurumsal temsil yoluyla düz bir seyir güttüğünü düşünenlerin aksine, hiç de oradan başlamadığını ima ediyor. Geçenlerde Ayşe Böhürler de eski İslamcılardan farklı, hak ve adalet vurgulu yeni bir kuşak geldiğini söylüyordu. Belki de asıl İslamcılık şimdi başlıyor.
AKİF EMRE
Tekrardan İslamcılık tartışması alevlenir gibi oldu. Aslında İslamcılık yapmayanların İslamcılık üzerinde konuşmalarından ibaret olması nedeniyle aldatıcı bir tartışma. Oysa halihazırdaki durum, İslamcılık atfedilen bir siyasal kadronun, İslamcılığın gerektirdiği ilkelere değil ama kadrolara yaslanması durumundan ibaret. Yani İslamcılıkla prensipleri itibariyle ilgisi olmayan ama şu veya bu şekilde Müslümanları kollamayı amaçlayan bir kadro tarafından Müslümancılık yapılması söz konusu. Bu duruma bakarak İslamcılığın öldüğünü veya siyasal iktidarın İslamcı olduğunu ileri sürmek abesle iştigaldir.
İslamcılık-Müslümancılık farkına vurgu yapan 8 Mayıs 2001 ve 26 Ağustos 2008 tarihli yazılarımdan bu tezi yeniden hatırlatmak için ve zihin karışıklığına karşı önemli bir hatırlatma olacağından dolayı aşağıya alıntılar yapıyorum. 1995 yılından bu yana bu gazetede sürekli yazan biri olarak ilk kez kendi yazımdan alıntı yapmak zorundayım.
‘Müslüman-cı’lık vs. İslamcılık
İslamcılığın siyasal iktidara yürüdüğü, iktidar aygıtlarını (gücünü demek daha doğru) ele geçirmek üzere olduğu varsayıldığı son on yıllık süreç sonunda; kendi tanımının ötekine teslim edilmesi, hatta kendisinin ötekiyle özdeşleştirilmesi gibi ibretlik bir son/uca doğru gidilmektedir. Ödünç kavramlarla başlayan kendini ifade tarzı ödünç kadroların, ödünç ideologların istihdam edilmesine kapı açmış bulunuyor.
‘Postmodern darbe’nin soft darbesi karşısında pes ediveren ilkesizlik, ödünç kavramlara sığınmanın durumu kurtarmaya yetmediğini farketmekte gecikmeyecekti. Ve nevzuhur durum burada kendini gösterecek; ödünç kadrolar devşirilerek, ödünç kavramların ödünç ideologlarca dillendirilmesi gibi nerede duracağı kestirilemeyen bir sürece girilecekti. Devşirilen ‘öteki’ler (kadro ve kavramlar) için durum hiç de bu kadar felsefi mülahazalara imkan tanıyacak kadar karmaşık, çapraşık değildi. Oynadıkları rolün farkında olarak duruma uygun bir iş ve misyon icat etmekte gecikilmeyecekti.
Yeni ideolojinin adı icat edilmişti bile: ‘Müslüman-cı’lık. O artık bir Müslüman-cı olarak kendisine biçilen yeni rolü ateşin biçimde oynamaya hazırdı. Gerçi merkezde tükettiği itibarı nedeniyle gidecek başka kapısı da yoktu. Böylece İslamcılık yapmadan İslamcılar’ı kollama misyonu, bize özgü bir pratik akılla formüle edilmiş oluyordu.
Postmodern darbeyle kavga bitmese de kavgaya neden olan kimlik tanımı buharlaşacak, yeni tanımlar, yeni kimlikler içselleştirilmeye başlanacaktı. Ödünç kadrolar bu anlamda hayli işlevseldi. ‘Kim demiş bu kızlar…’ ya da ‘kim demiş falan partililer’ ‘şunun düşmanı, bunun taraftarı’ şeklinde başlayan savunma görünüşte hayli etkin ve bela savan türdendi. İslamcılar’ı savunurken onlara yeni bir kimlik biçmenin, bu kimliği (gönüllü) benimsetmenin bundan daha pratik ve risksiz yöntemi olamazdı.
‘Müslümancılık’ ya da klan siyaseti
Önce şunu belirtmekte yarar var; belli bir dünya görüşünü temsil eden siyasi bir akım olarak İslamcılık belli iddialara sahiptir ve yeni bir dünya düzeni peşindedir. Bu anlamda İslamcılık hayata ve dolayısıyla siyasete dair kendine özgü proje sunan duruşun, iddianın adıdır.
Tarihsel tecrübesi, dünya tasavvuru, siyasete ilişkin iddialarıyla zengin bir birikimin hülasasıdır. Osmanlı’nın son döneminden bugüne Türk siyasetini belirleyen ve birbiriyle çatışan üç tarzı siyasetten en önemlisidir. Her zaman aktif siyaset tarzı olarak sahnede görünmese de en azından entelektüel ve toplumsal bir hareket olarak gündemimizde olmuştur. Tüm zaaf ve kazanımlarıyla beraber toplumsal bellekte yeri olan canlı bir dinamizmdir.
AKP’nin muhafazakar sağ bir hareket olarak iktidar oluşunu bu anlamda İslamcı bir siyasetin iktidarı ele geçirmesi olarak yorumlamak çok yanlış bir okuma biçimidir. Zira bu hareketin lider kadrosunun, siyasal programlarının ve söylemlerinin, hepsinden önemlisi de bunca yıllık icraatlarının İslamcılıkla bağdaştırılması mümkün olmadığı ortada. Bunun tartışılmayacak kadar açık olduğunu kabul etmek gerekir.
Mevcut iktidarın İslamcı bir siyaset değil, olsa olsa ‘Müslümancı’ bir siyaset izlediği iddia edilebilir.
‘Müslümancılık’ son derece pragmatist bir siyasi tavrın adı olarak İslamcılığın tam da muhalifi bir duruşu temsil eder. Bugünkü siyasi iktidara en fazla yüklenebilecek iddia ‘Müslümancı’ siyaset tarzı olabilir. İktidar açısından çok kısıtlayıcı ve kabul edilemez olan bu tanımlama en azından onu destekleyen ve İslamcılıkla karıştıran kitleler ve kadrolar için daha isabetli görünüyor.
‘Müslümancılık’ tam bu noktada bir klan siyaseti olarak ortaya çıkmaktadır. Kültürel anlamda dini rengin ağır bastığı bir gelenekten beslenen, sosyolojik olarak belli bir ekonomik seviyenin altını temsil eden, merkez dışı toplumsal kesimlerin siyasette konum arayışlarının adıdır. Bunu, ideolojik gerekçelerden çok, dayandıkları toplumsal tabanın çıkarlarını, güç arayışlarını siyasete taşıyan bir iktidar arayışı olarak okumalıdır.
Türkiye’deki Batıcı çevreler bu kesimlerle iktidarı, kamusal alanı paylaşmaya niyetli olmadıkları için her türlü kültürel ve toplumsal aidiyeti İslamcılıkla eş görmeleri tam bir yanılsamadır. Bunların İslamcılığı siyasi iktidar için bir itham aracı olarak kullanmaları İslamcılığın talep ve tasavvurunu da teslim almakta, belli bir kesimin iktidar özlemini, her ne pahasına olursa olsun iktidardan pay alma talebini bir dünya tasavvuru olarak İslamcılık yerine ikame etmelerine yol açmaktadır.
bu arada şöyle bişey var
http://www.fikirzamani.com/neo-liberal-donemde-islamcilik/