Dönüşüme Kafa Tutan Ev – Akif Emre
Muhafazakar / mütedeyyin mahallede kentsel dönüşüm meselesi nostaljik ve estetik bir tartışmadan öteye geçemiyor. Şüphesiz bu durum mevzunun ekonomi-politik mahiyetinin can sıkıcı, mide bulandırıcı durumlara temas etmesiyle yakından alakalı. Yazılarında sağ-muhafazakar düşünceyi ustalıkla yapısöküme uğratan Akif Emre, sıkça başvurduğu semiyolojik okumasıyla tam da Harvey’in önerdiği gibi, kentsel dönüşüm meselesini toplumsal ve ekonomi-politik cihetleriyle, sahici bir şekilde tartışmaya çağırıyor bizi. Bu davete coşkuyla icabet ediyor ve kulak kesiliyoruz.
http://yenisafak.com.tr/
Dönüşüme Kafa Tutan Ev
Fotoğrafa bakınca ‘dünyaya kafa tutan bir ev’ dedim kendi kendime. İki katlı, sadece kendinin hacmi kadar genişlikte bir tepede asılı gibi duruyordu. Çok kısa bir süre önce aynı toprak zemini paylaştığı evler, koskoca bir semt gitmiş, dev kepçeler semti alabildiğine eşmiş, bir mahalleyi alabilecek genişlikte bir alan çökmüştü. Bu yeni çukur alanda, etrafı tamamen boşalan iki katlı bina, sanki ortaçağ şatolarını hatırlatır biçimde sipsivri bir tepede tek başına kalmıştı. Her an çökme tehlikesiyle karşı karşıya olduğu fotoğraftan bile anlaşılıyor.
Hikâye, bir kentsel dönüşüm projesinin sürreal bir fotoğrafla özetlenmesinden ibaret. İki katlı evin sahip/leri kentsel dönüşümü gerçekleştiren firmayla anlaşamadığı için tüm semt yerle bir, daha doğrusu yerin yedi kat derinliğinde bir zeminle, düzlenmesine rağmen boşluğun tam ortasında bir ada gibi duruyor.
Kentlere yapılan büyük müdahalelerin sadece ekonomik, estetik ya da mimari açıdan tartışmalı konular olarak değil, daha insani, kültürel boyutta ele alınması gerekir. Sosyal travmalar, ekonomik rantlar göz ardı edilerek mevcut çarpıklık üzerinden şehrin dokusuna yapılan toplu müdahaleler ele alınamaz. Gecekondulaşmayla ortaya çıkan şehirlerin çarpıklaşması meselesi, özellikle 1950’lerden sonra başlayan ve 80’ler itibariyle iyice kontrolden çıkan bir toplumsal altüst oluş hikayesidir. Ama bundan önce, mesela sur içinde, Süleymaniye çevresindeki tarihi semtin terkedilmiş halini her gördüğümde içim burkulurdu. Bir yanda sembolik olarak Osmanlı kültür hayatının en seçkin semtinin kâğıt depolarıyla, imalathanelerle işgal edilmesiyle tarihten öç alınması -ki bunun bilinçli olduğunu düşünürüm- diğer tarafta bekar odalarında, tüp ocaklarda akşamları yemek pişiren işçi gençlerin, yıkılmaya yüz tutmuş eski ahşap evlere sığınan kalabalık aileleriyle Anadolu’dan gelen insanların İstanbul macerası…
Gecekonduların şehrin varoşlarını istila etmesi göze hiç de hoş gelmezken, Anadolu’dan on binlerce insanın büyük şehirlere akın etmesini teşvik edecek politikaların sürekli canlı tutulması bu şikayetin samimiyetsizliğini açık eder. Geçenlerde E5 üzerinde bir gecekondu mahallesinin dönüşüm hikayesini özetleyen bir görüntü dikkatimi çekti: Her biri bahçeli evlerden taşan ağaçların, sarmaşıkların bölgedeki tek yeşillik olduğu, basit malzemeden yapılmış gecekondulardan oluşan semt dönüştürülüyor. Bu basit yapılı, bahçeli, çok daha insani görünen evlerde oturanlar 15-20 katlı binalara taşınıyor, semt bir anda beton yığını haline geliyor. Basit malzemeden yapılan bu evlerin tabiatta dönüşmesi daha kolayken artık bu dev binaların tabiata geri dönmesi neredeyse imkansız. Sadece çevre sorunu olarak bakıldığında bile iptidai gecekondular modern gecekondulara göre daha tabiata uygun, daha çevreci…
Tekrar tek başına tüm hikayeyi özetleyen o sürreal fotoğrafa dönecek olursak; çürük, en küçük sarsıntıda yerle bir olma ihtimali yüksek yapılardan oluşan semtler, sağlıksız şehirleşme ve bunun yerine yeni bir şehircilik anlayışı ile yenilenme… Tüm sorun da bu noktada ortaya çıkıyor zaten. Gerçekten yeni bir şehircilik anlayışı ile yenilenme mi? Yoksa son 30-40 yıl içinde bunca göç ve altüst oluşa rağmen bir şekilde kendi sosyal, kültürel dengelerini oturtmaya başlayan semt lerin sosyal dokusuna müdahale edecek ya da bu dengelerin hiç birinin dikkate alınmadığı yeni bir çözülme süreci mi? Asıl önemlisi, modern şehirlerde adaletsizlik ve haksız kazancın en fazla kendini gösterdiği rant oluşturma faaliyetinin neresindeyiz? Toprağın, mülkün kullanımının belli alanlara teksif edilerek şehrin belli alanlarının olağanüstü rant alanı haline getirilmesi ile müslümanca paylaşım, adalet, kazanç gibi ilkelerin neresindeyiz? Tüm bu soruları ıskalayarak, önemsemeden, hatta hiç gündeme almadan yapılan ve pek de kârlı görünen bir dönüşüme karşı ne diyoruz?
Şehirlerin değişmesi, dönüşmesi kaçınılmaz. Önemli olan bu dönüşümün hangi adalet duygusu, ekonomik model, ekolojik denge, kültürel ve sosyal doku gözetilerek, öncelenerek yapıldığıdır. İstanbul’da, Bursa’da, daha pek çok şehirdeki ucube, çok katlı dönüşümlerin vicdanlarda açtığı yaraya bakarak diyebiliriz ki: ‘değişmiyor, dönüşüme zorlanıyoruz!’
Şehirler de direnir ve şehirler yalan söylemez.