Cihan Tuğal – Muhafazakar Bir Ülkede Emek ve Siyaset

3 Responses

  1. bedri dedi ki:

    Yazı meseleye bence meseleye vicdanlı bir bakışın ürünü ve samimi bir arayışı ve yakınmayı barındırıyor. Tırnak içinde solun açmazlarına dair ciddi bir tahlil anlamı da taşıyor. Ömrümün büyük çoğunluğunda tırnak içinde solu küçümsemiş ve tırnak içinde sola dair ciddi okumalar yapmamış biri olarak bende hemen hiçbir heyecan uyandırmadığını tahmin edersiniz. Aksine samimi olmasına rağmen bazı noktalarda gülümsememe yol açacak ve hayli eksik ön kabullerle dolu bir yazı kanaatimce.

    “Tam da bu noktada, Latin Amerika ile Türkiye arasındaki farkların çok daha derin ve değişmeyecek bir zeminde, Hristiyanlık ve İslam arasındaki farklarda olup olmadığı sorulabilir. Benim iddiam, bu düzlemdeki farkların dahi bu iki dinin özünden değil, içinde bulundukları toplumlarla olan ilişkilerinden kaynaklandığı olacak.”

    Yazı en temelde şu yanlış ön kabulle bir iki yerde bahsedip geçiştirmek suretiyle, yazılmış. Hristiyanlık ile İslam’ın öz itibarı ile aynı olduğunu ve buradan yola çıkarak alt metinde ikisinin de törpülenmesi gerektiğini düşünen bir zihnin ürünü. Bu varsayımla yapılan her yorum, tırnak içinde sol dünya görüşünü merkeze alan ve diğerlerini de bu “mutlak hakikate” yaklaştırmaya çalışan derin bir indirgemecilik ve üstten bakma anlamı taşır ki bu durum kendi adıma hazmedebileceğim bir şey değil. Açık olmak gerekirse ben ömrüm boyunca İslam’ın hep en üstün olduğunu düşündüm ve buna iman ettim. Bu anlamda “fundamentalist” bile sayılabilirim ancak İslam mefhumunun yanlış yorumlanageldiğini düşünerek şu geldiğim noktaya yani emek ve adalet platformunun İslami bir oluşum olduğunu düşünmeye amma ve lakin bu lansmanın(islamilik) sadece bireysel iç dünyamda anlamlı olduğu kanaatine vardım. Böyle bir genellemeye hakkım/mız da olmadığı için gündeme getirmeye de değer bulmadım.
    Vardığım nokta itibarı ile tırnak içinde solcu ve tırnak içinde dindar ayrımının soyut ve sadece kavramsal tartışma alanında anlamlı olduğunu, bunun yanı sıra böyle bir ayrımın olduğu ön kabulünün en baştan ümitsiz bir yola revan oluşa teşne olduğunu düşünüyorum.

    Ben toplumsal yargıları ve topluma dair yapılmış tüm kavramsallaştırmaları kültürel kodlardan ve jeopolitikten ayrı olarak sözlük anlamıyla kullanmaya baştan karşıyım. Bu yaklaşım ansiklopedistlerden bu yana batılı bir tasnif kokan ve indirgemeci ötekileştirici kapıları sonuna kadar açabilen sorunlu ve sonuçsuz bir şey bence. Eğer ortaklaşmacı bir arayış ve dil varsa Cihan Tuğal’ın ortaya koydukları, bu savıma göre bence sadra şifa olacak gibi durmuyor. Türkiye’de yaşayan herkes bence en azından kültürel olarak Türkiyeli bir dindardır. Eskiden okuduğum Japonya’dan bahseden bir hatıratta geçen Japonların hangi dinde olduklarına dair bir anektotta, Japonların öncelikli olarak Japon olmalarıyla gurur duyduklarını belirtmişti yazar. Latin Amerika’da yaşayan herkes kendine Marksist diyenler de dahil kültürel olarak oraya ait bir miktar Latinoluk ve Katoliklik taşır. Bu kaçınılmaz. Ve sahip oldukları refleksler ister “dindar” olsun ister “Marksist”, dünyanın herhangi bir yerine gittiklerinde peşlerini bırakmaz. Audrey Tautou’nun Londra’da yaşayan bir Türk kızını canlandırdığı bir filmi var. http://www.imdb.com/title/tt0301199/ Orada yaşadığı kültürel açmazlara ve savrulmalara ve hatta Türkiye’deki baskıcı kültürel yapıya olan eleştirilerine rağmen, domuz etini yiyemez. Tiksinir. Beceremez. Şahsen ben hep meseleyi bu kültürel ortaklığı yakalayıp ayrıştırıcı ve dayatmacı karakteri olan cümlelerden sakınarak bir yere varmaya çalışmak olarak değerlendirdim. Ve Tuğal’ın bu yazısının içinde bir arayış ve gayret olsa da kendi adıma çok başarılı ve heyecan verici olduğunu bu noktadan bakarak söyleyemem.

