Cihan Aktaş – İşçiler, Solcular, İslamcılar
I- Dün 1 Mayıs’tı; işçi veya emekçi bayram edebildi mi bakalım… Hak mücadelesinin coşkusunu şiar ve söylemlerle yaşayanlar daha ziyade teorisyenler midir yoksa… Jacques Ranciere ne söylerse söylesin, kısıtlı boş zamanını dinlenmeye ayırmaya zorlayan yorgunluğu yüzünden sendikal etkinlik yapmaya fırsatı olmasa dahi, işçi milleti vücuduyla bir ızdırabı dillendirmeye devam ediyor.
Emek ve Adalet Platformu önceki hafta Fatih’te “Ortadoğu’da ve Türkiye’de Emek ve Adalet Mücadelesi” başlıklı bir sempozyum düzenledi. “Bizim değerlerimize saldırmayan herkesle birlikte hareket edebiliriz. Türkiye’de Kemalizm’le hesaplaşmadan Kürt sorunundan başörtüsü yasağına, emek sömürüsüne kadar hiçbir sorun sahici anlamda çözülemez. Bunun için risk almak ve bedel ödemek gerekebilir. Ancak risksiz hiçbir mücadele yürütülemez,” diye ifade etti yaklaşımını, Tokat’ta yayımlanan edebiyat dergisi Tasfiye’nin editörlerinden Ahmet Örs, sempozyum konuşmasında.
Haftalar önce bu sempozyumdan Ali Akyurt kanalıyla haberdar olmuştum. Temelde İslamcılarla sol kesim arasında karşılıklı olarak yerleşmiş önyargıları giderme gibi bir amacı var Emek ve Adalet Platformu’nun. Ali Casper Bilgisayar’daki direnişe yaptıkları ziyaretten söz ediyordu.
İslamcı hareket işçi meselelerini genel ütopyasının süreç içinde çözümlenecek kategorilerinden biri olarak görmüştür. İşçinin hakkını alın teri kurumadan ödeyiniz, diye buyruluyor hadis-i şerifte. Buna karşılık Mustafa Kutlu’nun kimi karakterleri,”muhafazakâr sermaye” başlığı altında hızla büyürken İslami hassasiyetleri sözde Müslümanların iyiliği adına paranteze almayı kendilerine yediren patronlarla avanelerini sorgulamayı sürdürdüler.
II– İslami kesimde yıllardan bu yana sünnete uygun bir hayatın incelikleri üzerine konuşulur. Kot taşlarken slikozis hastalığına yakalanan işçilerin yaralarını dert etmek yerine daha sünnete uygun sayılan bir giysi ayrıntısına takılarak saflaşan kadınlar ve erkekler şimdilerde toplumsal duyarlıklarını derinleştirmede yeni bir aşamayı adımlıyorlar.
İslamcı kadınların aktif olduğu kurum ve ortamlarda son yıllarda yarım başörtülü kadınlara dönük söylemleri etrafında bir muhasebe çabasını gözlemliyorum mesela. Muhasebe özellikle işçi kadınların meselelerine dönük bir açılım üzerinden gelişiyor. Şehrin en steril bölgelerinde bile hemen her apartmanda kapıcı ve temizlikçi hüviyetiyle rastlanabilecek mustazaf kadınları tanımıyor değil başörtülü mücahide, onlar bazen komşu evde, hatta bazen hemen yandaki odada “yakın yabancı” ifadesiyle yaşıyor olabilirler; fakat bu kez tanıma bambaşka bir bakışla yapılıyor. Yeni bir ifadesi, iddiası, yani bir bakıma kamusal tanınma talebi olan başörtüsü artık öncelikli ayırıcı vasıf olmayabiliyor, emek ve kul hakkı kriterleri açısından bakıldığında. Özlü olarak söylemek gerekirse, belediyelerden hükümet makamlarına uzanan iktidar alanlarında başörtüsünün markasıyla, ışıltısıyla bir sınıfsal statü iddiası ortaya koyacak şekilde meydana çıkışı, Kurani “takva örtüsü” penceresinden bakıldığında, ortak bir ruhun ifadesinde bir açıklama olarak pürüzlü, hatta çıkış noktasının hassasiyetlerine (ve haysiyetine) uzak düşen imgeleriyle, iktidar alanını güçlendirmek adına ilkeleri paranteze almayı olağanlaştıran anlayışa mesafesini koruyan Müslümanları tedirgin ediyor.
III- Bu konularda Ali Akyurt’la yazışmaya devam ediyoruz. Ali, “Ortadoğu ve Türkiye’de Emek ve Adalet Mücadelesi” başlıklı sempozyumun konuşmalarını değerlendiriyordu son mesajında: Konuşmacıların üzerinde durduğu bir konu, eşitlikle adalet arasındaki denge. Mutlak eşitliğin mümkün olup olmadığı sorusu, mutlak bir cevap verilemeyecek kadar tartışılmaya muhtaç.
Devlet ve teorisyenler adına bu soruya müspet cevap verebilmek için milyonlarca insan Sibirya’da ölüme gönderildi geçen yüzyılda. Nihayet Orwell, “bazı hayvanlar her zaman daha eşit olacak” diye bir kayıt düştü edebiyata.
“Denizleri, Mahirleri nasıl görmek gerek” sorusuna verilen “onlar kemalistti” şeklindeki cevaba Ali’nin düştüğü not bana önemli geliyor: Emek ve adaleti daha kuşatıcı bir ufukla kavramaya çalışma noktasında aşırı popüler Kemalizm eleştirisini daha makul bir zemine çekmek gerek. Ayrıca her sorunu kemalizmle açıklamak nereye kadar haklı acaba… Soru pekâlâ şu şekilde de çıkabilir karşımıza: “Popüler Kemalizm eleştirisini kaldırıp attığınızda geriye sizden hangi derde şifa fikir kalacak?”
İşçinin alın terini görmeyi önceleyen bir iman şimdide ve her zaman haklı, muzaffer. Bu yüzden de hakkaniyet ve adalet arayışına dönük çaba nihai noktası olmayan, sürekli yolda bulunmayı gerektiren bir cevaba dönüşüyor “mutlak eşitlik” tartışmalarında. Bir bakıma emeğine emeğiniz, terine kelimeleriniz, kelimelerine gönlünüz karışacak işçinin, bayram başka türlü olmuyor, yaşanmıyor.
(Taraf, 2 Mayıs 2011, Pazartesi)