Hayri Kırbaşoğlu – Müslümanlar İçin Çevrecilik Allah’ın “Ayetler”i İçin Koymuş Olduğu “Sunnetu’llah”a Saygıdan İbaret Bir İbadettir
Yoğunlaşan ve görünürleşen çevre katliamları ile birlikte başlayan ekoloji tartışmaları ile doğrudan ilgili olduğunu düşündüğümüz Mehmet Hayrı Kırbaşoğlu’nun 2016 yılında yazdığı yazının anlamlı bir katkı olduğunu düşünerek iktibas ediyoruz.
MEHMET HAYRİ KIRBAŞOĞLU
İslami öğretiye göre, çağın meydan okumalarına cevap verme konusunda birinci dereceden sorumlu olan İslami Dünyası/İslam Ümmeti (İşte sizi böylece vasat bir ümmet yaptık ki insanlık üzerine şahitlik edesiniz…) maalesef bu görevini bihakkın yerine getirmiş olmaktan fersah fersah uzak bir durumdadır. İslam Dünyasının siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel olarak diğer dünya ülkeleriyle bu açılardan mukayesesi bu konuda bize yeterince objektif veriler sunmaktadır.
İslam Dünyasındaki geniş kitleler bir yana, İslam konusunda bilgili ve bilinçli kesimlerin, özellikle de İslami hareketlerin mensuplarının bu konuda daha iyi bir durumda olabileceği akla gelse de, aslında bu kesimlerin bile dünya görüşlerinde birtakım zaaf noktaları, kör noktalar ya da boşluklar olduğu ortadadır. Nitekim bu bilgi ve bilinç yüzeyi geniş kitlelerden nispeten daha iyi durumda olduğu söylenebilecek olan hareketlerde, mesela ülkemizdeki İslami hareketler ya da İhvan hareketi dahil diğer İslam ülkelerindeki hareketlerde bile bu kör noktalar ve boşluklar hayli fazladır. Mesela küreselleşme, küresel kapitalizm, tüketim kültürü, neo-koloniyalizm, emperyalizm, küresel ısınma, ekilebilir arazilerin azalması, Ekvator ormanlarının tahribi, genetik teknolojideki gelişmeler, gıda teknolojisindeki gelişmeler, hibrid tohumlar, nükleer tehdit, nüfus artışı, emek, sendikacılık, kadın hakları, işçi hakları, çocuk işçiler, şehirleşme, şehircilik, mimari, kıyıların betonlaşması, ticari reklamların etiği, sistem ahlakı, sanat (plastik sanatlar, tiyatro, sinema, müzik, resim, heykeltıraşlık v.d.), kültür, estetik, bilim politikaları, ar-ge, innovasyon ve tabii en genel anlamda çevre meseleleri. Son yüzyılda İslam ulemasının ve İslami hareket çevrelerinin ürettikleri İslami bilgiye bakıldığında bu konuların, onların İslam tasavvurları veya İslami gündemleri içerisinde ya hiç yer almadığını ya da çok cılız bir biçimde bu konulara yer verdiklerini bizzat görmek mümkündür.
Bu değerlendirmenin İslam Dünyasındaki istisnası çağdaş İslam düşünürleridir. Nitekim Cemaluddin el-Afgani’den başlayarak günümüze gelinceye kadar çağdaş İslam düşünürlerinin ürettikleri İslami bilgiye bakıldığında, istenen düzeyde olmasa da yer verdikleri, yani bu konuların önemini idrak ettikleri söylenebilir. Bu kategorideki entelektüellerin başında gelen Aliya İzzetbegoviç ve Roger Garaudy, geleceğimizi ilgilendiren bu gibi konulara yazılarında yoğun olarak yer veren örnek şahsiyetlerdendir. Özellikle Roger Garaudy neredeyse bütün eserlerinde – mesela İslam ve İnsanlığın Geleceği adlı eserinde – “Gezegenimizi ve insanlığın geleceğini tehdit eden Batı tipi büyüme modeli”in tehlikelerine dikkat çekmeye özel bir itina gösterir.
GEZEGENİMİZİN VE İNSANLIĞIN GELECEĞİ
Birisi fiziki diğeri beşeri iki varoluş düzeyinde karşı karşıya bulunduğumuz ciddi varoluşsal tehditlerin Çağdaş İslami Söylem içerisinde kendisine son derece cılız bir yer bulabilmesi izahı gayr-ı kabil bir anomalidir. Zira Allah’ın Rasulü’nün sünnetine verilen önem yanında, bu elçiyi gönderenin Sünnet’ine (Sunnetu’llah) neredeyse hiç önem verilmemesi anlaşılır gibi değildir. Bunun muhtemel sebeplerinin burada tafsilatlı olarak izahı mümkün değilse de, en azından İslam Dünyasının mevcut İslam tasavvurunda kozmogoniye hemen hiç yer verilmemesi, Müslümanların İslam’ı öğrenmek için başvurdukları el kitaplarında (ilmihaller, namaz hocaları, v.s.) ve orta-yüksek dini öğretim kurumlarında bu konunun göz ardı edilmesi, dini irşad ve vaaz faaliyetlerinde bu konunun yanından bile geçilememesi, keza çağdaş İslami ilimler geleneğinde bu meselenin birtakım temennilerin ayet hadislerle süslenmesini aşamayan bir bakış açısıyla geçiştirilmiş olması, üstelik bunların vaaz üslubuyla ve derinlikten yoksun bir biçimde sunulmuş olması bu konuya niçin yabancı ve acemi kaldığımızın sebeplerinden en çok göze çarpanlarıdır.
“GELECEK TEOLOJİSİ”
Fiziki anlamda gezegenin geleceğini hak ettiği öneme layık bir şekilde ele alamayışımızın bir diğer sebebi, İslam Dünyasında hala öncelikli konular üzerinde bir uzlaşma sağlanamamış olmasıdır. Bazı konular İslami hareketler, İslami ilimler ve İslam düşüncesinde öncelikli olarak ele alınmış olsa da, bu konular içerisinde gezegenin karşı karşıya bulunduğu tehditleri merkeze alan bir “gelecek teolojisi” bulmak mümkün değildir. Aslında klasik İslam geleneğinde, bilhassa İslam felsefesinde bir “kozmogoni”den söz etmek mümkün olmasına rağmen, son asırlarda İslam Dünyasında felsefenin gerilemesi, hatta felsefe düşmanlığına kadar işin vardırılması ve öte yandan hem avami/taklitçi/popüler İslam’a dayalı hem de selefi düşünceden beslenen pek çok çağdaş İslami hareket aracılığıyla bu felsefe düşmanlığı günümüzde de egemenliğini hala sürdürmektedir. İran gibi felsefi geleneğin kesintisiz devam ettiği nadir İslam ülkeleri hariç, diğer İslam ülkelerindeki bu “gelenekten kopuş” beraberinde bu geleneğin temel konularından olan “kozmogoni”nin ve “tabiat felesefesi”nin İslami gündemin dışına itilmesine yol açmış görünmektedir. Çağdaş bir İslami kozmogoni ve “tabiat felsefesi” geliştirme yolunda bazı cılız çabalar olmuşsa da bunlar çağdaş İslam’ın gündeminde yoğun bir biçimde yer almaktan hala uzak durumdadır.Mesela İsmail Raci Faruki’nin Tevhid adlı eserinde kabaca da olsa bu konunun ele alınmış olmasına rağmen, kozmogoninin çağdaş İslam’ın öncelikli konuları arasında yer aldığını söylemek zordur.
Burada “kozmogoni” ve “tabiat felsefesi” meselesiyle ilgili görünen, ancak aldatıcı nitelikteki çağdaş bir yaklaşıma da işaret etmekte yarar vardır. Sözünü ettiğimiz bu yaklaşım müspet bilimler ışığında İslam’ı ve özellikle de Allah’ın varlık ve birliğini ispata(!) çalışan ve bir zamanlar oldukça moda olan yaklaşımdır. Aslında klasik İslam felsefesinde “hudus delili/inayet delili” gibi başlıklar altında ele alınan “kozmolojik delil” yaklaşımının bir tür devamı niteliğindeki bu yaklaşımda “evren” bizatihi İslami teolojinin kurucu bir unsuru olmaktan ziyade Allah’ın varlık ve birliğini ispat(!) amacıyla araçsallaştırılan bir unsura indirgenmiş görünmektedir. Bu araçsallaştırmayı bir başka açıdan da ele almak mümkündür. Bilhassa tasavvufta çok önemli ve merkezi bir yeri olan kainatın Hz. Peygamber’in yüzü suyu hürmetine yaratıldığına olan temelsiz inanç (Levlâke levlâke lema halaktu’l-eflâk) üzerine yapılan yorumlar dikkate değerdir. Bu sebepledir ki evrenin kendisi yüzü suyu hürmetine yaratıldığı inanılan Hz. Peygamber’in boyu-posu, gözü-kaşı, eli-kolu, saçı-kaşı, dişi-başı, idrarı-dışkısı, teri-teni gibi dini bakımdan değeri ve anlamı olmayan hususlarda akla almaz yorumlara harcanan zihni enerjinin binde biri bile İslam nazarında evrenin anlamı ve değeri konusuna harcanmamıştır.
Pozitivizmin yükselen değer olduğu bir dönemde bu gibi – bir anlamda savunmacı – yaklaşımları bir ölçüde anlamak ve mazur görmek mümkün olsa da izafiyet/görecelilik teorisinden sonra ve bu teori uyarınca pozitif bilimlerin hakikatin tek ölçüsü olma iddiasından geri adım atmasına rağmen bu durumun sürdürülmesini izah etmek oldukça zordur. Zararın/hatanın neresinden dönülse kârdır denilerek, en azından gelecekte bir “gelecek teolojisi” inşası için şimdiden kolları sıvamak ve bu teolojinin bir parçası olarak İslami çağdaş bir kozmogoni geliştirmeyi gündeme almak gerektiği tereddütsüz ifade edilebilir.
İşte bu gelecek teolojisinin üzerine bina edileceği “İslami kozmogoni”yi, Kur’an’ın önemli kavramlarından olan “Sunnetullah” üzerine inşa etmek mümkün ve elverişli görünmektedir. Kısaca Allah’ın fizik evren için koyduğu değişmez kurallar ve düzen (kozmos) anlamı verilebilecek olan bu kavrama uyarınca, yeryüzünde insanoğlunun yaşayabilmesi için zorunlu olan bu düzeni muhafaza etmek ve yaşanmaz hale getirilmesini/bozulmasını (kaos) engellemek üzere Allah insanı kozmik bir görev (hilafet) ile görevlendirmiş bulunmaktadır. Zira yeryüzünde Allah’ın varlığını ve birliğini kabul eden müminler topluluğunun ve Tevhid geleneğinin son temsilcisi olan Müslümanların yeryüzünde varlıklarını sürdürmesi yeryüzünün yaşanabilir olmaya devam etmesine bağlıdır. Bir başka ifadeyle, dinin varlığı insanın varlığına, insanın varlığı ise gezegenin varlığına bağlıdır. Bu bakımdan dinin geleceğinin gezegenin geleceğine sıkı sıkıya bağlı olduğu ortadadır.
