“Çocuklarmış, haydi oradan, alçaklar!” – Ümit Kıvanç
Son zamanların en büyük tartışması dağa çıkan yada çıkarılan gençler, çocuklar meselesinde herkesin kafası karmakarışık, yok çocuklar kendileri gitti diyen de, onları PKK kaçırdı diyen de var, o çocuklar için eylem yapan ailelerin MİT’ten para aldığını söyleyen de var, çocuklarının oralarda istekleri dışında götürüldüğünü söyleyen de, ha bir de çocukların geri getirilmesinin sorumluluğunu parti yetkililerine yükleyen Devlet büyükleri de mevcut.
Çocuklarmış – haydi oradan, alçaklar!
Türk Millî Eğitimi: Çocuğa daha büyük kötülük olur mu?
Cumhuriyet’in asker hegemonyasında geçen uzun onyılları boyunca, çocuklar, çocuklarımız, kendilerini dünyadan koparacak bir beyin yıkama ameliyesine tâbi tutuldular. Türk Millî Eğitimi denen öğütücü mekanizma, öyle basitçe milliyetçiydi, şuydu buydu deyip geçiştirilecek bir şey değildir; böyle bir şeyi kurup yürütmek neredeyse bir insanlık suçu sayılır. (Hâlâ sürdürülüyor!)
Çünkü Türk Millî Eğitimi’nin esas olarak yaptığı, insanları “düşünmek” dediğimiz faaliyetin asgarî gereklerini kavrayamayacak hale getirmektir. Türk Millî Eğitimi, nedensellik diye bir kavramdan habersiz nesiller yetiştirdi. Ortalama muhakeme kabiliyetimiz, yani birtakım nedenleri yanyana koyup, ağırlıklarını tartıp, bunlardan ihtimaller, sonuçlar çıkarabilme yeteneğimiz son derece kısıtlıdır. Yurttaş veya insan değil bol miktarda sıra neferi, az miktarda da subay yetiştirmeyi hedefleyen bu eğitim sistemi, bugün kimsenin kimseyle sahici bir tartışma yapamamasının, demokrasi kültürünün gelişememesinin, dünyaya yönelik ilgisizliğin, tarihe bakışımızdaki muazzam çarpıklıkların, psikolojik-patolojik denebilecek hastalıklarımızın başlıca sebebidir. Çocukların okumayı sevmeyişinin başlıca sebebidir. Merak duygusunun güdük kalmasının başlıca sebebidir.
Cumhuriyet’i “bu topraklara yabancı” bulan ve “millî değerlerimize” pek düşkün muhafazakârlarımızın çocuklara yaklaşımı “noktasında”ysa, nezaket icabı, ancak derin bir suskunluğa gömülebiliriz. Sekiz yaşındaki çocuğa başını örttürmek, bir genç kızın kendi karar verip başörtüsü takmasına benzemez. Pek fena çağrışımları vardır.
Bugüne gelelim. 12 yaşındaki Uğur’un bedeninden 13 kurşun çıktı. “Atatürk Cumhuriyeti gençlere emanet etti!” diye her fırsatta haykıra haykıra Gençlik Marşı söyleyen, Aydınlanma’cı çağdaş muhteşem insanlardan ne ses çıktı? Hiç. Niye? Çocuk Kürt. Çocuklar ikiye ayrılır… Tamam anladık, geçiniz. Küçücük Ceylan’ın parçalarını annesi çayırdan topladı. Kim ne dedi? Dik Duran Uzun Adam ve toplumundan ne ses çıktı? Hiç. “Taş atan çocuklar” diye bir meselemiz oldu, hatırlıyor mu kimse? Kimdi bu çocuklar. Niye taş atıyorlardı? Niye canlarının yakılmasını, dipçik yemeyi, kollarının kırılmasını -hatırlayın, bu da oldu, polis bilerek kolunu kırdı çocuğun- göze alıyorlardı?
Bir çocuk durup dururken canının yanmasını niye göze alır? Kendine bunu soran oldu mu, “efendim, taşan atan çocuklar problemiii…” diye nutuklar atarken? Rekor, tabiî Roboski katliamındaydı. 34 insan uçakla bombalanarak parça parça edildi. Analar görmesin diye adamlar çocukların parçalarını alelacele toplayıp gömmeye çalıştı. Otuz yaşının üzerinde iki kişi vardı, yarısı çocuktu öldürülenlerin. Ne oldu? İki gün sonra Batı’daki büyükşehirlerde yılbaşı eğlenceleri yapıldı. Yılbaşında eğlenmeyen mütedeyyin ahalinin de o sırada tek derdi, yılbaşı kutlayanlara kızmaktı.
