Ertuğrul Mavioğlu – Ceset Torbası
Ertuğrul Mavioğlu’ndan iş cinayetleri meselesi üzerine müthiş bir yazı.
ERTUGRUL MAVİOĞLU
Yoldan birini çevirip, “iş bulup çalışacaksın ama o iş senin katilin olacak” deseniz, size önce anlamsız gözlerle bakacak ve şöyle diyecektir: “Ben canımı sokakta bulmadım.”
Ama bu ülkenin insanları canlarını sokakta bulmuş gibi. Geçim standardının diplerde gezinmesi yetmiyor; her gün zehir soluyarak dirhem dirhem tükenişe ya da inşaatın tepesinde türlü çeşit tehlikeye, tersanede kafaya düşecek bir çekice, madende grizunun yıkacağı galeriye, balık istifi yığıldığı traktör kasasında karşıdan hızla gelen bir kamyonun kocaman gövdesine doğru son sürat sürükleniyor büyük insanlık.
İstatistikler, iş cinayetlerinin boyutlarının ne olduğunu görmemize yardımcı olur. Ama bu istatistikler kayıpları sıralarken, cümleye “en az ölen işçi sayısı” diye başlar. “En az” der, çünkü kayıtsız iş yerlerinde işlenen cinayetler bu istatistiklerde kendisine yer bulamaz. Fason imalathaneler, temizlik işçileri, mevsimlik tarımcılar, merdivenaltı üretim mekanları … Buralarda neler döndüğü, kasabanın sırrına benzer. Eğer kafaya taktıysanız, iş cinayetlerinin ve yaralanmaların bir ipucunu özel hastanelere yapılan müracaatlardan
yakalayabilirsiniz mesela. İstanbul’da özellikle sanayi bölgelerindeki bazı özel hastanelerin neredeyse tüm mesaisi, sigortasız işçilerin kopan ellerini dikmek, ezilen vücutlardaki kırıkları tamir etmekle tükenir. Bu hastanelerin, kaçak işçi çalıştıran iş yerleriyle gördüğü haftalık hesaplar, o meşum suç ortaklığına ayna tutar.
Peki ya işçi ölürse? Bu da sanılanın aksine, çoğunlukla hukuku alanının dışında kalacaktır. Zira işverenler, ailelere kan parası ödeyerek, durumu örtbas ederek beladan kurtulma konusunda hayli ehildir. İşçinin çalışma koşullarıyla ilgili şikayet etmesini beklemek de çare olmaz. Çünkü işçi, adaleti asla kendi yanında bulmayacağını, sınıf kardeşlerinin benzer öyküleri sayesinde çoktan öğrenmiştir. Üstelik kara listeye alınıp bir daha iş bulamamaktan korkar. Zaten cebinde taşıdığı plastik kart, sesini biraz çıkardığında daha büyük bir yıkımla karşılaşacağını anımsatan kötü bir arkadaşa benzer.
Son bir buçuk yılda iş cinayetleri sonucu ölenlere dair güncel tablo, İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin raporları ile önümüzde durmakta. Bu raporlara göre,Eylül 2011’de 59, Ekim 2011’de 142, Kasım 2011’de 57, Aralık 2011’de 52, Ocak 2012’de 62, Şubat 2012’de 42, Mart 2012’de 59, Nisan 2012’de 42, Mayıs 2012’de 59, Haziran 2012’de 87, Temmuz 2012’de 110, Ağustos 2012’de 71, Eylül 2012’de 83, Ekim 2012’de 78, Kasım 2012’de 82, Aralık 2012’de 76, Ocak 2013’de 68, Şubat 2013’de 50, Mart 2013’te de 55, toplamda ise 1334 işçi, iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. Her güne en az üç can düşüyor; emeğe kesilmiş haksız bir ceza bu ve bütün ölülerin gözleri dönüp dönüp yüzümüze bakmakta.
TÜİK’in AKP’nin iktidar olduğu 2002 sonrasına ilişkin iş cinayetleri (onlar iş kazası diyorlar) istatistiklerindeki yükselen grafik ise acımasızlığın bir başka yüzü. İş cinayetleri ve meslek hastalıkları sonucunda yaşamını yitiren işçiler, 2002’de 878’ken, 2011’de 1710’a yükseldi. Yine TÜİK verilerine göre AKP döneminde meslek hastalıkları ve iş cinayetleri sonucu ölen toplam işçi 11 bin 655 oldu. Hükümet sözcüleri, bu korkunç tabloyu “eskiden istatistikler düzgün tutulmuyordu, bizim dönemimizde ciddi bir çalışma var” kaçamağına sığınarak açıklamaya çalışıyor. Peki ama Türkiye’yi iş cinayetlerinde Avrupa şampiyonu yapan, dünyada ise üçüncü sıraya yerleştiren felaketin izahı bu kadar basit olabilir mi?
Oysa on yıldır ekonomide giderek daha da vahşi bir hal alan politikalar, bize işçi katliamının nedenini de söylemekte. AKP’nin yığınları borçlandırarak sisteme mahkum etmesinin yanında, bayraklaştırdığı neoliberal piyasacılığının iş gücünü neredeyse açlık fiyatının altına düşürüp, üretim sürecinde insanı basit bir teferruat haline dönüştürmesinin sonucu hala anlaşılmadıysa, anlatalım;
Piyasacı rekabet ucuz üretimi gerektirir ve bunu sağlamanın en kestirme yolu işçi maliyetlerini düşürmekten geçer. Taşeronun işçiyi sigortasız ve güvencesiz çalıştırdığı, iş güvenliğini hiç mi hiç umursamadığı, çocukları en yaygın iş gücü kaynağı olarak kullandığı elbette ki biliniyor.
Taşeronluğun hüküm sürdüğü her işletmede, yılda ortalama kaç elin, kaç parmağın kopacağı, kaç ayağın ezileceği, kaç ciğerin tükeneceği, kaç işçinin öleceği hesaplanır durumda artık. Oysa denilebilir ki, bir baret, bir güvenlik kemeri, bir iş ayakkabısı, bir eldiven, bir basit korkuluk, bir maske; insani çalışma koşullarının sağlanması, geliyorum diyen felaketlerin önüne geçmeye muktedir olabilir. Ama bunun da bir maliyeti var. Piyasacı rekabet algısı yerleşince bir kez, alınması gereken önlemler her defasında maliyet
hesaplarının duvarına toslamaya mahkum olacaktır.
O nedenle işçiler, daha çok uzun bir süre, savaşa giden askerler gibi ceset torbalarını yanlarında taşıyacaklar. Taa ki, kendi kaderlerine el koyup, imkansızı gerçek kılacakları vakte kadar…
Birgün/ 25 Nisan 2013