Emek ve Adalet Platformu: “Ezberimizdeki tanımlar değişecek ya da yüzleşeceğiz!”
Özgün İrade dergisinin Şubat 2013 tarihli 106. sayısında yayınlanan söyleşimizi sizlerle paylaşıyoruz.
Söyleşiyi PDF olarak görüntülemek için tıklayın.
Ezberimizdeki tanımlar değişecek ya da yüzleşeceğiz!
Söyleşi: ÖZGÜN İRADE
Platformu kısaca tanıtabilir misiniz?
Emek ve Adalet Platformu, 2011’in Ocak ayında ortaya çıkan bir oluşum. Farklı siyasal deneyimlerden gelen bir grup insanın bir dizi tartışma sonucu bir amaç ve ilkeler metninde ortaklaşmasıyla yola çıktı. Herhangi bir hiyerarşik yapıya ihtiyaç duymadan bugüne kadar geldi ve bu işleyişi sürdürmekte kararlı. Kısaca “sermayenin emeği sömürmesinin de bir zulüm olduğu gerçeğini atlamadan her türlü haksızlık ve zulme karşı toplumsal adalet mücadelesine katkı sunmayı” amaçlıyoruz. Ülkemizdeki yerleşik siyasal kimliklerde fazlasıyla yapaylık olduğunu düşünen farklı kesimlerden bir avuç insanın, emek ve adalet ortak paydasında bir araya gelmesinin enerjisiyle bu amacı benimsedik. İki haftada bir yaptığımız genel toplantılarımızla neleri, nasıl yapacağımıza beraberce karar veriyoruz. 2011 Ocak ayından bu yana platform üyeleri, çeşitli emek mücadelelerine destek vermeye çalıştı, çeşitli sempozyum, panel ve söyleşiler düzenledi, okuma grupları aracılığıyla fikri arayışlarını derinleştirmeye gayret gösterdi. 2011 Ramazan’ında otel önü iftarları, 2012 Ramazan’ında da kardeşlik iftarlarının düzenlenmesine öncülük etti. MAZLUMDER’den Özgür Açılım’a pek çok farklı grupla beraber 2011’in kış aylarında evsiz evleri açılması için bir kampanya yürüttü, 2012’nin başından beri de Şefkat-Der’in açmış olduğu erkek evsizler evini ayakta tutma gayretine omuz vermekte. Kuruluşumuzdan bugüne İslami camianın Kürt meselesine dair ortaya koyabildiği çabaların içinde olmaya çalıştık. 2011’in bahar aylarından beri de internet sitemiz aracılığıyla yayındayız.
Yakın tarihimizde kendinize yakın bulduğunuz, dayandığınız isimler var mı?
Hemen hemen ilkelerimizle eş zamanlı benimsediğimiz kabarıkça bir yerli metinler kaynakçamız var, şuradan incelenebilir: http://www.emekveadalet.org/kaynakca. Kuruluş aşamasında fikri açıdan hangi kaynaklardan beslendiğimiz orada görülebilir. Ama sanırım sorunun daha somut ve gündelik bir yanı var. Kuruluş döneminde de, bugün de kendimize yakın bulduğumuz, dayandığımız isimleri zikretmek gerekirse; İhsan Eliaçık, Zeki Kılıçaslan, Mehmet Bekaroğlu ve bir çevre olarak TOKAD sanırım önde gelenler olacaktır. Eliaçık bizi fikri ve Kurani zeminde sarsan ve etkileyen bir isimdir. Kılıçaslan sol kesimde İslam’a karşı kompleksi olmayan az sayıda kişinin önde gelenlerinden ve platformun kurucularından biridir. Bekaroğlu ise ana akım İslamcılık içinden sosyal adalete yönelik söz ve siyaset üretme çabasındaki isimlerin başında gelirken, TOKAD çevresi aynı şeyi radikal İslamcı zeminde yaparak müthiş ön açıcı olmaktadır. Bu dört özne, bugün platformda bulunan çoğu kişinin şundan 3-4 yıl önce kafasında “acaba” diye taşıdığı bir fikrin, mümkün ve de son derece kıymetli olduğunu, sözü ve faaliyetiyle göstermiş ve bize bu yola çıkma cesareti vermiştir. Yoksa elbette takip ettiğimiz, yakın bulduğumuz ve dayandığımız daha pek çok isim var. İrtibatlandığımız, büromuza çağırıp söyleştiğimiz, her daim fikir alışverişini önemsediğimiz, Yıldız Ramazanoğlu’ndan, Osman Bostan’a, Ümit Aktaş’tan, Cüneyt Sarıyaşar’a, Burhan Sönmez’den, Burhan Kavuncu’ya, Mehmet Asutay’dan Cihan Aktaş’a ve daha nicelerine uzanan oldukça uzun bir listemiz var.