Rojava sınırında geçenlerde iki çocuklu bir kadını çocuklarının gözü önünde vurup öldürdüler. Koskoca devlet, bir kadını yakalayamıyor, vurup öldürüyor. Anneleri gözlerinin önünde vurulan çocuklar da dağa gittiğinde yayın yaparız, “PKK çocuk kaçırıyor” diye!? Sonra sınırda bir çocuğu vurdular, çocuk iki gözünü kaybetti. Kör oldu. Ölüyordu da, kurtarıldı. Bugün yine bir çocuğun vurulup öldürüldüğünü öğrendik. Bu arada, Suriyeli muhalif savaşçıların az ötede durmadan girip çıktığı bir sınırdan sözediyoruz, ama onu karıştırmayalım, sahneyi zihnimizde canlandıralım: Sınırda bir çocuk görülüyor, subay “vurun!” diyor, askerler de vuruyorlar. Bakar mısınız! Türkiye Cumhuriyeti’nin çocuğa yaklaşımı bu işte. Çocuk yahu, çocuk!
Ne fark eder? Siyasî amaçla kullanılabilecekse, çocuk değil, ölüsü bile kullanılır. Başbakanın Berkin Elvan hakkındaki konuşmaları, annesinin mitingde yuhalatılması, öyle basit gündelik olaylar değil. Çocuğun “bilyeleri” meselesini hatırlayın. Başbakan dedi ki: Çocuk diye bir şey yok; düşmanın çocuğu büyüğü olmaz.
Sapıkların ortasında savunmasız ufaklıklar
Alanı değiştirelim. Eskiden ÇEK şimdi SGK yurtlarındaki kimsesiz çocuklar… Bunların hayat şartları. Uğradıkları tacizler tecavüzler. Bir şekilde hapse düşme bahtsızlığına uğrayan çocukların uğradıkları cinsel saldırılar, tecavüzler. Bunlar, savcı deyişiyle hayatın olağan akışının parçası olarak, biz yemek yerken, film ya da maç seyrederken, siyasî tartışmalarda birbirimize üstünlük sağlamaya çalışırken, bir yandan sürüyor. Utanmadan “çocuk gelinler” diye adlandırdığımız mesele? Var mı bir tedbir falan? Kimse ayıplıyor mu, kınıyor mu, büyükşehirlerdeki duyarlı ahali dışında? Yahu çocuk gelin falan yok, sapık pedofiller var. Düpedüz, çocuk becermeyi isteyen herifler ve onlara hizmet eden kadınlı-erkekli bir toplum ve tabiî devlet var. “Çocuk gelinler” meselesini azıcık kurcalayın, altından ne çıkacak? Bu korkunçluk, çılgın burjuvaların fantezi peşinde bin türlü rezilliğe battığı uçuk ortamlarda falan cereyan etmiyor. Toplumun muhafazakâr kesiminde yaygın esas. İnsanların “hassasiyetleriyle oynamamak” adına deşilemeyen bu mevzular günü gelecek deşilecek, koca koca herifler sonsuza kadar küçücük kızları alıp cinsel zevk ve ev işi yaptırma amacıyla kullanamayacaklar. Ama şimdilik durum bu. Ve toplumun büyük bölümünce normal karşılanıyor, Cumhuriyet tarihi boyunca bu rezaletin ortadan kalkması için etraflı ve derinlikli bir çalışmayı kimse yapmadı. Küçük kız ve oğlan çocuklarını kaçırıp tecavüz edip bir kenara atan bu kadar çok insanın çıkması tesadüf gibi mi görünüyor?
Çocuğunu joystick’le idare edilen, pil takılmış bir heykel sayan ve onu dilediğince yontan, kendi içinde kalmış ne varsa çocuğu aracılığıyla gerçekleştirmeye çalışan, çocuğuna yarış atı muamelesi yapan büyükşehirli sapıkları da bu başlık altında anıp geçeyim. Ricam, bütün bu sapkınlıkların ne kadar yaygın olduğunu ve ne kadar çok çocuğun bunlardan gördükleri zarar, aldıkları hasar nedeniyle yaralandıklarını hesaba katmanız.
