Erbay Yücak: “Kentsel dönüşüm, risklere değil inşaat sermayesinin çıkarlarına göre yürütülüyor”
MAZLUMDER İstanbul Şubesi Cumartesi Seminerleri’nde bu hafta MAZLUMDER İstanbul Şubesi Kentsel Dönüşüm Komisyonu tarafından organize edilen “Kentsel Dönüşümde Mağdurlar ve Hak Mücadelesi” semineri gerçekleştirildi.
Adalet Arayan Mahalleler/BİRUMUT’un gönüllü hukukçularından Erbay Yücak tarafından verilen seminerde kentleşme süreçlerinde yaşananlar, mağduriyet örnekleri üzerinden hukuki açıdan değerlendirildi.
Erbay Yücak, kentin merkezinde yaşayan insanların dışa doğru “kentsel dönüşüm” adı altında sürülmesi meselesinin yeni bir mesele olmadığını ancak son 10 yılda katlanarak arttığını söyleyerek başladığı konuşmasına şöyle devam etti: “Vatandaş için kirada olmama, bir ev sahibi olma çok önemli, ancak devlet de bu ihtiyacı karşılayacak bir politika geliştirmemiş. Sanayileşme ile birlikte Anadolu’dan büyük şehirlere göç teşvik edilmiş ancak konut meselesine kaynak ayırmadıkları için vatandaş kendi birikimleri ile konut edinmiş. Bu süreçte devlet bir sıkıntı çıkarmamış, yapılaşmalar denetim altına alınmamış, göçü sağlamak adına imar kanununa, planlamaya vs. bağlı kalınmamış. Yani devlet vatandaşa yol vermiş. Bugünkü sorunlar 1960’larda çıkan 775 sayılı kanunun sunduğu araçlarla kolaylaştırabilirdi. O kanunun izinden gidilse bugün kentsel dönüşüm sıkıntısı kalmayacak. Bu kanunla o dönemde arsa tahsisi, teknik yardım, proje yardımı öngörülmüş. Kanunun esas çizgisi de dar gelirliler. Yani aslında bugün yıkılmak istenen mahallelerin kurulmasının bir yasal mevzuat tabanı var ama bunu sürdürmek konusunda hükümetler sıkıntı çıkarmışlar. Tabi sadece dar gelirliler değil bazı sermaye sahipleri de bu aşamada geleceği öngörerek bazı yapılar yapmış, mesela Beykoz Konakları. Boğaziçi’nde denize sıfır gecekondu görmezsiniz ama denize sıfır, kıyı kanununu ihlal eden villa tipi evler görürsünüz. Bu noktada yanlış bir algı var; Kaçak, ruhsatsız yapı, izinsiz yerleşim deyince hep dar gelirlilerin yaşadığı yerler, gecekondular akla gelir. Halbuki Koç Üniversitesi de böyle bir yapıdır; ruhsatsız, yasal zemini olmayan bir yerdir. Dar gelirlilerin yaşadığı bu alanlar ise her seçim döneminde bazı vaatlerle kullanılmış; ‘Size tapu vereceğiz’ gibi. 1985’te çıkan 2981 sayılı kanun bu tür mahalleler, yerleşimler için önemli bir kanundur. Ama eğer herhangi bir şey yapılmazsa bu kanun Mayıs ayında kalkacak ve bu mahallelerin haklarını savunurken başvurdukları en önemli kanun hukuki bir araç olmaktan çıkacak. Bütün geçen süreçte de kimse vatandaşı şuna teşvik etmemiş; ‘Bak bu kanun sana şu hakkı veriyor. Bu hakla birlikte organize olun, yasal yerleşim haklarınızı güvenceye kavuşturalım.’ Öyle bir şey olmuş ki, memleketin, dünyanın bütün meselelerine dair solcusu sağcısı fikir beyan edip çözüm üretirken kendi yanı başlarındaki insanların sıkıntılarına karşı kayıtsız kalmışlar, bir çözüm üretilmemiş.”