İktisat meselesi belki de üzerinde en az konuştuğumuz ve hazırlıksız olduğumuz meselelerden biri. Bu ise ister istemez kapitalizme karşı bir duyarsızlık oluşturmakta. Komünizme karşı verilen tepkiler, kapitalizm karşısında yerini garip bir duyarsızlığa bırakmakta. Müslümanların bu konuda farklı yaklaşımlar ve açılımlarda bulunmalarının gerekliliğine inanıyor musunuz? Bunun için neler yapmaktasınız?
Aslında bu konu bizim temel meselemiz. Elbette her şeyi iktisada ve kapitalizme indirgemenin bir alemi yok. Ama rahmetli Hoca’nın meşhur sözüyle biraz oynamaya haddimiz olursa: kapitalizm hiçbir taşın altını boş bırakmıyor. Kapitalizm dünyamızı sonsuz bir tüketim ideolojisinin peşinde mutlak yıkıma sürüklerken, medeniyetimizin ve hatta dinimizin üzerine titrediğimiz ilkelerinin genetiğini bozarken, eşref-i mahlukata sömürmek ya da sömürülmekten başka şans tanımaz, insanları sınıflara, ülkeleri de kanlı bir hiyerarşinin basamaklarına bölmekte son derece ısrarcı olduğunu net bir şekilde ortaya koyarken, kapitalizmi hâşâ Medine Pazarı’na benzetmek bizim anlayabileceğimiz ve kabullenebileceğimiz bir şey değil. Kendisinin tek alternatifinin reel sosyalizm tecrübelerinden ibaret bir kâbus olduğu ninnisini terennüm eden kapitalizm karşısında, kapitalizmin şunun şurasında ancak üç yüzyıldır hüküm sürdüğü bu “modern” medeniyet karşısında İslam’ın bir sözü olduğuna inanıyoruz. Bunca acılara, sömürülere, yozluklara, ahlaksızlıklara sebebiyet verirken kendisini nasıl bu kadar iyi pazarlayabildiğini bir Nasreddin Hoca özdeyişini hatırlayarak açıklayalım: Parayı veren düdüğü çalıyor. Bu düdük insanları başka seslere sağır edercesine çalıyor. Başka sesleri bastırmak için dört bir yandaki borazancılar hazır kıta, esas duruş bekliyor. Fakat çuvaldızı başkalarına batırırken, iğneyi unutmayalım: İslam mütefekkirleri son iki yüz yıldır bu büyük hegemonyanın dışında bir iktisadi düzen tahayyülü için ne kadar emek hasretti? İslam için sadece dilleriyle değil elleriyle gayret gösterenler bu hususta ne kadar örneklik ortaya koyabildi? Hayat, hele de siyaset boşluk kaldırmıyor. Koyunun olmadığı yerde de keçi Abdurrahman Çelebi. Dolayısıyla bu konuda Müslümanların farklı yaklaşımlar ve açılımlarda bulunmaları gerekliliği bizim emek ve adalet olarak varoluş sebebimiz.
Ortaya koyduğumuz bütün faaliyetler bu konuyla irtibatlı bizim gözümüzde. Emek mücadelelerine destek veriyoruz, çünkü kapitalizme alternatif bir kültürün, ilişki ve üretim biçimlerinin nüvelerinin bu mücadelelerde potansiyel olarak bulunduğunu düşünüyoruz. Emekçilerin kapitalist hiyerarşinin alt basamaklarında bulunmalarından dolayı maruz kaldıkları zulümlere karşı geliştirdikleri müşterek tepkilerde, bu cemaat ve kardeşlik ruhuna düşman, bireyci ve rekabetçi düzene karşı efsunlu bir şeyler, bir ihtimal, bir hak davası var. Önayak olduğumuz iftarların kapitalizme dair farklı yaklaşımlar geliştirmekle bağlantısı bariz olsa gerek. Bizim için evsizlik meselesi de “emekçi” bile olamayan, kapitalizmin ekonomi dışına ittiği, kapitalist devletin de yüz çevirdiği ve ne yazık ki büyümekte olan bir kesimin meselesi olduğu için önemliydi ve önemli. Bu ve başka faaliyetlerin yanında işin tefekkür boyutuna dair de mütevazı da olsa sürekliliği olan bir çaba içersindeyiz. İslam iktisadı üzerine yaklaşık bir buçuk yıldır müşterek şekilde okumalar yapıyoruz, ilgili isimlerle görüşüyoruz. Evvela memleketimizin bu konuda kalem oynatmış isimlerinin eserlerini okuyalım dedik ve Tabakoğlu’ndan Orman’a, Özel’den Kallek’e, Bayındır’dan Asutay’a ve başkalarına uzanan bir okuma gerçekleştirdik. Bu okumalar sonucunda çok şeyler öğrensek de konu üzerine oluşmuş yerli literatürün gerçekten de son derece sınırlı ve tatmin edici olmaktan uzak olduğunu görmüş olduk. Bu sene de tüm İslam coğrafyasından çıkarttığımız bir seçki oluşturduk ve onları okuyoruz. Bu kadar büyük bir meselenin altından tek başımıza kalkmamız elbette mümkün değil. Ancak oluşmasına yönelik çaba harcamaya hevesli olduğumuz bir büyük tartışmanın bir parçası olabilmek için biriktiriyoruz.
