Pınar Öğünç – Emniyet-Sen’in Gözünden 1 Mayıs

9 Responses

  1. mustafa emin dedi ki:

    polislerin “halk çocuğu” olduğuna pek kani olmasam da, ciddi emek istismarına maruz kaldıkları bir gerçek. yasa adına eline silah alan, şiddet aygını tekeline alan, işkence yapan, öldüren insanlar. belki de ulrikenin dediği gibi başka türlü çağırmalı onları. sendikalaşsalar, emeklerinin hakkını arasalar, insanlaşırlar mı emin değiliz. ama yine de onlara duyduğumuz öfke, adil davranmamıza engel değil. emeklerinin hakkını alsınlar, biz başka türlü hesaplaşırız.

  2. alp dedi ki:

    “Soyutlamalar, yaşayan insanların yerini aldığında, hegemonyanın araçlarına dönüşebilir; hem de soyutlama yapanların iyi niyetinden ya da kurtuluş ülküsüne duydukları sempatiden bağımsız olarak.” (Arif Dirlik)

    Mustafa reis “polisler” diye bir şey yok. “Enteller”, “politikacılar” “işçiler” ya da “öğrenciler” diye bir şeyin olmadığı gibi. Çeviği var, trafiği var; asayişi var, cinayeti var. Üstü var astı var. Astın da astı, üstün de üstü var. Nurcusu var, ülkücüsü var; futbolcusu var, demokratı var. Alisi var Velisi var. Arkadaşımın sevgilisi Muhammet var, çok has bir adam. Oradan oraya sürüp duruyorlar. İkitelli’den öğretmenlik okuyup da kadro bulamayınca polis olan Adnan var. Benim uzak akraba, babası polis okuluna verdi diye polis olan Nusret var. “Tamamen hayal ürünü” olsa da hayali cihana bedel Behzat amirim var. Yani senin dediğin gibi polisler var olmasına var, sayıları da hiç az değil, ama olmayanları zorla kendimize düşman bellemeye, düşman etmeye gerek yok. Bu zaten sistemin sahiplerinin istediği şey. Bizi geçen tartaklayan iki saat burun buruna olduğumuz gençlerin çoğu hallerinden hiç de memnun gibi gelmediler bana. Velhasıl zulüm ile abad olanların hadlerini bildirmek için elimizden geleni ardımıza koymayalım, ama yaş-kuru ve yapı-özne diyalektiğini ıskalayıp faturayı yanlış adreslere de kesmeyelim. Biz kapıyı sonuna kadar açık tutalım, burası Halil İbrahim sofrası.

    • Başkan güzel demişin de madem bunun farkındasın; niye biz bazen halk diye bir şey varmış gibi konuşuyoruz ya da davranıyoruz. Yani şunu söyleyen bir insanın hem halkçılık söyleminin hem de onun benzer bir üretimi olan popülizm söyleminin karşısında olması gerekmez mi; halk, toplum gibi muhayyel kavramlar üzerinden siyaset yapmaya çalışmak çok sakat; halk Trabzon’da 5 tayatlıyı linç etmeye çalışan 5000 insan, halk televizyondaki görüntüleri izlerken polis şiddetine maruz kalmış insanlara tekrardan küfreden insan… Sosyal bilimlerde de everything is social cümlesiyle artık dalga geçiliyor. Neyse böyle işte:)

      • alp dedi ki:

        abi eyvallah. fii tarihinde bir konuşmuştuk halkçılığı da notları atılmamıştı, bak buradan filiz başkana taş atayım. halk diye bir şey yok zaten, halk diye bir şey olduğu için halkçı değilim ben mesela, konuşmuştuk bunu. bir grup insanı, oldukça büyük bir çoğunluğu “halklaştıran”, “ayaklaştıran” (ayak-baş muhabbeti) ekonomik ve kültürel sermayeden yoksunlaştıran, “orada bir köy var çok uzakta” mertebesine indiren, bir iktisadi düzen ve onun kültürel hegemonyası var. öyle bir düzenek ki hem milletin önemli bir bölümünü cahil ve yoksul bırakıyor, sonra da siz cahilsiniz, beceriksizsiniz o yüzden yoksulsunuz diyor. bu spesifik ve hegemonik söyleme karşı uyanık olmak, bu söylemin etkisi altında kalmamak için “halkçı” ya da daha iyi bir isim bulunabilirse o olmalıyız bence. çünkü sisteme karşı olanlar da bu hegemonik söylemden çokça etkilenebiliyorlar. solcuysa, kendisini en doğru sınıf bilincini kuşanmış entellektüel, işçi sınıfını da bilinç götürülecek bir tabula rasa olarak görebiliyor. islamcıysa, kendisini islamı en doğru şekilde kavramış alim, avamı da bu islamla aydınlatılacak cahil ve gelenekçi bir yığın olarak görebiliyor. Bu yaklaşımlar süreci de, verilecek hayrı da daha başlamadan bitiriyor. Sonrası ya patinaj ya da adaletin değil o spesifik grubun/görüşün iktidara yürüyüşünün hikayesi oluyor. halkçılık bu anlamda bir düstür. iktisadi, kültürel, siyasal sermayenin/iktidarın mümkün mertebe dağıtılması, yayılması; adalete, doğruya, hakka doğru giderken, bu kritik ilke es geçilmeden, beraberce, istişareyle, herkesin sürecin bir yerine yapacağı çok özgün ve kıymetli bir katkısının olacağı görgüsüyle yapılması. Kurtuluş yolunda ilerlerken bireysel, grupsal her türlü çıkardan (ille maddi değil, kültürel ve sembolik), kibirden, sembolik mevkiden, dışa biraz olsun kapalı bir cemaatçilikten zinhar uzak olunması. uzattım ama konu önemli diye. velhasıl halkçılık bir yöntemin adı, yoksa halk güzellemesinin değil. ha ama “halk” bunca küçümseniyor, hor görülüyorken, övülürken bile bıyık altından veya kapalı kapılar ardında makarası yapılıyorken taktiksel olarak arada “halk” güzellemesi yapılabilir ki bunca yamulan çubuk ortada bir yere gelebilsin. şunu diyebiliriz ve demeliyiz bence: “hayır, halk -en az seçkinler kadar- yer yüzünde iyiyi, güzeli, ahlakı temsil eden her ne varsa onun inşasında pay sahibidir. cahilin, bencilin, ahlaksızın, şerefsizin halk arasındaki oranı, bu tiplerin elitler arasındaki oranından daha çok değildir, daha az bile olması da muhtemeldir. zenginliğin yozlaştırıcılığı, yoksulluğun yozlaştırıcılığından çoğu zaman daha pis olur. “bizim taraf” epey daha kalabalık olduğu için oranlar aynı olsa da, çürüklerimiz daha çok görünüyor. elitlerin tepe tepe kullandıkları mevzu, hile bu. aga hakkını helal et, bu mevzuda bişi karalasam diyordum zaten, vesile oldu, allah razı olsun. inşallah buradan tartışırız da hem yanlışlarımı, muhtemel taşkınlıklarımı düzeltirim, hem de mevzuyu farklı yönlerden irdeleriz.

  3. mustafa emin dedi ki:

    alp polisin “polisler” oluşu, buradaki tüm tekillikler, öznellikler “kula kulluğu”, emre itaati, silah kullanmayı, adam öldürmeyi meşru kılmıyor. polislerin tek tek özneler oluşu, aygıtı olmayı kabul ettikleri sisteme dahil oluşlarını, onun bir uzantısı olarak şiddet yoluyla yasayı uygulamaya koyulmalarını makul kılmaz, bilakis buradaki failiyetlerini tartışmaya açar. “polisler” insan iseler, fiillerinin hesabını vermek bu gayrı-ahlaki varoluşu bize açıklamakla mükellefler.

