Abdulkadir Bal: “Ekmek değil, ekmek arası mutluluk getirsinler.”
Uzun süreden beri sokakta yaşayan gençlerle beraber koşturan, yaşayan, dertlerine ve yemeklerine ortak olan Kalplere Sevinç Bırakanlar İnisiyatifi koordinatörü Kadir Bal arkadaşımızın Timeturk sitesine verdiği röportajı sizlerle paylaşıyoruz. Bilindik “yardım” veya “vicdan” kavramlarının sınırlarını zorlayan ve dayanışma vurgusuyla ön plana çıkan, dışarıdan değil içeriden konuşan bu söyleşi için Kadir kardeşimizin ağzına sağlık.
Röportaj: ZEHRA ÇAKMAK (TIMETURK)
Sokakta yaşayan çocuklar için çeşitli kurumlar tarafından birçok projeler yapılmasına karşın gün geçtikçe sokakta yaşayan çocukların sayısı artıyor.Sokakta kalan birkaç çocuğu yanına alarak onlarla birlikte yaşayan Abdulkadir Bal ile sokakta yaşayan çocuklar üzerine konuştuk.Kalplere Sevinç Bırakanlar İnisiyatifi Koordinatörü Abdülkadir Bal, bu konuda çözümü aldatıcı bir argüman olarak görüyor ve dayanışmayı tercih ediyor.Sokakta yaşayan çocuklar ise, ”Sokaklarda kalan çocuklara ekmek götürürken sade ekmek değil ekmek arası mutluluk da götürsünler. Yani ekmeği orada bırakıp gitmesinler, oturup bizimle yesinler.’ diyorlar.
Sokakta yaşayan çocuklar ile ilgili çalışmalar yapan bazı insanlar; bu çocukların sokakta kendilerini daha özgür hissettiklerini bu yüzden onlar için sıcak bir yuva sağlamanın pek önemli olmadığını bunun yerine başka türlü çalışmalar yapılması gerektiğini söylüyorlar. Gözlemlediğiniz kadarıyla gerçekten de durum böyle mi?
“Sıcak yuva” karşısına “soğuk sokak” konulup öyle anlamaya çalıştıkları için kısmen doğru söylüyorlar. Kısmen diyorum çünkü öncelikle sıcak ve yuva kelimeleri bugün ne yurtları ne de evleri karşılamıyor. Evler sinir küpü babalar ve psikolojisi bozuk annelerle dolu. Çıkar ve menfaat olmadan bir birlerine yaklaşmayan komşular ve akrabalar ile donanmış olan toplumun hele hele en fakir ve yoksul kesimlerinde yuva mı kaldı? Kentsel dönüşümün, taşeron firavunluğu ile emek sömürüsünün ve ahlaki dinamiklerin, erdemin hedef tahtasına oturtulup gece gündüz bombalandığı bir toplumda…
Bununla birlikte ayrıca, dindar modern sentez kuranlar da buralarda eksik kalmış. Dindarların çocuklara bir merhamet politikası içinde, içten içe acıyış maskesi altında ötekileştirerek bakıyorlar.
Bunun en bariz örneği İslamcı-Sağ gelenekten gelen, Muhafazakar Demokrat Tayyip Erdoğan. Başbakan’ın ifadeleri bunun net bir dışavurumuydu. “Tinerci çocuklar-sokak çocukları” sıfatlandırmasının altyapısında ne yazık ki dindar zihnin kapitalizm ve bir sonucu olan eşitsizlik ve nice haksızlıkların kendisiyle yüzleşmekten kaçışı yatmakta.
Daha Kur’an’i bir ifadeyle söylemem gerekirse, Kur’an’da Allah “şeytanın sağdan yanaşması” ndan bahseder. Yani iyi doğru zannettiğimiz işlerle şeytanca işler de yapabiliriz. Kendinizi kandırmayın der Kur’an. Ben de bu dindar yaklaşımı ve onun merhamet -acıyış maskeleri altındaki körlüğünü bir sağdan yanaşma olarak nitelendiriyorum. O yüzden dindar muhafazakarın zihni, o çok eleştirdiği laik-seküler zihinden ayrı ve uzak değildir. Sadece onun yeşil halidir. Dinsel motiflerle süslenmiş halidir. İnşallah,maşallah,subhanallah diyerek aynı problemli kurumları ve mantığı sürdürme halidir. Allah ıslah etsin…
Öyleyse Problemin Temelinde Ne Yatıyor?
Mesele “garibana sahip çıkma” meselesi değildir.Çünkü her sahip çıkış bir süre sonra sahiplik taslamaya dönüşüyor. Mesele bir eşitlenme meselesidir. Eşitlenmedikçe, eşitsizlik o çocukları hep sorun, o çocuklarla ilgilenenleri de hep çözüm olarak sunacaktır. Sürekli olarak çocuklar üzerine yapılan projeler ve pratiklerle aslında toplumun normallik sınırları içinde addedilen kesimleri kendilerinin de içinde olduğu köleliği, saplantıları ve yanılsamaları tartışmaya hiç aç(a)mayacaklardır. Bu yüzden sık sık dile getirilen “çözüm”ün asla gerçekleşmeyeceğini, problemin temelinde, eşitsizlikçi hiyerarşik bakış açısının hakim olduğunu ifade etmek istiyorum.
Peki Ev-Aile Olgusunu Nasıl Değerlendiriyorsunuz. Sıcak Bir Yuva Önemsiz mi?
Analar artık evlat yerine memurlar ve işçiler doğuruyor. Faturalar cehenneminden ve evlerine ekmek götüremeyen babaların çocukları için yuvalar gerçekten sıcak mı acaba?
Huzur kaldı mı mesela evlerde?
Herkesin sinirli olduğu… Öfke patlamaları yaşandığı… En ufak bir gerginlikte camın çerçevenin aşağı indiği bir doku içinde yetişen çocuğun dışındaki yuvadan önce yüreğinin yuvası bozulmuştur. O yüzden içinden yıkılmış ve ruhundan yaralanmış insanların dışındaki yuva sıcak olsa ne olur? Temiz olsa ne olur? Hayatları ve gelecekleri medeniyet adına empoze edilmiş modernizmin ve kapitalizmin azgın pençeleri tarafından el konulmuş insanların yaşadıkları sonuçlar üzerine konuşmayı ve “çözüm” üretmeye çalıştıkları için yanılıyorlar. Ya da yanılıyoruz. Tekrar söylüyorum: Kapitalizmle ve kurumlarda –evlerde-yapılarda hakim olan kapitalist-modern yobazlıkla bir derdi ve kavgası olmayanlar “çözüm”ün gizlendiği tuzağa düşerler.
Bir örnek: Sokaklardan eski bir eroin bağımlısı olarak gelen, beraber yaşadığımız kardeşlerimden birisinin babası alkolik. Babası her gün eve gelip ailesini döven bir adam. Kardeşim olan bu arkadaşım ise kendini bildi bileli İstanbul Esenler semtinde uyuşturucu bağımlısı ve ticareti ile uğraşan grupların arasında büyümüş.
Şimdi sormak istiyorum. Alkol bağımlılığının pençesinde olan bu evin babası mı suçludur sadece? Alkolün denetimsiz satışından, içkinin sular seller gibi tüketiminin teşvik edildiği kapitalist ve medeniyet adı altında empoze edilmiş modernizmin suçu yok mu? Özgürlük adı altında hedonizmin ilahlaştırılmasının rolü nedir? Toplumdaki “Sen erkek adamsın , içersin , döversin” şeklindeki yozlaşmanın rolü nedir? Fuhşu, kadın bedenini,bir meta olarak piyasaya süren, pazarını üreten, erotizmi piyasada reklamlar, diziler, filmler, okul yıl sonu partileri, balolar, vs ile eğlence adı altında bu çürümeyi ideolojik olarak besleyen laisizmin rolü nedir? Bir babayı esir alan kumarın yoksullukla, içkinin ise bireyi esir alan ideolojik ve toplumsal zindanlarla alakası yok mudur? Öyleyse bir sokak çocuğu bu toplumun ve devletin suçlarının ve ifsadının ortak bir sonucu olarak, bir silah olarak yine o topluma ve devlete dönmüştür. Ama unutmamak gerekir ki hiç bir silah da bir el olmadan ateş edemez. Öyleyse ellerimizi uzatmadan önce ellerimizi temizlememiz gerekiyor.
Sokakta yaşayan çocukların çoğunun yetiştirme yurtlarından kaçarak çareyi sokakta aradıklarını görüyoruz. Peki yetiştirme yurtlarında durum nasıl? Çocuklar neden kaçmayı tercih ediyorlar?
“Yetiştirme yurtlarından kaçmak” vurgusu çok önemli. Yetiştirme yurtları nihayetinde bir kurum. Ama kurum deyip geçemeyiz. Çünkü yurtlar, kapatılma durumunu yansıtır. yani meseleye bir toplumsal sorun değilde, bir iktidar tarzı olarak yurtlara, cezaevlerine yada hastahanelere kapatılma boyutu olarak yaklaşılmalı. Bu çocuklar hayattan kopartılıp, kurumsal işleyiş içinde kapatılıyorlar. Devlet yurtlar aracılığıyla çocukların kapatılmasını sağlıyor. Böylelikle kayıt dışı istihdamdan tutun da, şehrin façasının bu çocuklarla bozulmasına kadar bir çok problemin önüne geçilmiş oluyor.. Kpss sınavlarında, göstermelik sınavlarla, memuriyette öncelik tanıyarak, ihtiyaç duyduğu memur ordusunun içine katarak, bir taşla iki kuş vurmuş oluyor.
Öyleyse Yurttan Kaçmayı Basit Bir Disiplinsizlik Olarak Göremeyeceğimizi Mi Söylemiş Oluyorsunuz?
Evet. Yurtlar nihayetinde bir ortam. Çocukların başlarını soktukları bir mekan. “Soktukları” diyorum çünkü bu çocuklar yetiştirme yurtlarına ya verilirler ya da o yurtlardan alınırlar. Yurtlardan alınırken ya da yurtlara verilirken bir nesne olan çocuklar kaçtıklarında ise kendi hayatlarının öznesi olarak görürler kendilerini. “Kaçmak” demek kendi olmak demektir. Kaçmak demek itiraz etmektir. Her kaçış, uzaklaşma ya da sokağı tercih ediş aslında “ben varım” demenin bir çeşididir. Kaçan her çocuk aslında öğretmenlerine ve çevresine bir şey söylemektedir.
Bu durumda Yurtlardaki Öğretmenler?
Yurt öğretmenleri ve yurt çalışanları da nihayetinde insandır. İyisi var kötüsü var. Yıllarca yurt müdürlüğü ya da öğretmenliği ve de hizmeti yapa yapa hem kendisine hem de çocuklara yabancılaşan ve buharlaşan insanlar var. Bu ve benzeri durumlar akabinde yurtlarla çocuklar arasındaki ilişki yurttan yurda çocuktan çocuğa değişiyor. Çok uyumlu çocuklar da var. Yurda alışmış çocuklar da… Yurtların görevlileri olan öğretmenler ve hizmetliler de nihayetin de ekmek parası ve mesleki sebepler dolayısıyla aslında aynı kurumun içine atılmış -kapatılmış insanlardır.
Sokağa Neden Kaçıyorlar Peki?
Her çocuk sokağa çıkar. Geri döner. Disiplin suçu alır. Bazen ceza alır bazen affedilir. Lakin “kaçan ve geri de dönmeyen çocuklar” hakkında konuşacaksak durum epey değişiyor. “Kaçan çocuklar” her zaman yurtlarda işkence görüp, tacize uğrayarak, dayak ve kötü muamele sonucu sokağa çıkmış çocuklar değiller. Evet, bu ve benzeri sorunlar da oluyor muhakkak ama “kaçan çocuk” cesurdur. Zekidir. Hiper aktif olurlar genelde ve kapatılmaya gelmezler. Pasif “yurt bebeleri” olmaktansa “aktif sokak çocuğu” olmayı tercih ettiklerini anlamalıyız. Ayrıyeten sokak her şeyden önce (aldatıcı da olsa) özgürlük anlamına geliyor. Yurtları güvenli ve koruyucu oldukları anlamına gelmediği gibi…
Yurtlarda kalan çocuklar için en ufak problemler daima sokağa çıkmak için bahane teşkil eder. Sigara mı içemiyorlar? Yasak mı var? Şohbenden akan su sıcak mı değil? Kafası mı bozuldu? Her şey terso mu gidiyor? Karşı cins yüz mü vermedi? Ya da yüz verdiyse eğer onu görmek için arazi mi olması gerekiyor? Annesine mi takıldı aklı? Babasını mı özledi? Ya da bunların hiç biri de olabilir. Sokaktaki diğer çocuklar “yurt bebesi” mi dedi? Bu ve benzeri sorunlar sokağa gitmek için yeterlidir.
Yurt ve öğretmenlerin çocuklarda sağlayamadıkları aidiyet ve sevgi bağı da cabası…
Kurumlar O Halde Çok da Masum Mekanlar Olmuyor, Öyle mi?
Siteril ve hijen saplantılı modernist algı, çocukların kurumsal aileye isyanı, ailesi olmayan çocukların anne baba olarak karşısında bulduğu duvarlar,ranzalar ve öğretmenler… Kapatılmaya uğratılan tüm bu çocukların yurtlardan kaçışı ve hayata yönelişleri, seçkinci algının modern anlayış gereği oluşan bir saplantılı durumudur.
Çocuklar sokakta yaşamak zorunda kaldıklarından suç ile karşılaşma ihtimalleri oldukça yüksek. Zaten çocuk cezaevlerindeki çoğu çocuğun sokakta yaşayan çocuklardan oluştuğunu görüyoruz. Cezaevlerinde çocuklara eğitim programları uygulanıyor mu? Cezaevleri bir çözüm mü yoksa çocuklar cezaevine, tabiri caizse girip çıkmaya alışmış durumdalar mı?
18 yaş altı çocuklar için sokakta yaşamak bir zorunluluktan öte çoğunlukla bir tercihtir.Çünkü yasalara göre 18 yaş altındaki her çocuk devletin koruması altındadır. Koruma dediysem bunun içine Milli Öğütüm Sistemimizin tüm sorunlarını içeren, Laiklik adı altındaki seküler ve Kapitalist yaşam tarzının özenisinin empoze edildiği bir koruma… Ben buna koruma demiyorum. O yüzden sokağa çıkış kurumsal otoritenin hapsinden de eziciliğinden de uzaklaşmadır.