“Emek” ve “adalet” kavramlarını neden bir arada kullanma ihtiyacı hissettiniz?
Emek ve Adalet kavramlarını ayrı düşünebilir miyiz ki? Aslında logoda Emek’i yeşille, Adalet’i kırmızıyla gösterdik, bu basit bir espri olmaktan öte, zihnimizde emeğin hakkı, adil bölüşüm ve sosyal adalet vurgusundan ayrı değil demektir. Sermaye, dominasyon ya da iktidar, ne derseniz deyin, işçi bugün Texim’de, THY’de, sendikalaşma hakkını kullanmak istiyor diye zulüm gördü mü, görmedi mi? Allah’ın Adaleti için hasret ve iştiyak duyan insanlar, buna duyarsız mı kalacak?
“Emek” kavramının “sol-seküler” jargonu çağrıştırıyor olması bir sorun teşkil etmiyor mu?
Memlekette ve ötesinde zulüm var, adaletsizlik var. Bunun adını koymak, tabii ki durduğun yeri ve yürüyeceğin hattı da belirlemek oluyor. Öte yandan sözün manasını yitirdiği, kelimelerin buharlaştığı, kavramların giderek izafileştiği bir dönemdeyiz. Verdiğimiz adların işaret ettiği yerler eskisi kadar sabit olmayabilir, ne yazık ki bu İslamî kavramlar için de geçerli. Müslüman kelimesinin 20 yıl önce çağrıştırdıklarıyla şimdiki çağrışımları arasındaki farka bakmak için, nasıl söylesek biraz yürek lazım. Bugün yaşadığımız sorunların, dertlerin temelinde gördüklerimiz kapitalizm illetinin tezahürleri. Buna karşı bir mukavemet ve muhalefetin imkânı da onunla temas ettiğimiz yüzeyleri belirlemekten, buralara dair farkları anlamaktan, farkındalıklar geliştirmekten geçiyor. Onun için emek diyoruz. Emek alanında mütedeyyin insanların şu ana kadar rol almayışından kaynaklanan bir durum söz konusu. Oysa emek kavramı, bir Müslüman’ın da üzerinde kafa yorması ve sahip çıkması gereken bir önemlilikte. Sonuçta bunun cehdle, cihadla yakınlığı oldukça açık. Beri yandan bu dünyada insan için kelimenin tam anlamıyla helâl olan kazanımlar, emeğiyle olan kazanımlarıdır; ahrette ise insanı kurtaracak olan da emeğiyle elde ettiklerinden başka nedir ki? Oysa karşısında bir bilinç geliştirmeye çalıştığımız kapitalizm, doğrudan doğruya insanların emekleri ve haklarının maddi olduğu kadar manevi açılardan da sömürüsünden başka bir şey değildir. Emekte adalet ise bir turnusol kâğıdı, aynı zamanda ezilenler için mücadele edenlere de bir rüştünü ispatlama ve işbirliği alanı açıyor.
Örgütsel yapı olarak kurulmuş ya da örgütsel yapılara evrilmiş diğer hareketlerden neden farklısınız?
Biz “adalet” kavramıyla, ister nihai hedef olarak anlaşılsın, isterse mücadelenin tarzına vurgu yapsın; yapıda ve işleyişte de adalet temelli bir platform olunacağını vaad etmiş oluyoruz. Bir de herkese açık olmak meselesi var, bu lafta kalmamalı. Bir yerin “platform” oluşu, oraya muhtelif cenahtan gelen insanın birlikte eyleyebileceği bir irade gerektiriyor. Bu iradeyi hem bir arada ve kaynaşıyor olmak, hem de ortak ilkeler ve amaçlar sağlar. Platformun ilkeleri iki aylık bir çalışma ve tartışmalar sonunda hazırlandı. Yani bir özün şemsiyesinde değil birikim süzgecinde üretiyoruz. Tartışma ve buluşma kültürünün geliştirilmesi gerekiyor. Aksi takdirde iktidara karşı aldığı pozisyon üzerinden muhalefet üretmeye çalışan aktivistlerin oluşturduğu atmosferi aşmamız zor olur. Emek ve Adalet bu açıda, bu açıklıkta, kendine haslığıyla bir rol alabilir.
Kullandığınız dil ve yapıp ettikleriniz ister istemez kamuoyunda “islami-sol” etiketli bir imaja sahip olmanıza yol açtı. Bunun hakkında ne demek istersiniz?
Piyasa böyle şapkaları seviyor. Biz, lüks otellerin önünde israfa, şatafata, AVM içlerinde, banka kasalarında giderek büyüyen bir “amentüye”, emekçinin karşısına polis dikene karşıyız diye gayret ettik; birileri ise bizi bu fotoğrafta etiketledi. Yola çıkarken “ülkemizde bugüne kadar insanları köleleştiren sistemlere karşı farklı değer, inanç ve felsefelere dayanarak mücadele edenlerin birlikte tartışıp eyleyebilecekleri bir zemin inşa etmeyi” hedefledik. Bu doğrultuda Solcular ve İslamcılar arasındaki bariyerleri aşmaya çalıştıysak ne mutlu. Ezberimizdeki tanımlar değişecek ya da yüzleşeceğiz. Örneğin zekât bizim için sadece yerine getirilecek bir yükümlülük müdür? Yoksa o, toplumsal olaylarda örnek teşkil edebilecek bir adaletli sosyal paylaşım vurgusu mu?
İşçi direnişlerini desteklemekteki farklılığınızı biraz açar mısınız?
Mesela biz, işten atılan Texim işçileri için aynı anda birkaç farklı yerde kermesler düzenledik. Bu sayede onların aylık gelirlerini toplamaya çalıştık. Toplumsal hafızada ve yaşayışta açılan yarıklara tedavi olmaz ama ortada acil bir ihtiyaç vardı. Zor durumda olan insanımıza yalnız olmadıklarını göstermek gerek. Bu ise çok büyük ve sansasyonel tepkiler ile değil, az da olsa devamlı eylemliklerle olabilir. Belki buradan toplumsal muhalefetin yeni imkânlarına dair ipuçları çıkabilir.
Malum evsizler için bir dizi etkinlik düzenlemiştiniz. Bundan sonraki süreçte toplumun en alt tabakasında bırakılmış yoksunlar için neler düşünüyorsunuz?
Evet, sabahlama eylemi ile evsizlerin durumuna dikkat çekmeye, iftarlarla dayanışmaya ve kermeslerle yardımcı olmaya çalıştık. Bundan sonra da Türkiye’de “durumum yok” diye veciz bir şekilde ifade bulan hayatlara dikkat çekmeye devam edeceğiz. “Alt tabaka” kötü bir ifade ama durumu olmayanlara durumlar, koşullar bulmak ve oluşturmak zorundayız. Melodramlar yaratmadan, dumura uğrayan adalet duygumuzu yine, yeniden tesis etmeye ihtiyaç var.
Üyeler olarak hali hazırda tam olarak fikrî uyuşmayı yakalayamadığınız başlıklar var mı?
Hali hazırda Türkiye’nin en önemli, en yakıcı, en can alıcı, en ayrıştırıcı sorunu Kürt meselesi. Bizim de platform olarak kolay konuşamadığımız, adım atamadığımız ve ciddi tartışmalar yaşadığımız bir gündem bu. Devletin aklı epey karışık, siyasal irade niyet konusunda ciddi açmazlar yaşarken, bizler de bu konuda çelişkiler içerisindeyiz. Hakk’ın ve adaletin ölçütleri belli, Kürtlerin de talepleri açık ve meşru iken tartışılacak bir şey yok gibi gözükebilir. Ama esas sorun Türkiye kamuoyunun nasıl ikna edileceği, nasıl barışabileceğimiz sorusu. Diğer yandan bunca ölülerimizle ne yapacağımız, yasını nasıl tutacağımız sorusu. Emek ve Adalet Platformu olarak “halkçılık” gibi yerlici bir siyasal tavrın imkan ve ihtimallerini tartışırken tosladığımız en ciddi duvarın Kürt sorunu oluşu, bu topraklarda kimi siyasal kodların da nasıl tasarlandığıyla ilgili önemli bir durumu ele veriyor.
Teşekkürler.
Biz de teşekkür ederiz.