İlk zamanlar gecekondularda, çocukların büyüyüp evlenmesi ve akrabaların da büyük şehre gelmesi sonucu kat çıkılması ile ilerleyen yerleşmenin, 80 sonrası dar gelirlilere arsa tahsisi ve diğer süreçlerle oluşan toplu konutlarla devam ettiğini ifade eden Yücak, “Şehir merkezinin genişlemesiyle, eskiden çeperken merkezileşen yerler oldu ve vatandaşa ‘Burada bu kadar oturduğun artık yeter’ denmeye başlandı. Çünkü bu yerler artık çok yüksek rantlar getiren yerler oldu ve bundan rant elde edebilecek kesimler ‘Neden bu kadar az katlı yapılar olsun ve bu kadar geniş park alanları olsun’ diyerek dikey yapılaşmayla binaların kat sayısı artırıyorlar. Vatandaşın da şöyle düşünmesi sağlanıyor: ‘Benim yerim kıymetlendi, bana belediyeden bir teklif geldi’. Belediye de ‘Sen şimdi bu daireyi satmak istesen 150 bine satamazsın ama bu projeyi gerçekleştirirince buradan hak sahibi olacağın daireyi 400 bine satarsın.’ diyor. O kişi orda yaşar mı yaşamaz mı, yaşantısını nerede sürdürür, bunlar düşünülmeden bir kıyas yapılıyor. Bu teklifi de çeşitli yasal uygulamalarla destekliyorlar. Bu bazen plan tadilatı oluyor, bazen riskli alan gösterilerek oluyor.” İnsanların talep, sıkıntı ve kaygılarının bu süreçte hesaba katılmadan, yaşadıkları mekana ilişkin güvenceleri yok edilerek, hukuki itiraz süreçlerinin işletilmesi engellenerek, geleceklerine ve konutlarına ilişkin bilgilenme imkanları ihlal edilerek mekanın dönüştürüldüğünü anlatan Yücak, dönüştürülmek istenen mekanda yerleşik olan insanların öncelikli söz hakkı sahibi olması gerektiğini vurguladı. Erbay Yücak bu nedenle geleceklerine dair kaygı duyan mahallelilerin kendi hayatlarını korumak yönünde ortak iradelerinin güçlendirilmesine destek olmak gerektiğini vurgulayarak, “Vatandaşla temasımız tam bu durumlar ortaya çıktığında gelişiyor. Ya onlar bize geliyor ya da biz onlara gidip ‘Başınızda böyle bir olay var, buna dair bir şey yapmayı düşünüyor musunuz?’ diyoruz. Tabi vatandaşın o tehlikeyi idrak etmesi, yanındaki komşusuna anlatması, onun ona inanması ve ikna olması biraz zaman alıyor. Çünkü karşı tarafta da çok aktif çalışan kamu kurumları var. Arada onlarla görüşen çoğunlukla bir müteahhit olmadığı için işin rant boyutunu ve güvencesizliği çoğu zaman anlayamıyor. Vatandaş ise kamu kurumlarından, çalışanlarından müteahhitten beklediği hileyi beklemiyor tabi ki. Bu durumda, oradaki kamu kurumuna karşı bir şey söylendiğinde, o kurum temsilcisi ya da idareci de dönüp diyor ki; ‘Onlar zaten bizi sevmez, o yüzden böyle diyorlar’. Bu şekilde mahallede bizzat yaşayan insanlarla bir müzakerenin imkanı yok ediliyor. Vatandaş kamu kurumuna karşı çıkma noktasında cesaretli olamıyor, hakkını savunamıyor, çünkü kendisini onun karşısında güçsüz hissediyor. Bu durumda insanlar geleceklerine dair ciddi şekilde tedirgin olduklarında ancak bazı dernekler kurulabiliyor ya da mağdurlar organizasyonlar kuruyor ve haklarını birlikte arıyorlar. Biz de bu ortaklıklara destek vermeye çalışıyoruz.” dedi.
Erbay Yücak konuşmasının devamında mağdur mahallelilere verilebilecek destekten ve hukuk mücadelesinden bahsederek belediyelerin riskli alan adı altında kentsel dönüşüme soktuğu yerleri risk derecesine göre değil, inşaat sermayesi sektörünün çıkarlarına göre belirlediğini ifade etti. Yücak, “Tabi ki gerçekten riskli alan olduğu için tahliye edilmesi istenen bölgeler de var ve bu durumda dönüşüme itiraz etmenin bir manası yok, ancak bu noktada başka bir hukuki süreç başlıyor; Riskli alan ilanıyla sürecin nasıl işleyeceği, mağduriyet üretilmeden alanın nasıl yeniden kurulacağı, insanların hayatlarının nasıl değişeceği bizzat mahallelilerle müzakereye açık olmalı ve orada yaşayan insanların ihtiyaçları gözetilerek şeffaf yürütülmeli. Bu durumda da inşaat sermayesinin çıkarlarına göre karar verilmesi, dönüşümün yürütülmesi meşru görülemez” dedi. Bir mahallede yaşayan ve günlük hayatını sürdüren insanların tek başına hak ihlalleri zincirinin tamamını göremeyeceğini belirten Yücak, bu noktada hak savunucu organizasyonların bu süreçleri raporlandırması, belgelendirmesi ve bu şekilde hakkını savunmak isteyen mağdurlara destek olunması, idarecileri mahalleli ile müzakereye zorlayacak çalışmalar yapılması gerektiğini belirtti.
Seminer, mağdurların sorunlarını paylaşması ve katılımcıların soruları ile son buldu.
MAZLUMDER İstanbul Şubesi Basın Bürosu