Darbe Girişimine Karşı Direnişe Çıkan Kadınlar Anlatıyor
DİLARA GÜRCÜ
15 Temmuz gecesi yaşanan darbe girişimi ve sonrasındaki kaos ortamı hepimizi derinden etkiledi ve kaygılandırdı. O gece yaşananları uzaktan izleyen bir kadın olarak, mücadele, savaş ve kaosun olduğu ortamlarda erkeklerin kendilerinde meşru hak olarak gördükleri eril şiddetin kadınlar üzerinde nasıl etki bırakacağı konusunda kaygılandım günlerce. Sonra sokaklarda kadınların da olduğunu öğrendim.
Tankların karşısına geçmiş, canı pahasına dimdik ayakta duran kadınları gördüm. Ben darbe girişimi gecesi Türkiye’de olsaydım, değil sokağa çıkmak, korkudan yatağımın altından dahi çıkamazdım. Bu kadınların cesareti, canları pahasına sokağa dökülmesi beni hem utandırdı, hem de umutlandırdı. Sokaklara dökülen bu kadınlardan ikisine ulaştım. Laikliği savunan, ateist bir feminist olduğum için benim röportajımda yer almak istemezler sanmıştım. Oysa görüşlerimiz, inançlarımız veya inançsızlığımız farklı olsa da kadınlığımız üzerinde birleştiğimiz cevabını aldım.
27 yaşındaki Esra Gümüş ve 28 yaşındaki Nebiye Arı darbe girişiminden sonra İstanbul’da sokaklara çıkmış Müslüman kadınlardan. Yaşananları tanklardan, silahlardan, siyasetçilerden, analizcilerden ve en çok da erkeklerden bolca dinledik. Biraz da sokağa çıkmış kadınlardan dinleyelim mi?
1. 15 Temmuz gecesi sokağa çıkma motivasyonunuz neydi? Darbe sizin için neyi ifade ediyor?
Esra: 15 Temmuz gecesi ailece oturmuş sohbet ediyorduk, sonra sosyal medyada herkesin paylaştığı, askerlerin köprüyü kapattığı o fotoğrafı gördük. Televizyonu açtığımızda darbe yapıldığı söyleniyordu. O an kalbimin yerinden çıkacak gibi olduğunu hissettim. Hep televizyonlarda darbenin nasıl olduğunu izlemiş; yakınlarımızdan dinlemiştik. Darbe kelimesini duymak bile hepimizde aynı şok etkisini yarattı. O an her şeyin bittiğini, artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını düşündüm. İşkenceler, yasaklar, ölümler geçti gözümün önünden. Hiç düşünmeden hepimiz sokağa fırladık. Sokağa çıkarken geri dönmeyeceğimizin, nasip olursa şehit olabileceğimizin farkındaydık ama olsun; “yeter ki vatan sağ olsundu!” Bizi sokağa çıkaran düşünce buydu.
Nebiye: Biz 16 Temmuz’da öğlen çıktık evden. Önce Vatan Emniyet Müdürlüğü’ne sonra da İBB, Saraçhane bölgesinde çatışmaların olduğu yerlere gittik. Neler olduğunu görmek ve 15 Temmuz şehitleri için gıyabi cenaze namazına katılmak istedik. Açıkçası sokağa çıkma motivasyonum halkın darbeye karşı cesur mücadelesinde yer alabilmek idi. Darbe benim için silahlı güçlerin devleti gayri meşru yollarla elde etmesi anlamına geliyor. Siyasi görüşleri farklı bir sürü insanın hapishanelere kapatılması veya öldürülmesi, gözaltında kaybı anlamına geliyor. Yıllarca hüküm sürecek baskıcı darbe anayasası anlamına geliyor.
2.Nebiye, meydanlara çıkarken “darbeye karşı yaşasın toplumsal barış” pankartı taşıdınız, bu çok değerli, neden o pankart?
Nebiye: Ben ve arkadaşlarım bu darbeden önce de Kürt bölgelerindeki OHAL uygulamalarına karşı barıştan yana saf tutuyorduk. Kürt bölgelerinde katliam yapan ve savaş hukukunun dışına çıkan askerlerin çoğunun bu darbe girişimine dâhil olduğunu görmüş olduk. Kürt bölgelerinde yürütülen savaş hâli darbecilere cesaret ve güç veren bir ortam oluşturmuş olsa gerek ki, oradan aldıkları güç ile birçok insanımızın ölümüne sebep olacak darbe girişiminde bulundular. Biz de buradan yola çıkıp “darbeye ve savaşa hayır” diyerek Türkiye’de yaşayan halklar için toplumsal barış umudunu hatırlatmak istedik. Toplumsal kamplaşma bir takım siyasi faaliyetlerde işlevsel rol oynadığı için körükleniyor olabilir yalnız bunun ülkenin geleceği için kötü bir yatırım olduğu gerçeği görmezden geliniyor. Biz ya bir arada barış içerisinde yaşayacağız ya da bu kamplaşmanın ağır sonuçları ile yüzleşmeye devam edeceğiz.