Bu açık mantıki gerçeğe rağmen Müslümanların gezegenin geleceği konusunda son derece ilgisiz ve sorumsuz bir tavır takınmalarını izah etmek elbette mümkün değildir. Bu öldürücü hatanın muhtemel sebeplerinden birisi ise muhtemelen Müslümanların Allah tasavvurunda yatmaktadır. Zira bilhassa Sünni telakkiye göre Allah kadir-i mutlak olup, kainatın da Kur’an’ın da dinin de sahibidir, bunları koruyacak olan O’dur. Böyle olunca da insanların/Müslümanların gezegenin geleceği konusunda endişelenmelerine de gerek kalmamakta, bu da çevre ve ekoloji meselelerine karşı ilgisizliği arttırmaktadır. Halbuki bu durumun daha farklı bir şekilde ele alınması da mümkündür. Zira Allah’ın kadir-i mutlak olması insana gezegeni geleceği konusunda sorumluluk yüklemesine mani değildir. Nitekim Kur’an’daki ifadesiyle yerlere göklere teklif edilip kabul edilmeyen,ama insanoğlunun yüklenmeyi kabul ettiği görev (hilafet) de tam olarak bu “kozmik hilafet”tir. Bu kozmik hilafetin anlamı ise gezegeni mükemmel bir şekilde yaratıp insanların istifadesine bahşeden Allah’a bu gezegeni bozmadan ya da daha iyi bir durumda yaratıcısına iade etmek demektir.
İSLAMI NASSLARDAN İBARET ZANNETME YANILGISI YA DA NASSLARA AŞIRI DÜŞKÜNLÜK :
Ancak kainata, gezegenimize, insanlığa, tabiata, tarihe, ekolojik dengelere, ekonomiye, siyasete, sanata, bilime, kültüre dair genel bir bakış açısı anlamında çağdaş bir İslami dünya görüşü tesisi konusunda İslam dünyası gerekli çalışmaları yapma arzu ve iradesini, planlı ve koordineli bir biçimde hedefine doğru ilerleme kararlılığını ne yazık ki gösterememiştir. Bu isteksizliğin birçok sebebi olsa da, en önemlisi çağdaş İslam dünyasının İslam’ı büyük ölçüde dini nasslardan (Kur’an,tefsir,hadis,fıkıh,kelam kitapları v.s.) ibaret zannetmesidir. Üstelik bu dünyanın İslam tasavvuru geçmişi idealize edip, Müslümanların bakışlarını sürekli geçmişe çevirten, ama bugünün realitesini analiz etmede başarılı olamayan bir “tarihe kaçış” psikolojisinin de ağır baskısı altındadır. Bu sebepledir ki Müslümanların başlarını dini metinlerden kaldırıp bu gezegene ve insanlığa bakmayı akıl etmemeleri, bakışlarını dış dünyaya çevirememeleri, enerjilerini de bu dünyanın analizine yönlendirememeleri hiç de şaşırtıcı bir sonuç olmasa gerektir. Özetle İslam dünyası “ayet”leri sadece Kur’an ayetlerinden ibaret zannettikleri, ama aynı Kur’an’ın ısrarlı uyarılarına rağmen gezegen ve beşeriyet planındaki “ayet”leri (Fussılet,53: سنريهم آياتنا في الآفاق وفي أنفسهم ) göremedikleri için ne yazık ki gezegeni ve beşeriyeti nelerin beklediği konusunda ciddiye alınabilecek herhangi bir yaklaşımı ya da girişimi ortaya koyabilmiş değildir.
AYETLER KUR’AN AYETLERİNDEN İBARET DEĞİLDİR!
Dolayısıyla, çağdaş Müslümanların çevre problemleri ve ekolojik denge gibi konularda insanlığa fikir ve eylem planında katkı sunabilmesi için işe “ayet” kavramına dair ezberlerini bozmakla başlamaları gerekir. Aslında bunu yapabilmek için çok da fazla bir çaba harcamalarına bile gerek yoktur. Bütün yapmaları gereken İslam’a dair bilgi ve kültürlerini Kur’an’ın ışığında yeniden gözden geçirmekten ibarettir. Garaudy’nin tabiriyle “Kur’an’ı ölü gözlerle okumak” yerine onu diri gözlerle okuyarak kendi ezberlerlerimizi bozma cesaretini gösterebilmekten ibarettir. Bunu göze aldığımız takdirde Kur’an’ın kapsamlı ve derinlikli bir okuması sonunda ayetlerin sadece Kur’an’daki ayetlerden ibaret olmadığı açık seçik ortaya çıkacaktır. Yine açık seçik ortaya çıkacaktır ki, Allah’ın varlık ve birliğinin işaretleri, göstergeleri ve ipuçları anlamındaki her şey kelimenin tam anlamıyla birer “ayet”tir. Bu ayetler dış dünyada, gezegende ve evrende olduğu gibi, bizzat insanın kendisinde de mevcuttur. Bu Kur’anî yaklaşım uyarınca,tıpkı “Kur’an ayetleri” gibi “Kevnî ayetler” de aynı derecede saygıya layıktır. Yine bu yaklaşım uyarınca “Kur’an kitabı” ile “Kainat kitabı” arasından bir fark yoktur, ikisi de Allah’tandır, ikisi de “okunmayı” ve “anlaşılmayı” beklemektedir. Böyle olunca Kainatta ve gezegenimizde bizlerin istifadesine sunulmuş olan bu muazzam ve muhteşem sistem/kozmos, tıpkı Kur’an ayetleri gibi korunup gözetilmeyi de hak etmektedir. Bu düzene karşı çıkmak ve onu tahribe yönelmek ile Kur’an’daki ayetlerde ifadesini bulan emir ve yasaklara karşı çıkmak arasında fark yoktur. Allah’ın Kur’an’daki emirlerine karşı çıkmak nasıl büyük bir günah ise aynı şekilde kainatın/gezegenin ve düzeninin tahribine yönelik her adım da Allah’a isyan anlamında büyük bir günah, kadir bilmezlik, nankörlük ve küstahlıktır; tıpkı Allah yerine insanın ilahlaştırıldığı prometeci seküler Batı’da yapıldığı gibi! Bu nankör ve küstah anlayışa göre kainattaki her şeyin sahibi insandır ve bu mülkünde istediği gibi, hiçbir kural ve değer tanımadan tasarruf edebilir. İşte günümüzde mesela dünyanın 1/27 nüfusa sahip ABD’nin dünya toplam petrol üretiminin ¼ ünü tüketmesi, Ekvator ormanlarının kapitalist tüketim çılgınlığına kurban edilerek süratle yok edilmesi, kirlenmez denilen deniz, göl ve nehirlerin canlıların barınamayacağı sıvı mezarlara dönüşmesi, ozon tabakasının delinmesi pahasına kapitalist sanayinin üretmekten vazgeçmediği kimyasallar ve gazlar, küresel ısınma ve tabii kaynakların israf ve talanı, işte bu dinsiz/Allah’sız (Dini ve Allah’ın hayatın dışına sürgün edildiği) dünya görüşünün sonucudur. Kur’ânî dünya görüşünün tam tersine, bu dünya görüşünde kainat ve gezegen bir “ayet” değil, sadece tüketim nesnesidir; tabii kaynaklar da kıyamete kadar gelecek bütün nesillerin ortak malı değil, gününü yaşayan modern insanın bencillik, ihtiras ve arzularının tatmin aracıdır.
İşte Garaudy’nin bütün eserlerinde adeta davul çalarak ilan ettiği tehlike bu dünya görüşünün yeryüzünde egemen olması, buna karşı İslam Dünyasının ise alternatif bir “tabiat felsefesi” ya da “kozmogoni” ortaya koymaktan aciz bir durumda bulunmasıdır. Bunun da sebebinin “ayet”leri sadece Kur’an ayetlerinden ibaret zanneden sığ ve dar yaygın İslam tasavvurları ya da geçmişin en kötü örneklerini papağan gibi tekrarlamanın İslam olduğunu zanneden avami/popüler/taklitçi/gelenekçi yaklaşımlardır.