İkiyüzlülük doruklarda
“Aman efendim, şu PKK’nin yaptığına bakın, ne vicdansızlar, düşünebiliyor musunuz çocukları kullanıyorlar!..” Kapatın çenenizi! Hepiniz vicdansızsınız ve kiminiz devletin bilmemnesi uğruna çocukları aptal etmeyi göze alıyor, kiminiz ailenin şanı şerefi uğruna çocuğunu manyak ediyor, topluca zaten çocuklara yaşayacak yer bırakmamaya yeminli gibiyiz, bir PKK mi vicdanlı olacaktı? O da siyasî örgüt, hepimiz nasıl alıştıysak öyle yapıyor, o da çocukları bir motif olarak kullanıyor. Siz ona karşı kullanmak istiyorsunuz, “çocuklarımızı kaçırıyorlar, Kürt anneler de PKK’ye karşı” manzarası yaratmak istiyorsunuz, PKK de, “hayır, kaçırmıyoruz, onlar bize geliyorlar” manzarasıyla puan toplama gayretinde.
Üstelik, bu konuda da yine dört taraftan ikiyüzlülük var. Çocuk ve gençlerin, özellikle ergenlik civarındakilerin dağa gitme güdüleri konusunda Batı’da kimsenin hiçbir bilgisi yok. Türklerin çoğunluğunun zaten Kürt deyince tek anladığı şey olay, eylem, silah, PKK, aman toprağımız, sınırlarımız… bunlar. Kürtler de, çocukların niye evlerinden, kendilerini bekleyen yakın gelecekten kaçtıklarına dair dürüst konuşmuyor. Meselâ genç kızların çoğu, istemedikleri biriyle evlendirilmekten, gidip yeni gelin sıfatıyla koca bir -yabancı- evin yükünü üstlenmekten, kimbilir kaç yaşına gelene kadar gönlünden geçen hemen hiçbir şeyi yapamayacağı bir hayat sürme tehlikesinden de kaçıyorlar. Bu kızlar elbette halklarının onyıllardır çiğnenen onurunu kurtarmanın da peşindeler, orası ayrı. Ama evlerinden, köylerinden, mahallelerinden kaçmalarının basbayağı özel sebepleri de var.
Delikanlılar için de böyle. Kızkardeşleri gibi, onların da ya babası köyün ortasında yatırılıp postallarla çiğnenmiştir ve o günden beri yüzünü yerden kaldırmıyordur ya ablası hapistedir ya ağabeyi dağdadır, vuruldu haberi kaç defa gelmiştir de sonradan yanlış çıkmıştır da anası ferahlamıştır… “Dağ” dendiğinde, Samanyolu televizyonunun habis ırkçı dizilerini yazan hem kötü ruhlu hem dangıl senaristlerle aynı şeyi hissetmelerini mi bekliyorsunuz? Bunun ötesinde, doğru dürüst okulu olmayan, tepesinden sürekli savaş uçakları geçen köyden çıkıp üniversite mi kazanacak? İşlerden iş mi beğenecek?
Dağa gittiklerinde bu çocuklar, anlam verebildikleri bir hayata sahip oluyorlar. Gerilla oluyorlar. Sen devletsen devletliğini bilseydin de bu çocukların hayatına anlam verecek bambaşka, ölümsüz, mermisiz seçenekler hazırlasaydın. Babalarını öldürmeseydin, Analarını hapislerde süründürmeseydin. Ağabeylerini öldürüp kulaklarını kesmeseydin, ablalarını panzere takıp sürüklemeseydin. Onları uçaklarla bombalamasaydın, kollarını kırmasaydın, 40-50 seneliğine hapislere atmasaydın. Sen daha Uğur’un katillerine kıyamadın!
Ay, aman, çocuklarımız… muhabbeti yapanların yüzde doksanı yalancı, numaracıdır. Türkiye’de çocuklar hakkında konuşmaya pek az insanın hakkı var. Hele mütemadiyen çocuk öldüren, gizli tanık ifadesiyle liseli çocuğu ömürboyu hapiste çürütmeye çalışan bir devleti yönetenlerin ç harfini ağzına almaya bile hakkı yok.
(Not: Burada söylemek istediğim pek çok şeyi açıkça, olması gerektiği gibi söyleyemedim. Günün birinde icabına bakacağım elbette, şimdilik böylece bilinsin.)