Peki neye yaklaşmaktır?
Sokağın her türlü sorununa adım adım yaklaşmaktır. O yüzden aslında yurttan sokağa ya da sokaktan yurda geçiş sorunlardan başka sorunlara bir geçiştir. Bunları belirttikten sonra gelelim sokak ve cezaevi durumuna. Cezaevlerinde bulunan çocuklar sokakla ve suçla irtibatı olan çocuklardır. Bu irtibat ise ne kadar çocuğa ait ne kadar çocuğu aşan bir şey tartışılır.
Cezaevi eğitimi genel de eğitimden öte bir yontma ve uyumlu vatandaş oluşturma üzerine dizyn edildiği için eğitim maskesi altında ve meslek edindirme, hayata kazandırma argumanları altında marangozluk, terzilik, el işleri vs meslekler öğretilmeye çalışılır. Cezaevinde verilen görevler doğrultusunda belli beceriler edinmesi sağlanır. Bu meslekleri ve becerileri edinen çocuklar ise dışarı çıktığında diyelim ki kendine iş bulursa artık patronunun atölye zindanlarında ki tutukludur.
Cezavi bir çözüm değildir. Zira “çözüm” Kapitalist-modern toplumlardaki en göz boyayıcı reçetedir.
Cezaevine girip çıkan çocuk içeride ezilse dahi dışarı çıktığında daha çok kişi tanımış olarak dışarı çıkar. İşlediği ya da karıştığı “suç”un cezası nedeni ile içeri giren çocuk bu çerçeve içindeki tüm insanlarla buluşmuş ve kaynaşmış olur.
Dışarı çıktığında bunu çoğunlukla kullanır. Artık alemde racon kesebilir hale gelir. Postasını koydu mu bir saygınlığı olur. Cezaevine girip çıkmak bir nevi gayri resmi bir kariyerdir, sokak alemi için… Ayrıyeten cezaevine her giriş çıkış o insanı artık suça ve cezaevine karşı bağışıklık kazanmaya iter. O yüzden cezaevi bir çocuk için kocaman modern-aydın adamların en saçma ve sonuçsuz “çözüm”üdür!
Modern hayat bizleri o kadar sorumsuzlaştırdı ki sadece bu konuya değil bir çok konuya duyarsızız. Sokakta binlerce çocuğun yaşamasına göz yummamızın, onları görmezden gelmemizin nedeni onların varlığına alışmış olmamızdan mı ya da bu çocukların yaşamlarını gerçek anlamda bilmememizden mi kaynaklanmaktadır?
Modern hayat mı bizleri sorumsuzlaştırdı yoksa saplanıp kaldığımız dünyavileşme telaşımızdan mı bir modernizm üredi, tartışılır. Nihayetinde karanlık yoktur. O ışığın yokluğudur. Işığını heder etmiş, çaldırmış, unutmuş, onu ızdırap vadilerinde kaybetmiş, başı kel dağlardan yıldızlara uzanmaya kalkan bir deli çağdayız.
Sokaktaki çocuklardan söz açarken kıyaslayabilmek açısından sormak istiyorum. Peki, evimizdeki çocuklarımızın hayatlarını biliyor muyuz?
Ellerimizden daha 5 yaşında iken kreş-anaokul-ilkokul diye ç/alınan çocuklarımıza eğitim adı altında ezberci ve tüketim toplumunun uysal vatandaşı olabilmeleri için modern tinerler çektiriyorlar sabah akşam. Çağdaş tinerli müfredatlarla uyuşturulan bir gençlik var karşımızda…
Teknolojik bir çöplüğe, plastik bir cehenneme dönen kozmopolit kentlerde, arka sokaklarda kaybedilmiş çocuklar var. Çocuk işçilerle dolu şehirler. Oysa bu Çocuklar bize Allah’ın emaneti idi. Biz ise bu dünyayı bu çocuklardan emanet almıştık.
Birileri 10 yılda 15 milyon omurgasız sürüngen yaratmaya kalktı. Bunun için koca koca müfredatlar hazırladılar. Ama bu Milli Öğütüm Çarkının dişleri arasından bazı çocuklar kaydı ve onlar diploma alamadılar. Onlar karanlıkların, sokak aleminin, gayrı meşrunun, raconun, öteki olmanın ızdırabının kucağında kaldılar. Toplumun modern kıyılarında yaşayan insanlar elbette bu çocukları unutmadılar. Unutamazlar çünkü bu çocuklar şehirlerin büyük caddelerinde sinyale çıkarak(*) kendilerini hatırlattılar. Kırmızı ışıklarda ansızın otomobillerin camlarına yaslandılar ve pasaklı, kirli, bitli, sidikli elbiseleri kendilerini toplumun suratına çarptılar…
Parkları doldurdular, esnafın dükkanının önüne dadandılar. Hep rahatsız ettiler. Suç işlediler. Bazen de işlenmiş suçlar üzerlerine bırakıldı. Kısacası içinde yaşadıkları toplumun sosyalizasyonunun kanalizasyonundan fırlamış lağım fareleri olarak algılandılar. Ve beyaz fareler onlardan kurtulamayacağını bildiği için onları kurtarmaya kalktı. Ne adına? Çağdaşlık, medeniyet, çocuk hakları, sokak çocuklarını topluma kazandırmak adına…
Bu çocuklar: Erken büyümüş ve büyüklerin dünyasına erken girmiş çocuklar. Polislerin her Allah’ın günü 69-82 lira ceza kese kese 1 yıl içinde binlerce lira devlete borçlandırdığı çocuklar…
Bu çocuklar: Karakolları-hastaneleri-darp cebirlerini(raporlarını)-adli tabibleri ve komserleri, savcıları ve adliye salonlarını erken yaşta öğrene öğrene hukukun boşluklarını ve hantal bürokrasinin mazgallarından sıyrılmasını öğrenmiş çocuklar…
Bu çocuklar: Devletin telsizlerinde 743’lü(**) diye anons geçilen çocuklar.
Bu çocuklar: Geceleri üşümemek için, geçmişin tramvalarından sıyrılmak için, arkadaş grubu içinde adam yerine konmak için, cesaretli olabilmek için, para isterken utanmamak için, sokak aleminin gayri resmi yasalarına uyabilmek için hem madde kullanan hem de o maddeyi alıp satan bir tüketici haline geliyorlar.
Bu çocuklar: Sokaklarda unuttuğumuz, evlerimize almadığımız, yurtlara kapatarak yüz çevirdiğimiz, karınlarını doyurarak terkettiğimiz, onlardan bahsederek terkettiğimiz, onları konuşarak kendimizden kaçtığımız, onları sorunun ve suçun nesnesi olarak değerlendirip, asıl bu işlerin sorumlusu olan özneleri unuttuğumuz evlatlarımız…İnsan kardeşlerimiz…
Sorunuzda da belirttiğiniz gibi onların varlığına alıştık ve onları gerçek anlamda da bilmiyoruz!
“Kötü çocuk yok şefkatsizlik var” diyorsunuz. Toplumun bu çocuklara karşı “kötü çocuk” “tinerci çocuk” önyargısını yıkmak sanırım biraz emek gerektiyor. Çünkü insanların gözünde suçlu olan hâlâ bu çocuklar. Bu çocuklardan sorumlu olduğumuzu onların sokakta yaşamalarının bizim refah içinde yaşamamızdan kaynaklandığını unutmuş durumdayız. Bunun için sizce neler yapılmalı?
Bunun için “Önce ne yapmalıyız? Sonra ne yapmalıyız?” şeklinde cevaplar veremeyeceğim sanırım. Bu işin öncesi ve sonrası kaldı mı onu da bilmiyorum. Ama an itibari ile ve devamında bu çocukları kurtarmaktan vazgeçmekle başlayabiliriz. “Tinerci sokak çocuğu”nun asıl sorumlusu olan toplumsal yozlaşmanın ve neo-liberal politikalarla emperyalizm’e taşeronluk yapmakta ısrar eden devletin pençelerinden kurtulmakla işe başlayabiliriz. Bedenen kurtulamasak da zihnen kurtulabilmek…Aksi takdirde her zaman devletin kurtarıcılığı ve de toplumun koruyuculuğu adı altındaki zindanlara kapaklanırız.
Bu sorunla gerçekten yüzleşme adına, kendi adıma önerebileceğim adımlardan birisi şudur:
Zenginler ev infak etmelidir. Haydi bu çok romantik oldu diyelim. Bizler sadece sigaraya verdiğimiz paralarla oturduğumuz semtlerde evler kiralayabilmeliyiz. Mahallemizdeki annelerimizi, eşlerimizi bu evlerin anneleri, delikanlılarını ve babalarını ise bu evlerin babaları olarak sorumluluk almalarını sağlayıp, hijyenik ama ruhsuz yurt odalarına tıkmak yerine onlarla aynı sofralarda yemek yiyerek, beraber hamama giderek, facebook’larımızda beraber fotolar ekleyip birbirimizi etiketliyerek, (madem facebook-sosyal medya bu kadar yaşamlarımıza dokunan bir gerçek) o gülücüklü ve neşeli dünyalarımızı bir birimize açarak başlayabiliriz. Akıl ve ruh sağlığı yerinde olmayan evsizlerle ve sokak çocukları ile hastanelerde, uzmanlar eşliğinde ilgilenirken, akıl ve ruh sağlığı yerinde olup da kamusal cinnet bahçelerinden sokağın cehennemine kaçan bu çocukların doğum günlerini kutlayabiliriz. Doğum günü bahane gönül almak şahane! Biz kalbi kırık sokak çocuklarının ve sokak insanlarımızın kalplerine korunaklı evler kurmadan onların bedenlerini koruyamayız.
” Ama saldırmazlar mı?”-” Zarar vermezler mi?” gibi sorular gelecektir akıllara. Hayır. Saldırmazlar. Bilakis kaybettikleri yüreklerini sizlerin yanında yeniden bulurlar. Hemencecik adam olup, ertesi gün cici çocuklara mı dönerler? Hayır! Evinizdeki çocuklarınızın yaşadıkları ve yaşattıkları sorunlar kadar onlar da sorun çıkarmaya devam ederler.
Öyleyse sorunlardan azade, kurtarılmış sokak çocukları algısı herşeyden önce bir aldanmadan ibarettir.
Allah kötünün içinden iyiyi, gecenin içinden gündüzü, karanlığın içinden aydınlığı, her hayrın içinden bir şerri, her şerrin içinden bir hayrı nasıl çıkarıyorsa, bu çocukların da içinden güzelliklerle beraber güzel olmayan şeyler çıkacaktır. Yani şunu unutmamak gerekiyor. Hepimizin cenneti birbirimizin yüreğini cennete çevirmekten geçiyor. Birbirimizi sevemeyebiliriz belki ama birbirimizden yüz çevirmek gibi bir hakkımız ve lüksümüz asla olamaz. O yüzden yaşamın içindeki o paradoksal dokuyu görmemiz lazım. Hayat ya siyah ya da beyaz diye keskin ayrımlara tabi tutulamaz. O yüzden kimse melek değildir ve kimse şeytan değildir. Sokak çocuklarını şeytan gibi gören zihniyetler ile melek gibi gören zihniyetler arasında fark yoktur. Oysa sokak çocukları da melek ve şeytan arasındaki varlıklardır ve her zaman söylediğimiz gibi kötü çocuk yoktur, çocuğu kötülüğe iten yaşam tarzı vardır.
Bizleri evlerimize götüren o köprülerin altlarında evsiz sokak çocukları yaşıyor. Ve namaz kılmak için gittiğimiz camilerin kapılarında “camii avlusunda yatmak yasaktır” yazar. Öyleyse evlerimizi açamıyoruz bari 365 gün 24 saat başlarını sokabilecekleri ve çorbalarının kaynayabileceği zeminler haline getirebiliriz camilerimizi… Bunun için karşımıza önce belediyeler dikilecektir. Demek ki neymiş. Allah’ın camileri garibanlara kapalıymış. Neden kapalıymış? Bu kapıların kapalı olmasında bizim de payımız var mı? Bunu sorarak başlayabiliriz işe…
Eskiden camiler külliye idi. Ve o külliyelerde hamamlarından, aşevlerine, hanlarından mescitlerine kadar kompleks bir yuva görevi görmekte idi. Bugün bu misyonu altı cami üstü AVM olan mabetler aldı. Bu mabetlerin mü’min’leri ise AVM’lerde aile boyu tavaf etmekte ve alışverişten dönerken kırmızı ışıkta arabasının ön camına yaklaşıp 1tl isteyen o çocuğa dilenmeye alışmasın diye camını açıp o parayı vermemekte.
Eğer o çocuk AVM mü’min’lerinin iş yerlerine gidip te iş isterse bu sefer temiz kağıdı yani sabıka kaydı istemekte. GBT’si kabahatlar kanunu üzerinden kesilen cezalarla, darp-gasp,hırsızlık, madde kullanıcılığı ile dolu olan bu çocuklar temiz kağıdı getiremedikleri için işe de alınmamakta. Hadi işe alındı diyelim. 10-12 saat sigortasız, ucuz işçilik yaptıkları iş yerlerinden çıktıklarında ise bu sefer varoşlarda ucuz evlerde yaşayabilen bu çocuklar yarınların ne tür insanları olacaklar acaba?
Faturalardan, kredi kartı borçlarından, kira derdi, yol parası derken içine girdiği bu cehennemden çıkmak için bir bankayı soyarsa ertesi gün haberlere hırsız olarak çıkacaktır.
Peki soruyorum ben de. Banka soymak hırsızlıksa, banka kurmak nedir? O bankacıların çocukları özel kolejlerde paranın ve makamın gücü ile büyürken acaba kimlerin çalınmış hayatı üzerinden yaşıyorlar bu hayatı?…
O yüzden her sokak çocuğu bir kolej çocuğunun masrafları için kendisinden yüz çevirilmiş bir hayattır!
Birçok sivil toplum örgütü toplumsal duyarlılık kapsamında çeşitli çalışmalar yapmakta. Sizce bu çalışmaların içine sokakta yaşayan çocuklar için de bir şeyler katmamalarının nedeni bu işin popüleritesinin az olmasıdan mı yoksa işe nerenden başlanması gerektiğinin bilinmemesinden mi kaynaklanmaktadır?
Bir çok sivil toplum kuruluşu – niyetlerini asla sorgulamıyorum; iyi, güzel işler denilebilecek çalışmalar yapsalar da- kapitalizmin arkasını toplamaktadır. Tağuti bir yaşam tarzının mimarları olan Modernizmin ve Demokrasi maskeli faşizan otoritelerin kırıp döktüğü molozları kaldırmanın telaşında çoğu. Çünkü onlara Avrupa Birliğinden fonlar aktarılmakta. Git gide bu işler projesiz ve parasız el atılmayan işler olarak bir nevi esnafcılığa döndü. Gerçekten mağduriyetlere acil çözümler üretmek gerekli. Bunun için o fonlara bir çok STK’nın çok ihtiyacı var. Bu gayet anlaşılabilir bir şey. Asıl anlaşılır olmayan ise AB ya da İç İşleri Bakanlığından vs. gelen fonlar git gide devletin soygunculuğunun, şirketlerin hırsızlığının, sermayenin katliamlarının önüne geçip paternalist (sahte sevgiye dayalı vazgeçilemez otoriteler) kökler atmakta hayatın içine.
Demokratik argumanların ve hümaniter vurguların arkasına saklanan kapitalizm ve azgın üretim, ürettiği varoşların, yoksulluğun, emek sömürüsünün, heba olan hayatların, hayatı çalınan hayatsızların molozlarını geri dönüşüme sağlamak için bu STK’ları kullanıyor. Bu STK’lar sistem içinde Kapitalizm’le barışık hümaniter muhalefet itkileriyle, yine kapitalizme alet olarak yukarıdan aşağıya, lütufçu, kurtarıcı bir dönüşüm görevi üstleniyorlar.
Peki Kurumlar Açısından Bu Durum Ne Gibi Sorunlar Oluşturmakta?
Sokak Çocukları ile ilgilenen STK’ları zamanla “Sokak Çocuklarını Kurtarma Esnafı”na çeviriyorlar.
Devlet zaten özel sektöre yayılarak, daha az devlet daha çok sivil toplum maskesi altında sömürüyü sivilleştirmenin ve piyasayı genişletmenin peşinde. Yani her şey alınır ve satılır hale gelmekte. Her şey para eder hale gelmekte. Her şey ticarileşmekte. O yüzden sokak çocuğu sorununun aslında bir zihniyet sorunu bir devlet sorunu bir toplum sorunu bir sınıf sorunu bir Allah’sızlık sorunu bir eşitsizlik sorunu olduğunu itiraf etmedikçe bu meselenin sadece esnafçılığını yaparlar. Ve sadece sabah 7 – akşam 7, dükkanlarının önünü süpürürler. Bununla da toplumun bir sorunu için önemli işler başardıklarını zannederler.
Sokakta yaşayan çocukların çoğunluğu erkek çocuklardan oluşuyor. Kız çocukların oranı ne kadar? Kız çocukların karşılaşabileceği tehlikeler daha çok sanırım. Neler yaşayabiliyorlar…?
Çoğunluk erkek. Kız çocukların oranı, her yıl yurtlardan ayrılan kızların sayısı baz alınarak bulunabilir. 18 yaşına gelip te yurttan ayrılmak zorunda kalan 100 kız içinden 95’inin hayatının karardığını rahatlıkla söyleyebilirim. 100 kızda 95 kız sanırım gayet net bir oran verecektir size.
Kız çocukları genelde kışın sokakta olmaz. Kışları yurtlarda olan kızlar genelde havaların ısınmasıyla fırsat bulabildikçe yurttan kaçmaya ve çevre edinmeye başlarlar. Edinilen çevre genel de klüplerin, barların olduğu yerlerdir.Ekseriyetle yolları torbacılara çıkar. Yani erdemli insanlarla yolları en son karşılaşan bu kızlar, ilk önce bedava sigara ve madde alabildiği, ihtiyaçlarını karşılayabildiği torbacılarla ve çeşitli gayri meşru koşturan tiplerle karşılaşırlar.
Hayat bu… Sadece mideden ibaret değil ki.
Korunma-güven-sahiplenme gibi ihtiyaçların, birilerine seks kölesi olarak, birilerinin ucuz emekçisi olarak sağlarlanması söz konusu. Hayat böyle akıp gider.Ama aslında gelip geçen bu gencecik hayatlardır.
Bu konuda “çözümü” aldatıcı bir argüman olarak görüyorsunuz ve “dayanışma” kelimesini tercih ediyorsunuz. Dayanışma derken…?
Dayanışma derken “çözüm” dememiş oluyorum. “Kurtarıcılık” dememiş oluyorum. Dayanışma: çözümün ve kurtarmanın bir parçasıdır; ama belki de en önemli yanı, hepimizi bir birimizle sınayan Allah, hepimizi bir birimizle örgülemektedir.
Aslında hepimiz bir birimizin cenneti ve cehennemiyiz. Unuttuklarımız ve ihmal ettiklerimizle cehennem, el uzattıklarımızla cennetimizi taşırız. Bunu organizeli hale getirdiğimizde ise zulumata karşı bir tehdit, mazlumiyete karşı da bir ünsiyet oluşmuş olur. Kapitalizmi ve onun dayattığı tüketim köleliğini reddederek devrimci bir zühd’ün pratiklerini oluşturabiliriz. İhtiyacı olmayanı tüketmeyen (ihtiyacın ölçüsünün nasıl ve kim tarafından belirleneceği konusunu ise şimdilik geçiyorum) sade ve mütevazi bir yaşamı esas alan tavra dönüştüğünde ise egemen sistemin yapabileceği çok bir şey yoktur. Birbirimizi sevmeye ihtiyacımız var. Ama eşit olmayan insanlar birbirlerini sevemezler. Yıkıcı rekabeti olması gereken gibi pazarlamaya çalışan Firavun piyasası, bir biriyle eşit bölüşüp paylaşan, birbirini yoksulluğun pençesine bırakmayan, bir birini yalnız bırakmayan, kalabalıklığı ile ezmeyen, merhametli ve mütevazi dayanışma öbekleri karşısında çıldıra çıldıra erimek zorundadır.
Aksi takdir de “sokak çocuklarını topluma kazandırmak” masalı ile kendimizi uyutur dururuz. Bu sosyalizasyonun kanalizasyon patlamalarını ise fosebtik projelerle yeniden piyasaya hazır ticari kurumlar, çalışmalar, metalar haline getirmiş oluruz.
Bu çocuklara yardım etmeyi sadece maddi anlamda algılıyor, en önemli olan sevgiyi ve merhameti unutuyoruz. Bu durumu seküler sivil toplum çalışmalarında da görüyoruz. Çocuklar bu durumu nasıl karşılıyorlar.
Bu soruya, sorularınızı cevaplandırırken yanımda meraklı gözlerle soruları okuyarak kendi düşüncelerini belirten kardeşim Tufan cevap vermek istiyor. Tufan dindar gençlik-tinerci gençlik tartışmasında Cnn Türk kanalında 5n1k Programında Başbakan’a cevap veren çocuk…
Tufan kardeşim diyor ki:
-“Sokaklarda kalan çocuklara ekmek götürürken sade ekmek değil ekmek arası mutluluk da götürsünler. Yani ekmeği orada bırakıp gitmesinler, oturup bizimle yesinler.” diyor.
Bu çocuklar kısacası bizi istiyorlar yanlarında. Yurt açıp, 100 çocuğu içine doldurarak değil. O yataklarda beraber uyuyarak, beraber rüya görerek, “beraber joplanarak değil beraber ıslanarak ıslanarak aynı yağmurda”
Ne tür çalışmalar yapıyorsunuz?
Modernizmin ve Kapitalizmin el ele vererek yoksullaştırmaya ve köleleştirmeye çalıştığı zihinlerimizi onların pençelerinden korumaya çalışarak, beraber inşa olabileceğimize inandığımız mekanlar oluşturmaya çalışıyoruz. Okumalar yapıyoruz. Sokaklarda kalan çocukların yaşadığı metruk mekanlarda ve köprüaltlarında kişisel temizliğinden sağlık sorunlarına, kişisel sorunlardan toplumsal sorunlara kadar her problemde kardeşlerimizle iç içe olarak dayanışmaya çalışıyoruz. Çocuklarla beraber yaşayan sokak köpekleri ve onların yavrularıyla da ilgileniyoruz. Birbirimizin her ihtiyacında yanında olmaya çalışıp, bulursak bölüşüyoruz bulamazsak gülüşüyoruz. Beraber çalışıyoruz. Beraber üretmeye çalışıyoruz. Kimimiz kitapevinde, kimimiz bir nakliyat işinde, kimimiz alarak, kimimiz satarak… Herkes bulunduğu yerde ne işe yarıyorsa o işin bir ucundan tutarak…
Kaynak:
http://www.adilmedya.com/ekmek-degil-ekmek-arasi-mutluluk-getirsinler-h30585.haber
merhaba dostlar,gercek memleketimiz olarak tum canlilarin ana rahmi olan vucudu sehrine hosgeldiniz,sevgiler…. bizim olan var sandigimiz seyler aldatmadan baska bir sey degildir,,,, memleket cocukluk devriydi, o da cocuklardan alindi, yerine elem ve keder, satin beyler satin,,
ben 3 yaşımödan 16 yaşima kadar yuvada kaldım hep dayakyedim aşagilandım hatta yurdun muduru keyfi olarak beni döverdi haerkesin kımsesi gelirdi benim kımsem gelmedi cok çaresizdim 16 yuaşimda yurttan kaçtım şimdi 42 yaşimdayım ve cok carasizim acaba memur olabilecekmiyim hakkımı iptal etmişler firardan dolayı yardımcı olun rica ederim
kardeş, kadiri arayıp sordum. çok büyük ihtimalle memurluk hakkı iptal olmuştur dedi ne yazık ki. ama yine bir şansını denesin, gitsin sorsun dedi. yapabileceğimiz bir şey varsa yazarsın.