NASS’LARDAN VAKIA’YA (MİNE’N-NASS İLA’L-VÂKI’):
Bu sebepledir ki nasıl İslam’ın ilk asırlarında Müslümanların hayatın her alanında ve bilhassa ilimler alanında ortaya koydukları müthiş performans ve bu performansın yol açtığı medeniyet patlaması, büyük ölçüde Kur’an’dan ilhamını alan ilim adamlarının bakışlarını dini metinlerden dış dünyaya (tabiata, topluma, insana) çevirmesi sayesinde gerçekleşmişse, bugün de benzer adımların atılması acil ve zorunludur. Bugün İslam dünyasının ayet ve hadisleri yorumlamak, hatta bırakın yorumlamayı, tarihteki geçmiş yorumları papağan gibi tekrarlamak şeklindeki kolaycı İslam tasavvurunu süratle terk edip, hayatın içerisine dalması, dış dünyaya gözlerini açarak birey, toplum,ümmet ve beşeriyet ölçeğindeki bütün gelişmelere dair Müslümanca bir tutum belirlemesi ve buna uygun bir eylem planını hayata geçirmesi bir zorunluluktur.
ÇEVRECİ FAALİYETLERDEKİ CILIZ İSLAMİ KATKI
İslam Dünyasının çevre ve ekolojik problemler konusunda İslami açıdan bu derece cılız katkıların ötesine geçememesi bir yana; dünyada mevcut olan ve İslami değerlere de ters düşmeyen pek çok çabayı desteklemek suretiyle bir katkıda bulunmaktan da aciz olması anlaşılır gibi değildir. Nitekim dünyada çevre ve ekoloji konularında faaliyet gösteren pek çok kurum ve şahsiyet arasında parmakla gösterilen İslami kesimlerin veya şahsiyetlerin yok denecek kadar cılız olması bu durumun açık bir göstergesidir. Ülkemizde ise durum daha vahim olup, çevrecilik ve ekolojik problemler konusunda teorik ve uygulamalı çalışmalar alanda temayüz etmiş neredeyse tek bir İslami kuruluş ve şahsiyetin bulunmaması, tam anlamıyla bir skandaldır. Bu durum açıkça İslam Dünyasının ve İslam Ümmetinin, kendilerine emanet edilmiş ve sorumlu tutulmuş oldukları bu gezegene karşı görevlerini ihmal ettikleri, daha doğrusu adetleri olduğu üzere kendi sorumluluklarını Allah’a yıktıklarını gösterir ki, bunun Batı’nın nankörlük ve vurdumduymazlığından fazla bir farkı olmadığını itiraf etmek dürüstlüğün bir gereğidir.
KÜRESEL BİR PROJE OLARAK ÇEVRECİLİK
O halde önce bu konudaki başarısızlığımızı ve bu başarısızlığın sebebi olan bilgisizliğimiz, bilinçsizliğimiz ve sorumsuzluğumuz ile yüzleşerek ilk adımı atmakla işe başlayabiliriz. Ardından İslami bir “tabiat felsefesi” ve “kozmogoni” inşası için ilim ve fikir adamlarımızın kollarını gecikmeksizin sıvaması gerekir.
Bu iki adıma paralel olarak, gezegeni ve beşeriyeti yok oluşa götüren her türlü büyüme ve kalkınma modellerine karşı direnen ve alternatif geliştirmeye çalışan ve şu anda dünyada aktif olarak bu amaçla faaliyet gösteren küresel ölçekte bütün sivil-resmi, bireysel-kurumsal, İslami-gayr-ı İslami çabaların tespitinde ve onlarla yakın işbirliği içerisine girmekte geç kalmamak gerekir. Gezegeni ve beşeriyeti yok oluşa götüren her türlü gelişmeye karşı duran ve bu gidişatı değiştirmeye çabalayan bütün faaliyetler, ilkesel olarak İslami değerlere aykırı olmadığı için, bu alanda faaliyet gösteren kesimlerin Müslüman olmaları da şart değildir, çünkü gezegeni ve beşeriyeti yok oluşa götüren gelişmelerle mücadele sadece Müslümanların tek başlarına üstesinden gelebilecekleri bir şey değildir; bilakis “ÇAĞDAŞ HILFU’L-FUDÛL” perspektifinden yola çıkarak, dini, ideolojik, siyasi kimliği ne olursa olsun bütün kesimlerle işbirliği yapmak artık bir zorunluluk almıştır.
Bütün bu amaçlara ve hedeflere uygun bir çaba içerisine girebilmek için, elbette şu anda atalarımızdan, ana-babalarımızdan, hocalarımızdan, üstatlarımızdan, şeyhlerimizden, liderlerimizden devraldığımız ve çağın meydan okumalarına cevap verme kapasitesini yitirmiş İslam tasavvurlarımızla asla mümkün değildir. Keza ilmihallere ve namaz hocalarına dayalı bir Müslümanlık tasavvuruyla da bu mümkün değildir, zira bu tür eserlerde çevre problemlerinin izine rastlamak mümkün olmadığı gibi, İslami bir tabiat felsefesi ya da kozmogonisi de bu tür eserlerde mevcut değildir. Zira bizim Müslümanlığımızı belirleyen bilgilerin büyük çoğunluğu, Ortaçağda, Ortaçağ şartlarında ve Ortaçağın ihtiyaçlarına cevap vermek üzere üretilmiş bilgilerin hiçbir güncelleme yapılmaksızın kopyalanmasından ibarettir. Bu durumda yapılması gereken ise, henüz ilmihallere girememiş olan pek çok konu gibi, çevre ve ekoloji problemlerine dair İslami bir yaklaşım oluşturup, bunların ilmihallere kadar girmesini sağlamak, ayrıca eğitim-öğretim sistemine de bu yaklaşımın dahil edilmesini sağlamaktır.
Ne var ki bütün bunları yapabilmek için, daha doğrusu pek çok konuda olduğu gibi bu hayati konuda da hayata ve tarihe müdahil olabilmek için, yeni bir Müslümanlık inşasına ihtiyaç vardır. Aslında bu ihtiyaç bir asır önce allame Muhammed İkbal tarafından İslam’da Dini Düşüncenin Yeniden İnşası adlı eserinde dile getirilen bir şeydi. Dahası bu ihtiyaç onun çağdaşı olan pek çok ilim, fikir ve eylem adamının da dile getirdiği bir şeydi. Cemaluddin el-Afgani, Muhammed Abduh, Mehmed Akif, Musa Carullah, Rızaeddin b. Fahreddin, Malik b. Nebi, Ali Şeriati, Nureddin Topçu, İsmail Raci Faruki, Roger Garaudy, Aliya İzzetbegoviç, Hasan Hanefi, Sezai Karakoç gibi isimlerle günümüzde de varlığını sürdüren “Yenilikçi İslam Düşüncesi” damarının peşinde koştuğu bu yeniden inşa faaliyetleri ne yazık ki gerek resmi gerek sivil egemen “statükocu/ gelenekçi/ taklitçi/ dogmatik/ skolastik” İslami kesimler tarafından sürekli engellendiği ve baskılandığı için İslam Dünyasında etkili olamamıştır.
İşte gezegenin ve beşeriyetin geleceğini dert edinen bir İslami tasavvur inşası yolunda atılması gereken en önemli adım, Kur’an ve Sünnet merkezli, çağın meydan okumalarına cevap vermeyi hedefleyen, eleştirel İslami düşünce geleneğini takip eden, yeni yorumlara açık olan, İslami ilimlerle beşeri ve pozitif bilimlerin ortaklaşa çalıştığı disiplinler arası bir yaklaşımın İslam Dünyasında yaygınlaşmasını ve kitlelere ulaşmasını sağlamaktır. Bu amaca ulaşmak elbette kolay bir iş değildir. Bunun için şimdiden orta ve uzun vadeli projeler çerçevesinde ömrünü bu ideale vakfedecek ilim ve fikir erbabının yetişmesine yönelik ciddi adımlar atmak ve kurumlar tesis etmek şarttır.
Bu yazının, bu konuda bir bilinç oluşturmasına mütevazı bir katkı teşkil etmesi dua ve niyazıyla!!!