Sırrı Süreyya Önder – Gezi’deki dış mihrak nihayet bulundu! “Başına döndüğüm kurban olduğum”
Arkadaşımız İlker Cörüt’ün Barış Ünlü’nün Türklük Sözleşmesi adlı kitabına/tezine eleştiri mahiyeti taşıyan uzun ve nitelikli bir yazısını yayınlamıştık. Türklük Sözleşmesi üzerine tartışmalar devam ettiğinden ve Türklük mefhumunun hala tartışılması ve yerlilik tartışmalarında değdiği noktanın hak ettiği düzeyde oturmamış olması nedeniyle bu anlamda yazılara ve iktibaslara daha fazla yer vermeyi düşünüyoruz. Bu bağlamda Gezi’nin 5. yılı vesilesiyle Sırrı Süreyya Önder’in 27.05.18 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Pazar ekinde çıkan önemli yazısını ilginize sunmak isteriz.
Gezi’deki dış mihrak nihayet bulundu! “Başına döndüğüm kurban olduğum”
Yazının başlığına bakan birçok okur, iyi bilinen bir halk türküsünün ilk mısralarını görünce devam edecektir;
“Başına döndüğüm kurban olduğum
Ağlar dolanıram yar deyu deyu”
Türkü böyle ama mesele böyle değil!
Mesele çokça Türklükle ilgili ama sözleşmesiz olanından. Yani Türklüğü devletçilik ya da başka bir halka düşmanlık sananlar bu Türklüğün kapsamına girmemektedir.
Anadolu-Mezopotamya deyimleri arasında sıkça duymuşsunuzdur; “Başına dolanayım”, “Kadanı alayım”, “Kurbanın olayım” denir. Bu sözler türkülerimize ve toprağımıza Azerbeycan’dan gelip konuk olmuştur. Peki orada nasıl yeşermiştir diye baktığımızda karşımıza çıkan şey Şaman-Göktürk inancıdır. Şaman deyip geçmeyin! Müslüman Türk’ün hikayesi kabaca 1300 yıllık bir geçmişe sahipken Şaman’ın tarihi yaklaşık 4000 yıla dayanmaktadır. Yani bugün Anadolu İslamı denilerek güzellemesi yapılan ritüel ve yaklaşımlar, aslında Şamanist Türklüğün İslamı kendine benzetme inadıdır.
Halen mübarek bayramları tebrik etmek yerine “kutlamak” da mesela bunun en basit yansımalarındandır.
Ağacın altında yaratıldı insan
Türk Şamanist inancında, bir hastayı ölümden kurtarmak ancak başka bir canın feda edilmesiyle mümkündür. “Kurbanın olayım” dediğinizde “senin derdin bana geçsin” demiş olurdunuz. Kırgızlarda anlatılır, Babür Şah’ın oğlu Muhammet Hümayun hastalanır. Babür Şah onu başı etrafında üç kez dolandırır ve “Ne derdi varsa ben üstüme aldım” der. Bunun ardından, Babür Şah hastalanır, oğlu iyileşir. Yine bu mitolojik bağlam içinde mesela Deli Dumrul’un ölümden kurtulması için Azrail onun yerine kurban olacak başka birini bulmasını ister. Efsaneye göre anası ve babası kabul etmezler ona kurban olmayı. Düz okumalar bunu bencillik sayabilir, değildir. Yalnızca genç çocuk doğurabilen ve ekin ekip biçebilen bir varlığın kurban olması mitolojik anlamsallık taşıyabilir, o yüzden…
Türk etnik-kültürel geleneğinde ağaç miti en temel motiflerdendir. Bu düşünceye göre ilk insan dokuz budaklı bir ağacın altında yaratılmıştır. Dünya Ağacı ya da Şaman Ağacı, dünyanın tam ortasında yükselir, kökleri yerin yedi kat altına iner, dalları ise dünya dağının zirvesine ‘göğ’e ulaşır. Böylece dünya katının her üç katını birbirine bağlar. Tanrısaldır, tanrının ilahi vasıflarını taşır. Öte dünyada bir yerlerde, her yaprağı bu dünyadaki bir insana ait olan bir ağaç vardır. O insan o ağaçtaki yaprağı sararıp düştüğünde ölür.
Gezi İsyanının Kökü
5 yıl geçti. Çapsız ve feraseti kıt iktidar yanlıları, sürekli bu isyana bir dış mihrak bulmaya çalışıyorlar. Ben bu mihrakı Oğuzca söyleyeyim de rahat etsinler!..
Dünya topyekun bir Can’dır (Ekosistem). Bir yerine kötü niyetle zarar vermek için iliştiğinizde her yerine zarar vermiş olursunuz. Türklük vaktiyle bu Can’a hoyratça yaklaştığı için anayurtlarında hayat damarları kurumuş ve soluğu Anadolu’da almıştı. (Demirden dağlar-Ergenekon-kuraklık) Yani “Su akar, Türk bakar” lafı Türk’ün andavallı oluşunu anlatmaz. Genetik mirasına işleyen “Suya, ağaca, canlıya, canlıya hoyratça ilişme, zarar verme, helak olursun!” kavrayışını anlatır. İşte siz azgın ve kara iştahınızla bu toprakların derelerine, ağaçlarına, canlarına yöneldiğinizde “Kürt Düşmanlığı” çözüm süreci molasında olduğundan Türk’ün aklı berraktı. Tarihsel hafızasını tetiklediniz. Can gidecekti, hayat ağacı kuruyacaktı. Kurtarmak için gençler çıktı meydana. “Başına döndüler, kurban oldular” Derdimizi kadamızı üstlerine aldılar. Can verdiler, ‘Can’ı kurtardılar. Dedem Korkut göklerde bir yerde uzun zamandır bir yiğitlik göstermediği için ad koyamadan, bir adı hak edemeden yaşlanıp giden torunlarına işte o gün ‘Ad’ koydu. Berkin dedi, Ali İsmail dedi, Abdullah dedi, Ethem dedi Mustafa dedi, İrfan dedi, Selim dedi, Zeynep dedi, Ahmet dedi, Serdar dedi. Mehmet dedi… Son ismi söylemeden önce yutkundu, Medeni dedi.
Gökten üç elma düşmedi belki ama yoldadır. Bu mihrakın kökü dışarıda, Orta Asya steplerinden Ortadoğu çöllerine kadar uçsuz bucaksız bir tufan coğrafyasındadır. Ama dalları içimizde, canımızın çekirdeğinde, tarihi ve toplumsal mirasımızdadır!..
Bize aldığımız nefesin, gölgelendiğimiz ağacın, içtiğimiz suyun ve onurumuzun hatırı için kurban olup kadamızı alanların aziz hatıralarına saygıyla…
‘”Ezel bahar yaz ayları misali
Çağlar dolanıram yar deyu deyu”