3. Dışarıdan gözlemlediğimiz sokağa çıkan halkın çoğunluğunun erkek ağırlıklı olduğuydu. Sonra sizin gibi direnen kadınlar olduğunu da gördük. Sokaktaki kadın temsiliyeti nasıldı? Bir kadın olarak bu direnişin içinde kendinizi nasıl hissettiniz?
Esra: O gece kadınların cesaretini gösteren bir durumdan bahsedeyim size. Sokağa çıktığımızda kalabalık yeni yeni toplanıyordu ve o saatlerde hâlâ Cumhurbaşkanımızdan haber yoktu. Sonrasında Cumhurbaşkanının havaalanına geldiğini öğrenince havaalanına yürümeye başladık; ama uzaktaydık. İçinde bulunduğum gruptan bazıları “dönsek mi, oraya varamayız” gibi serzenişte bulununca biz kadınlar karşı çıktık. O an hep birilikte şunu haykırdık gruba: “Ölmek var, dönmek yok bu yolda!” Bunun üzerine birkaç erkeğin şunu ifade ettiğini duydum: “Kadınlar bizden daha cesaretli çıktılar. Haydi arkadaşlar gevşemek yok!” Tıpkı erkekler gibi kadınlar da o gece sokakta, ellerinde bayrak, dillerinde tekbirle darbeye karşı olduklarını haykırdılar. Hepimiz o an hem gururlu hem endişeli ama kararlıydık. Vatan savunmasındaydık, canımız pahasına da olsa onlara ülkeyi teslim etmeyecektik. O gece bizim için ya varoluş ya da yok oluş gecesiydi. Biz kadınlar sonraki akşamlar da meydanlara çıkmaya devam ettik. Şunu tüm kalbimle söyleyebilirim ki o gün herkes; yaşlı, genç, çocuk, kadın, Türk, Kürt, sağcı, solcu hepsi tek yürek olmuş darbeye karşı durdular; canlarını düşünmediler, vatanı düşündüler. Tabii ki böyle bir tabloda yer almak gurur verdi bana.
Nebiye: İlk günden itibaren sokaklarda kadınlar olduğunu gördüm. Zaten 15 Temmuz’da tanklara karşı mücadele ederken hayatını kaybeden kadınlar olduğunu da gördük. Her toplumsal olayda olduğu gibi erkeklerin katılım oranı kadınlara göre elbette daha fazlaydı. Ama meydanların genelinde erkek yoğunluklu eylemler demek bence gerçek görüntüden ve mücadeleden uzaklaştıracak çok nicel bir değerlendirme olur. Eylemlerde bir kadın olarak kendimi diğer eylemlerden farklı hissetmedim açıkçası. Benim için ilginç olan herkesin polisle fotoğraf çektirmesi, akrep ve TOMA’ların arkamızdan gelmiyor oluşuydu.
4. Ellerinde sopalarla, bıçaklarla, silahlarla dışarı çıkan erkekler de vardı, bu erkeklerden, doğabilecek provokasyonlardan ve çatışma anlarından korkmadınız mı? Size cesaret veren neydi?
Esra: Ellerinde sopa olan insanlar o sopaları tanklara, bombalara karşı kullanmak için almışlardı, oradaki insanlara karşı değil. Madden bir sopanın bir tanka üstün gelemeyeceğinin o insanlar da bilincindeydi; ancak iman gücünün üstünde hiçbir gücün olmadığının da farkında olduklarından o darbecilere karşı savaştılar. Biz kadınlar bunun bilincinde olduğumuzdan hiç korkmadık hatta aksine o ellerinde taş, sopa olanların sayesinde kendimizi güvende hissettik.
Nebiye: 16 Temmuz ve sonraki günler sopalı, silahlı beyler ben görmedim açıkçası. Ama evimize gelen silah sesleri bizi ara ara korkuttu. 15 Temmuz gecesi evimizin üzerinden yakın uçuş ile geçen jetler ve oluşturdukları sonic patlamalar bizim için sarsıcı oldu. Galiba jet seslerinden sonra dışarıdaki erkekler pek de korkutucu gelmedi. Alanlarda öyle bir şey görmedikten sonra suni korkular ile de kendimizi eve kapatmak oldukça saçma olurdu.
5. Medyadan bazı askerlerin linç edildiğini gözlemledik. Savaş, çatışma ve kaosun olduğu dönemlerde erkek şiddeti artıyor. Bu ortamdan faydalanarak kadına şiddeti ve tacizi meşru gören erkekler hakkında ne düşünüyorsunuz? Bunu engellemek için nasıl bir yol izlemek gerekiyor?
Esra: Maalesef malum medya halkın askeri linç ettiği, boğazını kestiği gibi yalan haberler yapmakta. Halk teslim olan askerleri bağrına basmıştır, nitekim çoğu askerin darbe yaptıklarından haberi bile yoktu. Oradaki her insan askerin de polisin de bizim evladımız olduğunun farkındaydı. Asker bizim gururumuzdur, onurumuzdur. O gün halk kendisine ateş eden, bomba yağdıran, üstüne tank süren darbecilere karşı durmuştur. Bunun adı linç değil, meşru müdafaadır. Böylesi kaos ortamından faydalanıp kadına taciz, şiddet uygulayan insanları şiddetle kınıyor ve bu insanların en ağır cezalara çarptırılması gerektiğine inanıyorum. Ancak bahsettiğimiz bu durum şu süreçte kesinlikle yaşanmadı. Meydanlarda bırakın kadına şiddet uygulamayı aksine kadınlara zarar gelmesin diye kendilerini siper edip kadınları korumaya çalışan onlarca erkek vardı. Canları pahasına hiç tanımadıkları kadınları korudular.
Nebiye: Türkiye’de yaşayan kadınlar olarak zaten sürekli taciz ve şiddet tehlikesi ile karşı karşıyayız. Her gün kadınlar şiddet görüyor, öldürülüyor, tacize, tecavüze uğruyor ve bununla yaşamaya çalışıyoruz. Kadının sadece erkeğe hizmet ve fedakârlık için yaratıldığını düşünen erkek aklı, tacizi ve şiddeti de bu akıl ile kendisi için kolaylaştırıyor. Bir kadını istediği şekilde modern göremeyen erkek de, istediği şekilde muhafazakâr göremeyen erkek de aslında anlayışına yani modernliğine veya dindarlığına ters bir şekilde o kadını taciz etme yoluna gidiyor. Hepsi için geçerli olmasa da bu bir nevi kendi eksikliğini, taciz ve şiddetle hâkimiyet kurarak giderme isteğinden geliyor. Özellikle darbe karşıtı gösteriler devam ederken birkaç kadından göstericiler tarafından taciz edildiği hikâyeler duyduk, okuduk. Ama yine de kadınlar geceleri de, meydanları, parkları ve camileri bu tacizcilere bırakıp saklanmayacak, talepleri ve yumrukları ile alanlarda olmaya devam edecekler. Bunu engellemenin yolu yine kadınların ve erkeklerin bu zihniyet ile mücadelesinde yatıyor.
6. Kalıp yargılarla tanımlamak istemiyorum ama anlaşılması kolay olması açısından şöyle soracağım; Türkiye’de “Müslüman/geleneksel” kadınlar ile “laik/modern” kadınlar arasındaki uçurum giderek büyüyor. Müslüman bir kadın olarak bunu nasıl gözlemliyorsunuz? Kadın hareketinin din, dil, ırk, politik görüş gibi kimliklere bölünmeden ortak hareket edebileceğine inanıyor musunuz?
Esra: Ben ülkemin kadınlarını mozaik taşlarına benzetirim. Farklı renkler gökkuşağını oluştururlar. Herkesten aynı olmasını, aynı şeyleri düşünmesini, aynı şekilde yaşamasını bekleyemeyiz. Ben insanların inandıkları ve istedikleri gibi yaşamaları gerektiğine inanıyorum. İnançlı bir insan dinini istediği gibi yaşayabilmeli ve bundan dolayı yasaklarla karşılaşmamalı; aynı şekilde modern ve laik kesim ya da inanmayan kesim de istediği gibi yaşayabilmeli. İsteyen mini eteğini giyebilmeli, isteyen başörtüsünü takabilmeli. Bu farklılık bir uçurum değil bir birleştirici güç olmalı. Biz farklılıklarımızla güzeliz. Herkes birbirini olduğu gibi kabul ettiği ve hoşgörüden taviz vermediği sürece kişinin dininin, dilinin, siyasi görüşünün bir önemi olmadığı kanısındayım. Bu şekilde ortak hareket edebilir, büyük bir güç olabiliriz ki bunun en güzel örneğini 15 Temmuz gecesi ve müteakip gecelerde hep birlikte gördük.
Nebiye: Ben ve çevremdeki arkadaşlarım, politik olarak birlikte yol yürüdüğüm yoldaşlarım toplumsal kutuplaşmada taraf olmayı reddedip, bunu kırmak isteyen insanlar olduk genelde. Bu bazen oldukça zorlayıcı olsa da bunun hayırlı sonuçlarını da yer yer gördük. Biz bunu reddediyor olsak da böyle bir uçurumun gerçekliğinden bihaber olmamamız mümkün değil. Türkiye’deki kadın hareketi de birçok noktada birbirinden ayrılıyor ve bu elbette din, ırk ve sınıfsal farklardan ötürü gerçekleşiyor. Ve elbette iktidarın makbul kadını olmadığı sürece yıpratılan, parmakla gösterilip hedef haline getirilen bir kadın figürü var. Bu ötekine saygısızlık hâli toplumdaki kadınların arasındaki uçurumu genişleten korkunç bir duruma da tekabül ediyor. Kadınların ortak hareket edebileceğine dair idealist bir tahayyüle sahibim; fakat biraz daha gerçekçi baktığımız zaman, yakın zamanda gerçekleşme ihtimalinin olmadığını düşünüyorum. Ama umut her zaman mücadeleyi diri tutmanın birincil şartıdır. Çünkü bir yandan bu toplumsal kutuplaşmaya aldırmadan bir araya gelen kadınlar olduğunu ve birlikte iş yaptığımızı biliyorum. Mesela “Barış için Kadın Girişimi” bu umut verici alanlardan sadece biri.