    İkinci olarak yukarıda anlatmaya çalıştığım şeylerden bağımsız olmayarak kurtuluş teolojisinin özellikle tırnak içinde solcu kesim tarafından über süper bir şeymiş gibi anlaşılması halinden fevkalade rahatsızım. Tuğal o kadar abartmamış ve kantarı temkinli kullanmaya çalışmış eyvallah ancak değerlendirmesini yaparken en başta söylediğim öz olarak aynı olma hadisesinden kopamamış. Kurtuluş teolojisi en kaba haliyle Katoliklerin Marksistlere “siz bir miktar haklıymışsınız beyler” demesidir. Ve kendilerini bu doğrultuda revize etmeye çalışmalarıdır. Haliyle bizim ülkemizdeki bence “solcu”lukları hayli tartışmalı olan tipler büyük oranda “evreka” modunda meseleyi sahiplenmeye çalışıyorlar. Konuyu değerlendirirken de birçok parametreyi gözden kaçırıyorlar. Bu konu hakkında okuduğum hemen her yazıda mutlaka ya Frei Betto ya da 1962-65 Vatikan konsili refere ediliyor. O toprakların tarihsel geçmişini, gauchoları(http://en.wikipedia.org/wiki/Gaucho , yerlilerin isyanlarını, yerli panteizmini, sömürgeci zülmü, geç kalınmış Avrupalılık düşüncesini falan denkleme katamadan adam akıllı bir “doğru” tanıya varılabileceğini düşünmüyorum. (Yanlış anlaşılmasın elbette ki bu konularda mutlaka benden çok daha ilerdedirler. Sadece duyduğum üç beş parçalı parametre olabilecek şeyleri sıraladım)
    Bununla birlikte benim kendi adıma durduğum yerden bakınca Marks çok öyle abartılacak bir adam değildir. Büyük adamdır ve bence tekelleşmeyi ta kalbinden bıçaklayacak sağlam bir hakikati formülize etmiştir(artı değer). Bunun üzerine yeni bir iktisadi anlayış geliştirebilmiştir eyvallah. Ancak o kadar. Ötesi yok. Tikel alanlara dair ya da toplumsal işleyişe ve dinamiklere dair ürettiklerinin hayata dair harkulade bir cevap niteliği taşımadığı malum. Şimdi burada Tuğal’a şunu sormak lazım İslam’ın değer sisteminin bu konu hakkında temelde nerede durduğuna dair ne kadar fikir sahibidir. Eğer İslam denilince aklına Türkiye’deki yerleşik dini düşünce dünyası geliyorsa ki bence böyle görünüyor problemli bir durum(yazıda refere ettiği örneklem halkası içince diyanet ve küçük cemaatler vardı.) Zaten hali hazırda bu kurumlar İslam’ın hakikatini temsile haiz olsalardı platformun çatısı içinde namaz kılan kimse bulunmazdı galiba. İslam denilince aklına Diyanet gelmeyenlerden biri olarak Tuğal ile bu konuda ve buradan çıkacak yorumlarda anlaşabilmem mümkün değil.

  1. 17 Ekim 2012

    […] Muhafazakar Bir Ülkede Emek ve Siyaset (Cihan Tuğal / 12.10.2012) […]

  2. 7 Aralık 2015

    […] Muhafazakar Bir Ülkede Emek ve Siyaset (Cihan Tuğal / 12.10.2012) […]

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir