Filiz Gazi – ‘Tekstilde çalışan Kürt kız’ item’leri anlatıyor
Esenler, Bağcılar, Yenikapı, Zeytinburnu gibi küçük tekstil atölyelerinin yoğun olduğu bölgelerde sabahın erken saatlerinde genç kadınların yollara düştüğünü görürüz. Henüz uykusunu alamamış bu genç kadınlar gözlerini ovuşturarak kendilerini 10-11 saat sürecek olan mesaiye hazırlarlar. Bu atölyelerin yakınlarında bulunan pideciler, börekçiler ise sınırlı molalarında dinlendikleri, yemek yedikleri yerler. Tüm gün kulaklarında radyoda çalan şarkılar, türküler, sık sık araya giren bal, sağlık ürünü reklamları; makineden makineye usta başlarından kaçamak yaptıkları sohbetlerle emeklerini ortaya koyan bu kadınlar, yazıda bahsi geçen “tekstilde çalışan Kürt kız itemleri”nden çok daha fazlası.
Gazete Duvar muhabiri Filiz Gazi bu hikayeleri kadınların kendisinden dinliyor. Arkadaşımız Alpkan Birelma’nın görüşlerine yer veren bu haberi ilginize sunuyor, küçük atölyelerde kadınların verdikleri emek mücadelesini saygıyla selamlıyoruz.
‘Tekstilde çalışan Kürt kız’ item’leri anlatıyor
Bahar Başkurt, “Kimsenin hayali burada çalışmak olamaz” diyor. Reyhan Kaya, “İki evimiz vardı. İkisi de yıkıldı. Bomba attılar ya o zaman yandı evimiz, kül oldu gitti” diyor. “Tekstilde çalışan Kürt kız itemleri” başlıklı görseli ikisi de sevmemiş. “Eğer bizleri anlasalardı, böyle aşağılayamazlardı” diyorlar.
DUVAR – Zeytinburnu’da bir konfeksiyon atölyesi önündeyim. Hava çöl sıcağından hallice. Girdiğim binanın her katı konfeksiyon atölyesi. Yığın yığın kağıt parçalarını aşarak merdivenleri çıkıyorum. Üçüncü kata geliyorum.
Haziran ortalarında sosyal medyada bir tweet atıldı. “Tekstilde çalışan Kürt kız item’leri” başlıklı görselde kimi kıyafetler gösteriliyordu. Kot etek, beyaz tişört vs… Adına mizah denilirse eğer niçin bu üslupla bir şeye ihtiyaç duyulmuştu? Eleştirenler oldu, “bunda alınacak bir şey yok” diyenler de.
O görsel aklımda. Biraz da bu yüzden bilhassa kadınlarla konuşmak istiyorum. Süremiz az. 45 dakikalık öğlen paydosları bittiği an işlerinin başına dönecekler. Odada çalışan bir vantilatör var. Aradaki cam bölmeden makinelerin olduğu yere bakıyorum. Çalışılan yerde klima yok. Camlar ise güneşi kesmesi için filmle kaplanmış. Çalışanların gün boyu dünyayla temasları sadece makinelerin üzerindeki kumaş parçalarıyla sınırlı.
Konuşacağımız odaya buyur edildikten sonra kadınlar geliyor. Toplamda 25 çalışan var. İçeride ise 8-9 kişiyiz. Bazıları konuşmak istemediği için çıkıyor. Karşımdakiler ise daha çocuk denilebilecek yaştalar ve hiçbirinin sigortası yok. Ortalama maaşları ise 2 bin lira. Yine hemen hepsinin sabit durmaktan kaynaklı bel, boyun, bacak ağrıları var. Saatlerce makine pedalına basılı ayaklar buna neden.
Hemen hepsi her işi yapıyor. Overlok çektikleri de oluyor, reçme makinesine oturdukları da. Sohbet ettiğimiz odanın kapısı kapalı kalsa sanki daha rahat konuşacaklar. Hissettiğim şey, öncesinde uyarılmış oldukları. Aralarında yaşça en büyükleri ne amaçla geldiğimi soruyor. Onun durduğu yerin diğerlerinden farklı olduğu anlaşılıyor. Aslında hikayesinin başlangıcı aynı diğerleriyle benzer olsa da yıllar içerisinde durum kanıksanmış. Aralarda “Bizim patron iyi, iş yerimiz iyi” içerikli mesajlar veriyor ama bu konuda pek öyle hevesli destek görmüyor.
‘KENDİLERİNİ BİZİM YERİMİZE KOYMUYORLAR’
Bahar Başkurt, 20 yaşında. Ortaokul mezunu. Diyarbakır’dan gelmişler İstanbul’a. Yedi kardeşler. “Hayallerim yok” diyor. “İyi meslek sahibi olsaydım daha güzel olurdu. Hiç kimsenin hayali burada çalışmak olamaz ama şartlar böyle. Mecburum” diyor. 08:30 iş başı, 19:30 paydos olmak üzere 11 saat süren bir mesaisi var. “Arada paydoslar oluyor” diyor. Nasıl? Gün içerisindeki ilk paydosları 10:00’da, 15 dakika sürüyor. İkincisi 13:00’de, 45 dakika. Son olarak 16:00’da, 15 dakikalık bir molaları var. Yani 11 saatte 1 saat 15 dakika dinleniliyor.
Başkurt, overlokçu. “Maaşı kendime almıyorum. Aileme veriyorum” diyor. Sosyal medyada dönen “Tekstilde çalışan Kürt kız itemleri” başlıklı görselden haberdar. “Hem mesleği hem Kürt kadınlarını aşağılıyorlar. Belki bunu paylaşan insanların yaşam tarzı kültürü bizden çok farklı. Kendilerini bizim yerimize koyamıyorlar. Bizim gibi zorluk çekselerdi, bilselerdi belki de bu düşünceye sahip olmazlardı” diyor.
‘BAZI FEMİNİSTLER, FEMİNİZMİ ÇİĞNİYOR’
Reyhan Kaya, 18 yaşına yeni girmiş. Sekiz kardeşler. İkisi okuyor. Geri kalan kardeşler çalışıyor. “Sen kaçıncı çocuksun?” deyince sayıyor: “1, 2, 3… 5. Beşinci çocuk.” Mardin, Nusaybin’den iki yıl önce İstanbul’a gelmişler. Hendeklerin açıldığı dönemi kast ederek “olayların olduğu zamanlar geldik diyor. “İki evimiz vardı. İkisi de yıkıldı. Bomba falan attılar ya o zaman yandı evimiz, kül oldu gitti” diyor. Mardin’de ortaokulda okuyormuş. Başarılı olduğunu bilhassa belirtiyor. “Ailede tek okumak isteyen bendim. Çok seviyordum. Her sene başarı belgesi alıyordum” diyor fakat çatışmaların olduğu dönemde hevesi kaçmış. Neden? “İşte hevesim kaçtı nedense. Birden okumak istemedim” diyor. Kazandığı parayı o da ailesine veriyor. “Yetiyor mu?” diyorum. “Yetiyor galiba. Harçlığımı veriyorlar zaten. Benim tek yetmez. Diğer kardeşlerim de çalışıyor. Öyle idare ediyoruz” diyor. Elbiselerin kollarını takıyor, omuzları çatıyor yani parçaları birleştiriyor Kaya. Günde kaç parça diktiği hakkında bir fikri yok. Hayvanlardan korksa da hayali veteriner olmakmış. “Hem seviyorum hem korkuyorum” diyor. Ne yapıyor başka? “Sabah evden çıkıyorum. Akşam eve dönüyorum valla” diyerek anlatıyor ve ekliyor “Kim ister ki sabahtan akşama kadar çalışmayı?”
Mevzu bahis görselden onun da haberi var. “Ön yargı diyorum başka bir şey demiyorum. Onlar yaşasalardı böyle konuşamazlardı” diyor ve devam ediyor: “Bazı feministler var. Üzerinde feminist yazan tişörtlerden giyiyorlar. O tişörtleri Afrika’daki kadınlar çok az ücretle sabahtan akşama kadar çalışarak yapıyormuş ama feministler onu giyiyor. Feminizmi çiğniyorlar. Hepsi değil bazıları” diyor. Kaya, herkese öfkeli. Dünya kadar konuşacak mevzusu var.
‘HERKESLE KONUŞTUĞUM İÇİN AZ SIKILIYORUM’
Hacer Kurt, 14 yaşında. Dört yıl önce, Diyarbakır’dan İstanbul’a babasının borcunu ödeyebilmek maksadıyla gelmişler. Okul masrafları için yaz tatilleri çalışıyor. “Ortaya bakıyorum” diyor. Bazen de makineye oturuyormuş Ortaya bakmanın diğer adı “ayakçı.” Makinelerin etrafında dolaşan ve her bölüme yardım eden kişiye deniyor. Ana sınıfı öğretmeni olmak istiyormuş. Çalışırken sıkılıyor musun diye sorunca “Bazen sıkılıyorum ama herkesle konuştuğum için az sıkılıyorum” diyor. Ara sıra beli ağrıyormuş. Sürekli ayakta durduğu için.
Rule Cabu, 2014’te Suriye, Halep’ten Türkiye’ye kaçarak geldiklerini anlatıyor. Ailesinde kayıp yok. Türkçesi gayet iyi olsa da pek konuşmak istemiyor. Üç kardeşlermiş. Cabu ise kardeşlerin en büyüğü. “16 yaşına tam basmadım” diyor. İlkokul dördüncü sınıfa kadar okuyabilmiş. Aslında öğretmen olmak istiyormuş fakat şimdi de mutlu olduğunu dile getiriyor. “İyiyim şimdi, para kazanıyorum” diyor. O da diğerleri gibi kazandığı parayı ailesine veriyor.
Konuşurken içeriye bir beyefendi giriyor. Sonradan iş verenin arkadaşı olduğunu öğreniyorum. Sorduğum sorulara kadınlardan önce yanıt verdiği için konuşmayı kesiyorum. Diğer kadınlar mesaileri başladıkları için makinelerinin başlarına dönüyor. Müzik açılıyor, kısa süre sonra kapanıyor. Hangi arabesk şarkı çaldı yakalayamıyorum. Fotoğraflarını çekmek için çalıştıkları kısma geçiyorum. Kimilerinin yüzünü almadan. Vaktimiz olsa neler konuşacağız kim bilir. Kısık cümlelerle, göz temaslarıyla vedalaşıyoruz. Elbette ki uğurlama ya da güzel dilekleri dile getirmek için vakit yok.
‘PATRİARKAL DÜZENDEN SERMAYE FAYDALANIYOR’
31 Ocak 2018 tarihli, Resmi Gazete’ye göre Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bilgisi dahilinde 2018 Ocak ayı istatistiğine göre dokuma, hazır giyim ve deri olmak üzere toplamda tekstil ve benzer işlerde 1 milyon 40 bin 213 işçi çalışıyor. (İş kollarındaki işçi sayıları sendikaların üye sayılarına ilişkin) Enformel bilgiler ise bu sayının iki katı olduğunu varsayıyor.
Kadın Emeği ve İstihdamı Girişimi Platformu (KEİG) kadınların büyük oranda kayıt dışı çalıştığını söylüyor. 2014-2016 yılları içinde kayıt dışı çalışan kadın sayısı 1 milyon 334 binden, 1 milyon 432 bine çıkmış.
Konfeksiyon ya da tekstil atölyelerinde çalışan işçilerin iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili çalışmalarda yaşamsal risk başlıkları ise şöyle sıralanıyor:
Kesim motorları ve hızarlarında parmak kesilmesi, dikiş makinelerinde kırılan iğnelerin göze çarpması, çıt-çıt, perçin vb. aksesuar çakma makinelerinde parmak yaralanmaları, dikiş makinelerinde parmağa iğne batması, otomatik serim makinelerinin çalışanlara çarpması, ütü buhar kazanlarının patlaması şeklinde liste uzuyor.
Bunun yanında gürültü, yüksek ısı, yorucu çalışma duruşu, talebe bağlı olarak iş hızının arttırılması gibi iş ortamından kaynaklı yaşanılan sıkıntılar var. Kumaşların işlenmesinde kullanılan kimyasalların gün boyu deriye temas etmesi ise yıllar sonra sonucunu gösteren hastalıklara sebep oluyor. Mide kanseri gibi.
Konuyla ilgili konuştuğumuz, İletişim Yayınları’ndan çıkan “Ekmek ve Haysiyet Mücadelesi” kitabının yazarı Alpkan Birelma, muhafazakarlıktan ötürü olumsuz bir bakış olduğu için kadınların ağırlıklı olarak mahallelerdeki ufak atölyelerde çalışmayı tercih ettiklerini ya da oralarda çalışmak zorunda kaldıklarını anlatıyor. Enformel ilişkiler üzerinden, yani “tanıdıktır, onun yanında çalışsın” gibi nedenlerle bu atölyelerde çalıştırılan kadınların çok büyük bir bölümü ise sigortasız çalıştırılıyor.
Birelma, öte yandan şöyle bir algının varlığından bahsediyor: “Aman kızını, eşini konfeksiyona verme. O yerler kötüdür, gibi tacizin, laf atmanın olduğuna dair söylentiyle karışık bir bakış da vardır. Özellikle tecrübeli kadınlarla konuştuğunuzda daha büyük işletmelere gitmek isterler. Oradaki koşullar biraz daha iyi olduğu için ve bu tarz taciz hikayeleri biraz daha az olduğu için.”
Fakat Birelma yine muhafazakarlıktan kaynaklı, çalışanlar bekarsa annesinden, babasından izin alamadığı için, evliyse eşinin baskısından kurtulmak için uzak da olsa kadınların bu atölyelerde çalıştığını söylüyor. En nihayetinde Birelma, “Patriarkal düzenden sermeyenin faydalandığı bir durum söz konusu” diyor.
Komple bir binanın atölye olduğu örneklerin yanında, mahalle aralarında daha çok bodrum katlarında da atölyelerin olduğundan bahsediyor Birelma. Çalışanların profilini ise şöyle anlatıyor: “Aşağı yukarı 15-20 yıldır tekstilde çalışanların profili Kürtler ve yoksul Karadenizlilerdi. Şimdi buna hiyerarşik olarak en alttan Suriyeliler eklemlendi.”
Tüm bunlara ek olarak Birelma, bu konuştuğumuz küçük atölye iş verenlerinin çoğunun işçilikten gelme, yakın bir tarihte atölyeyi açmış ve muhtemelen en fazla 3-5 yıl sonra batacak ve tekrar işçiliğe dönecek kişiler olduğunu söylüyor ve şöyle devam ediyor:
“Normal olarak, dışarıdan bakınca ufak atölyelerdeki durum bizleri çok rahatsız ediyor fakat aslında o süreçlerden asıl kazananlar büyük firmalar ve markalar. Bunu da unutmamak lazım. Oradaki bütün çalışma koşullarının olumsuzluğunu işverenlere yıkmaktan ziyade aslında bunun bir fason sistemin sonucu olduğunu bilmek gerekir.”
“Biraz yukarıdan bakınca o küçük işverenin de ezildiğini görebiliriz büyük firmalar karşısında. Büyük markalar işte biz işçinin tazminatı, masrafı, denetlenmesiyle gibi şeylerle uğraşmayalım, diyor ve fason şirketler korkunç bir şekilde birbirleriyle rekabete giriyorlar. Böylece hakikaten bir cangıl oluşuyor. Bu hiyerarşiyi atlamamak gerekir” diyerek anlatıyor.