HAS Parti’nin Geleceği
HAS Parti’nin (Halkın Sesi Partisi) bu hafta yapılan il başkanları ve GİK toplantısı sonuçları ve genel başkanın açık tutumu, partinin bir şekilde sonlandırılıp AKP ’ye katılacağını kesinleştirmiştir. Sosyalist solda siyaset yapmaya çalışırken bu partinin kuruluşuna katılan biri olarak sürecin değerlendirmesi, benim için ‘hüzünlü’ bir sondan çok, farklı bir siyasal arayışın inşa edilişine dair sorunlar üzerine söz etmek olacaktır.
AKP hükümetleri, 1980’den bu yana uygulanan liberal/kapitalist politikaların ortaya çıkardığı yeni kentsel yoksulluk biçimlerine karşı daha önce olmayan sosyal destek programları ve asker/sivil vesayetçi eski iktidar güçlerinin simgesi olan ve bir dönem darbe aradıkları toplumun geniş kesimlerince kabul edilen güçlere karşı yürüttüğü mücadeleyle geniş toplumsal destek gördü. AKP hükümetleri, geniş dindar muhafazakâr kitlelerce ilk gerçek ‘Müslüman’ hükümetler olarak algılandı. Müslüman kimliği kamusal yaşamın dışında tutmaya çalışan laikçi, otoriter, vesayetçi iktidarlar dönemi bitmiş, ‘bizimkilerin’ iktidarı başlamıştı. Fakat ‘bizimkiler’ olarak algılanan ve esas olarak Milli Görüş geleneğinden gelen bu kadrolar, daha hükümet olmadan ‘bizimkiler’ olmaktan da çıkmaya başlamıştı.
Dünyadaki gelişmeler yanında, gerek Özal döneminden bu yana toplumda etkili olan ‘Yeni Liberal’ dalganın etkisi gerek Refah Partisi döneminde yaşanan yerel iktidarlar dönemi, ‘mücahitleri müteahhit’ olma yoluna çoktan sokmuş, ideallerle gerçekleşenler, alttakilerle üsttekiler arasındaki farklılık ortaya çıkmaya başlamış, ‘mahalle’ daha baştan bölünmeye yüz tutmuştu. Bu anlamıyla AKP hükümetleri dönemi, bu partinin yöneticileri tam tersine çalışsa da Türkiye ’de geleneksel olarak yaşam tarzı ve kimlikler üzerinden şekillenen siyasal taraf oluşların gerçek toplumsal sorunlar ve ortak değerler üzerinden yeniden tanımlanıp şekillenebileceği yeni bir toplumsal zemin için yeterli olmasa da gerekli şartların oluşmasını sağlamaya başlamıştı.
Gelenekselliği aşmak
HAS Parti kadroları esas olarak Milli Görüş partileri sürecinden geçmiş, AKP ’ye çeşitli nedenlerle katılmamış (veya katılamamış?) ama esas olarak Numan Kurtulmuş’a yakınlık duyan kesimlerden oluşmaktaydı. Bunun dışında katılanların da esas motivasyonu, Kurtulmuş isminin verdiği güvendi. Ancak Milli Görüş geleneğinden, diğer İslamcı hareket geleneklerinden ve soldan gelen azınlık bir kadro, parti kuruluş bildirgesi ve söylemi etrafında oluşmaya başlamış yeni bir siyasetin peşindeydi. Bu yeni siyasal arayış, İslami hareketten gelenlerce zaten gerçek adaleti vaat eden hak, hukuk, özgürlük ve sosyal adalet gibi İslama içkin ve ortak maruf/evrensel değerler üzerinden tanımlanmaktaydı.
Benim gibi az sayıdaki sosyalist gelenekten gelenler açısından ise bu, Türkiye ’de geleneksel kimlikler temelindeki bölünmeye dayanan klasik ‘sağ’–‘sol’ siyasetin etkisizleştirdiği ve gerçekte siyasal denklemin dışına ittiği sınıfların bu değerler etrafındaki ortak mücadelesine karşılıktı. Merkez sağ/ AKP ile CHP ’nin temsil ettiği egemen blok karşısında, halk güçlerine dayalı kitlesel bir siyasetin inşası. Bu arayışın ilkeleri de baştan 12 Eylül anayasası ve temel yasalarınca tanımlanan baskı rejimine karşılık millet/halk egemenliğine dayalı, Kurucu/ Anayasa Meclis(i) marifetiyle yapılacak yeni anayasal düzen, Kürt ve Alevi sorununda eşitlik ve adalet temelli gönüllü birliğe dayanan demokratik çözüm, vahşi kapitalist politikaların tasfiyesiyle kimsenin kula kulluk etmeye zorlanmayacağı sosyal adalet ve eşitliğe dayalı ekonomik/sosyal politikalar, NATO ve benzeri vesayetlerden kurtularak bölge ve diğer mazlum uluslarla dayanışmaya dayalı yeni bir küresel düzen arayışı olarak belirlenmişti.
Sürecin katı gerçekleri
HAS Parti, kuruluş bildirgesi ve söylemini esas alan bir siyasal hareket üzerine yükselmedi. Program yerine konan kuruluş bildirgesindeki fikirler ve parti söylemi de kurucu kadrolarca tartışılıp içselleştirilmiş değildi. Bu durum, aşılamaz bir sorun olmasa da ciddi potansiyel bir risk taşımaktaydı. Öte yandan diğer bir sorun da programda ortaya konan iddialı radikal çerçeveye rağmen sağ parti girişimlerinin birçoğunda olduğu gibi, HAS Parti’nin siyaset tarzı da hemen bir iktidar ve başbakan çıkaracak havasında yüksek beklentili bir yaklaşıma sahipti. Programının gerektirdiği uzun ve çileli yolda yürümeye başlayan, belki mütevazı ve fakat kararlı bir hareketten çok, yakında büyük hedeflere ulaşacak, iktidara yakın bir kitle partisi havası vardı. Parti, 2012 seçimlerinde parti içinden veya dışından pek çok kişinin beklentisinden düşük bir oy aldı. Seçim sonuçları, yönetici kadrolar da dahil olmak üzere, önemli bir kesimde travma etkisi yarattı. Partinin kapatılmasını ve siyasal platforma dönüştürülmesini savunan kadroların bir kısmı partiden ayrılırken, diğerleri çok umutlu olmasa da alınan ortak kararla yürümeye çalıştı. Fakat yüzde 0.7 oy almış bu partide, seçim sonrasında bile birçok il ve ilçe örgütü yöneticisinin partiye girmeye çalışan farklı kesimlerden insanları dışarı iten yaklaşımı, bize özellikle çevre teşkilatlardaki kadroların siyaset tarzı hakkında yeterli veri sunmaktadır. Aslında seçim sonucunda ortaya çıkan durum, birçok kişinin de kabul ettiği gerçeğe işaret etmekteydi: Parti, o zamana dek yürüttüğü tarzı sürdüremezdi. Gündeme gelen bir seçenek, benim de içinde bulunduğum bazı kişilerce dile getirilen ‘fizik olarak daha küçük’, mütevazı ama daha hareketli, belirsizlikleri aşıp daha net muhalefet yürüten, programatik ilkelerimize dayalı bir toplumsal hareket oluşturma yaklaşımydı. Evet, bu tarz siyaseti yürütecek kadro yetersizliği de vardı. Ama bu sorun, belki özellikle gençler ve söylemin giderek toplumda içinde yayılmasıyla yeni katılacak kadrolarla aşılabilirdi.
Parti eski tarzını sürdürdü, seçim öncesinde az da olsa var olan mali destekler kesilmişti (kış boyu merkez binada kaloriferler yanmadı), tabana dayalı finansman projeleri (cep telefonlarına dayalı toplanacak üye aidatları gibi), siyasal geleneğimizin bilinen sorunları nedeniyle başarısız oldu. Sonunda her ne kadar özveriyle çalışan birçok parti teşkilatının varlığı ve AKP içinde yaşanan ve muhtemelen 2013-2015 sürecinde artacak belirsizlikler ve hükümet uygulamalarına karşı artan hoşnutsuzluklar partiyi hafif de olsa beslemeye başlasa da parti yönetimi bu kararı verdi. Bu karar, üst yönetimin çoğunluğu için ilkeler siyasetinden ‘reel politik strateji’ye dönüş anlamını taşımaktadır. Buradaki ‘reellik’ içinde bence en tehlikeli olabilecek şey de Tayyip Erdoğan ’ın başvurduğu yeni bir cepheleşme siyasetinin güçlendirdiği ve zaten bölgesel nedenlerle giderek güçlenen kimlikler temelli siyaset ve mücadele zemininin yeni bir ivme kazanmasıdır.
Halk sınıflarının siyaseti
Kitlesel emek veya halk hareketleri hemen bütün ülkelerde, hele de bizim gibi gerek yaşam tarzı gerek dini/mezhebi, etnik çeşitliliğin olduğu ülkelerde, kültürel/kimlikler anlamında her zaman melez bir karakter taşımak durumundadır. Yaşam tarzı, inanç ve felsefi ideoloji dayatma ve dışlamalara dayalı anlayışlar, bir ‘örgüt’ veya kimliği esas alan siyasetler kursa da toplumsal yeniden kuruluş anlamında gerçek bir toplumsal alternatif oluşturmaz. Türkiye ’de yeni siyaset arayışının kökleri daha geçmişten izler taşısa da güncel olarak bazı İslami aydın çevrelerdeki tartışmalarda, Bekaroğlu ve arkadaşlarının 2007 seçimleri öncesi ‘Müslüman Sol’ diye basına yansıyan siyaset arayışında, HAS Parti kuruluş sürecindeki tartışmalarda, ‘Emek’ ve ‘Adalet’ gibi çevrelerde buluşan gençlerin bakışlarında, mülkiyet düzenini, sosyal adaleti İslami gözle esastan sorgulayan yeni nesil ilahiyatçılarda, 1 Mayıs ’ta ortaya çıkan yeni yürüyüş kollarında, kimlik/ideoloji temelli sözde sendikal konfederasyonlardan ayrılarak ezber bozucu yeni bir dille adalet arayan emekçilerin yürüyüşünde ve tabii ki bu gelişmeleri klişeleşmiş önyargıları yıkarak dikkate alan sınırsız özveriyle yıllarca mücadele eden sosyalist çevrelerin bakış açılarında saklı sanırım. ‘Halkın Sesi’nin susmasına razı olmayanlar, bu mücadeleyi sürdürmeye kararlı.
Başbakan “Dindar bir nesil yetiştireceğiz” diyordu. Bu devletin görevi değil tabii ama bu parti sürecinde bazı dindarlar gördüm ve bir sosyalist olarak Başbakan’a içimden cevap verdim: “Ah keşke!”
Kurtulmuş, bir konuşmasında son yıllarda kendisini en çok heyecanlandıran sosyal olayın, ABD ’de ‘yüzde 1’e karşı yüzde 99’un işgal eylemleri olduğunu söylemişti. Bizler heyecanlı kalmaya devam edeceğiz.
Kaynak: Radikal