    • alp dedi ki:

      dediklerine eyvallah, zaten nasıl karşı olunabilir ki. benim vurgum, senden farkım şu: yoksul ya da dar gelirli halk çocuklarının polisleşme hikayeleri, ihtimalleri sanki senin öngördüğünden, ima ettiğinden biraz daha farklı oluyor. bir kaç somut hikaye bildiğim, epey fazla sayıda da bu tip arkadaştan “acaba polisliğe başvursam mı?” lafzını işittiğim için biraz farklı görünüyor bana. yani bizim gibi orta sınıftan çocukların, gençlerin bir noktada anlayamayacakları kadar yakın ve eldeki alternatiflere göre güzel ya da ehveni şer görünen bir ihtimal polislik. yıllarca kpss sınavına hazırlanıp, giremeyen bir sürü insanın kafayı yediği bir memlekette yaşıyoruz. ve iptidai gözlemlerimden hareketle bana öyle geliyor ki polis olanların epey büyük bir çoğunluğu da isteyerek polis olmuyor. keşke bir araştırma yapılsa. bugün polis olanlara sorsak böyle çıkmaz, ama misal polislik sınavına girmek üzere olan gençlere sınav öncesinde sorulsa bana sonuç böyle çıkarmış gibi geliyor. velhasıl bu tarihsellikten ve sınıfsal arkaplandan bakınca biraz nüanslı bakmak gerek gibime geliyor. insanların yaptıkları tercihleri toplumun onlara sunduğu alternatif imkanları gözönünde bulundurarak yargılayalım diyorum, hepsi bu. yoksa kimseden hesap sormayalım, üzerine bir bardak soğuk su içelim demiyorum tabii ki. daha karmaşık husus da şu: yıllar önce nevzat çelik öküzdeki bir röportajında diyordu, bir reklamcının bir öğretmenden daha günahkar olduğunu düşünmüyorum diye. o tabii günahkar demiyor da onun gibi bir şey işte. “profesyonel” yaşamımızda hepimiz sisteme biraz su taşıyoruz zaten. sanki önemli olan o işi nasıl yaptığımız ve “boş zaman” faaliyetleri:)

  4. Sendikalı Polis dedi ki:

    Yorumlarınızı okuyan bir polis olarak. Sendikacı bir polis olarak yorum yapıyorum. Bizler insanız. İnsan olduğumuz kadar polisiz. Polis olduğumuz kadar insanız.

    Keşke sizlere çevikçi arkadaşların o sitemlerini gösterebilme şansım olsa… Keşke sizlere istemediği halde polis olan arkadaşlarımı gösterebilsem… Mesleksizliği ve artık ailesine olan sorumlulukları gereği polis olanların sayısı ve hatta polis olupta bu meslekten bir an önce başka bir yolunu bulup ayrılmak isteyenlerin sayısı teşkilatın yarısından fazla…

    Ben ve arkadaşlarım da dahil olmak üzere kimseye kötü muamele yapmak istemiyoruz. Kimseye sesimizi yükseltmek ya da gaz sıkmakta istemiyoruz. Fakat öyle anlar oluyor ki uzun mu uzun mesailerin getirdiği agresiflik, gördüğümüz amir-müdür baskısı, mobbing, sürgün… İnanın çekilmez bir hal alıyor ve bu doğrudan vatandaşı etkiliyor. Kendisi ve kafası rahat olmayan meslektaşım, agresifliğini gerginliğini vatandaştan çıkarıyor. Bu insanın doğasında olan bir durum. Keşke olmasa. Eğer istanbul’da yaşayan arkadaşlar varsa Emniyet-Sen İstanbul ofisimize gelip bizimle tanışabilir. Konuşabilir. Bizlerin nasıl insanlar olduğunu gösterebiliriz.

    Bizler sizin üniversiteden sınıf arkadaşınız yada lisede selam verdiğiniz, aynı mahallede büyüdüğünüz ya da bir akrabanızın çocuğuyuz. Sizlerden farkımız yok. Lütfen unutmayın. Selametle.

  5. alp dedi ki:

    eyvallah kardeş yeriniz şirinevlerdeymiş, haberleşir, geliriz bir gün illa ki. selametle

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir