Ceren Acer – Antikapitalist Bir Feminizm Yükseliyor: %99 için Feminizm
Yüzde 99 için feminizm ismiyle bilinen hareketin başlattığı kadın grevleri, dünyanın dört bir yanında hızla büyüyen bir dalga olarak karşımıza çıktı. Hareketin kurucusu kadınlar, kadın mücadelesini devrimci bir özne olarak konumlandırdı. Hareketin ürünü olan manifesto, kapitalizm öncesinde de kadına yönelik tahakkümün yaygın olduğunu fakat kapitalizmle beraber bu tahakküm biçiminin yenilendiğini iddia ediyor. 8 Mart’a doğru giderken Ceren Acer’in kaleme aldığı manifesto değerlendirmesini sizlerin de ilgisine sunmak anlamlı olur kanaatindeyiz.
CEREN ACER
Cinzia Arruza, Tithi Bhattacharya ve Nancy Fraser’in kaleme aldıkları %99 için Feminizm: Bir Manifesto kitabı; 21 Ocak 2017 tarihinde Trump’ın ırkçı, saldırgan ve cinsiyetçi politikasına karşı ABD’de gerçekleşen kitlesel kadın yürüyüşleri sonrası, aralarında kitabın yazarlarının da bulunduğu 8 imzalı bir çağrı metninin manifesto hali olarak yayımlandı. Bu protestoların yeterli olmadığını ancak bu atılımın ivmesini düşürmeden, örgütlenerek, 8 Mart’a feminist grev çağrısı içeren metin, kitabın Ek bölümü ile birlikte bu manifestonun amaçlarına yer veriyor. Dünyada yaşanan mevcut krizin kapitalizmin krizi olduğunu ilan eden manifesto, amaçlarının bu krizi yönetmek değil çözmek olduğunu belirtiyor. Aşağıda, kitabın koyduğu tezler ve çizilen rota etrafında; ihtiyacımız olan antikapitalist feminizmi, toplumsal yeniden üretim meselesi ve küresel feminist direniş ağlarının gelişim örnekleri ile birlikte incelemeye çalışacağım.
Kitap, “yolu çoktan öngören Combahee Nehri Kolektifi’ne ve bugün yeni bir yol açan Polonyalı ve Arjantinli feminist grevcilere…” atıfla başlıyor. Combahee Nehri Kolektifi’nin tarihteki yerine bakacak olursak; “Irkı sınıf ve cinsel baskıdan ayırmak zor çünkü yaşantılarımızda hepsi çoğunlukla aynı anda deneyimleniyor.” analizlerine yer veren kolektif, bildirilerini 1977 yılında yayımlıyor. A Black Feminist Statement (Siyah Feminist Bir Bildiri) kadınların kurtuluş mücadelesi tarihinin temel belgelerinden biri olma özelliği taşıyor. Atıfta da belirtildiği üzere çok daha erken bir zamanda egemenlik ilişkilerine tek bir kaynak göstermeyi reddeden Combahee Nehri Kolektifi, tahakkümün herhangi bir biçimine karşı mücadele etmenin aynı zamanda tüm tahakküm biçimlerine karşı mücadele etmek anlamına geldiğini ileri sürüyor. Kitap, bu anlayışı referans alıp 11 tezi tek tek açıklıyor ve toplumsal cinsiyet tanımını genişletmekle birlikte yaşanan toplumsal krize çözüm önerisi sunuyor: “Feminizm her zamankinden daha fazla antikapitalist bir karaktere bürünmelidir.”
Grevin Yeniden İcadı: Uluslararası Feminist Grev
Kitabın ilk tezi, 8 Mart 2017’de uluslararası bir hareket haline gelen feminist grevin yeni bir tür politika aşıladığını açıklamakla başlıyor. Bugüne kadar yapılmış olan genel grevlerden farklı olarak deneyimlenen feminist grevin, sınıf mücadelesini yeni bir aşamaya getirdiğini ileri sürüyor; feminist, enternasyonel, çevreci ve ırkçılık karşıtı.
Uluslararası Feminist Grev’in öncül hareketleri 2016 yılının sonbaharında, Polonya ve Arjantin’deki kadınların sokakları doldurması ile başlamıştı. Polonya’da kürtajın tamamen yasaklanmasını içeren yasa tasarısına karşı kadınların başkaldırısı ulusal çapta bir isyana dönüşmüş, yapılan eylemlere 60 şehirde 6 milyon kişinin katıldığı ifade edilmişti. Bu eylemlerde kadınlar işe ve okula gitmeyi, ev işleriyle ilgilenmeyi reddederken, 3 Ekim 2016’da yapılan bir çağrıyla 100.000 kişi greve gitmişti. Grev gününde kadınların siyah giyinmeleri ve sosyal medyada da profillerin siyaha boyanması sebebiyle bu greve ‘Czarny Poniedziałek’ (Siyah Pazartesi) adı verildi. Grev nedeniyle ülkede 60 şehirde pek çok hükumet binası, üniversite ve okul, çalışan yetersizliği nedeniyle bir gün kapalı kaldı. Bu hareketlenme, okyanusu aşarak Arjantin’de devam etmiş ve oradan dalga dalga yayılacak grevin tohumlarını atmıştı. Arjantinli kadınlar, 31. Ulusal Kadın Buluşmasında, kadınlara karşı uygulanan her türlü şiddete karşı eylem kararı almıştı. Ekim 2016’da 16 yaşındaki genç kızın (Lucia Perez’in) tecavüz edilip öldürülmesi, Arjantin’de yapılacak olan ilk kadın grevinin de zeminini oluşturmuştu. Tüm dünyada yankı uyandıran “Kadın Grevi”, 1975 yılında İzlanda’daki ilk kadın grevinden esinlenerek örgütlendi. Ülkedeki tüm kadınların saat 13.00-14.00 arasında işi bırakmaları ve saat 17.00’dan sonra protesto eylemleri düzenlemeleri için çağrı yapılmıştı. Ev kadınları için de bir saat çalışmayı bırakmaları ve evlerinin pencerelerinden, balkonlarından siyah çarşaflar asmaları talep edilmişti. Arjantin’de Ni Una Menos (Bir Eksik Olmayacağız) sloganı ile militan bir çığlık yükselmiş ve gerçekleşen kitlesel eylemler, antikapitalist feminist dalganın başlangıç noktalarından biri olmuştu. Öte yandan, neoliberal ekonomi politikalarının ve kitlesel işten çıkarılmaların uygulayıcısı Macri Hükümeti’ne karşı hiçbir sendikanın yapmadığı iş bırakma eyleminin ilki, kadınlar tarafından gerçekleştirilmişti. Bu durum, “yalnızca işyeri sorunlarını dikkate alarak mücadele eden” anlayış sahiplerinin, -sendikal katılım yoğunluğunun tarihsel olarak en düşük olduğu bu zaman diliminde- başarısızlığa mahkum oluşunu ve bu politik yöntemin güncel emek tarihine uygun olmadığını göstermişti.
Arjantin’den doğan uluslararası Ni Una Menos hareketinin üyelerinden olan ve aynı zamanda Mart 2017’deki Uluslararası Kadın Grevi’ni örgütleyenler arasında yer alan Cecilia Palmeiro, “Yerli feminizmi, siyah feminizmi, göçmen feminizmi, queer feminizmi ve popüler feminizmi birbirine bağlayarak, ittifaklar oluşturduk; farklı şiddetlerin kesişim noktalarına ışık tutarken aynı zamanda olası direniş stratejilerini ortaya koyduk. İşte bu yüzden bizim hareketimize feminizmin dördüncü dalgası ya da yüzde 99’un feminizmi deniyor.” ifadeleri ile kadın grevinin ortaya çıkışı ile birlikte yükselen küresel feminist dalgayı tanımlıyor. Palmeiro, “Bu dalga kesişimsel, yatay, çapraz, küresel: Kendimizi devrimci bir özne olarak kurduk, ancak devrimimiz demokrasinin geleneksel temsili biçimlerine dökülemez; her ne kadar her yerde ortaya çıkıp sel gibi yayılsa da.” diyerek yeni örgütlenme biçimleriyle büyüyen kadın mücadelesinin devrimci bir özne olduğunu vurguluyor.
Arjantin’in ardından İtalya, İspanya, Brezilya, Peru ve ABD’ye yayılan kadın grevi, 8 Mart 2017’de “Bizim silahımız dayanışmadır” sloganı ile birlikte uluslararası ölçekte bir greve dönüştü. İçinde her ülkenin komitesi ve her ulusal komitenin de yerel düzeyde komiteleri bulunan uluslararası komite, greve gitme kararı aldı. Taban hareketi şeklinde örgütlenen 8 Mart 2017’deki Uluslararası Kadın Grevi, 50 ülkede yapıldı. Manifesto, küreselleşen bu grevin önemini “Bu yeni aktivizm biçimi, bu cesur hamleyle, Dünya Kadınlar Günü’nü, işçi sınıfı ve sosyalist feminizmde uzanan ancak unutulmuş olan tarihsel köklerine yeniden bağlayarak yeniden siyasallaştırdı.” şeklinde tarifliyor. Yeni feminist dalganın oluşturduğu bu hareketin, grevi yeniden icat ettiğini gözler önüne seriyor. Ücretli ve ücretsiz emeklerinin gücünü kullanan kadınların grevinin, neyin emek sayılacağını yeniden tanımladığını ve bu sayede grevin kapsamının genişlediğini ifade ediyor. “Ücretli işin yalnızca çalışma koşullarını değil, aynı zamanda cinsel tacizi ve saldırıyı, yeniden üretim adaletinin önündeki bariyerleri de içine aldığını, bu yüzden bu feminist militanlık kimlik politikası ve sınıf politikası arasındaki inatçı ve bölücü karşıtlığın üstesinden gelme potansiyeline sahip.” olduğunu belirtiyor. Özetle, militan feminist aktivizmin yeni dalgasının tezahürü olan kadın grevleri; sadece ekmek değil gül de talep ediyor.
Toplumsal Yeniden Üretim
Kitabın son bölümüne ilave edilen Ek bölümünde toplumsal yeniden üretim ve önemi vurgulanıyor. Kadının tahakküm altına alınışının kapitalizm öncesine dayandığını ancak kapitalizmle birlikte modern cinsiyetçilik biçiminin oluştuğunu açıklıyor ve toplumsal yeniden üretimi tanımlıyor: “İnsan üretme işi, yalnızca biyolojik anlamda insan yaşamını yaratmakla ve sürdürmekle kalmaz; aynı zamanda Marx’ın emek gücümüz olarak adlandırdığı çalışma kapasitemizi de yaratır ve sürdürür. İnsan üretmek genel olarak insan toplumuna ve özellikle de kapitalist üretime bazı temel -maddi, kültürel ve sosyal- ön koşulları sağlar. Bunlar olmadan, ne hayat ne de emek gücü insan varlığında somutlaşamaz.” Kar elde etmek için gereken ücretli emeğin insan üretmek için gerekli olan ücretsiz emekten bağımsız olamayacağını, sermayenin, insan üretme işini, emek gücü lehine araçsallaştırdığını belirtiyor. “İşçi sınıfı örgütleri tarafından açıkça görülmeyen ve anlaşılmayan şey, ücretsiz emekçilerinin sömürüsünün tam da bu ücret sayesinde örgütlendiğidir. Bu sömürü çok daha etkilidir, çünkü ücretin olmaması bu sömürüyü gizler.” Kitap, meta ekonomisi ile emeğin yeniden üretimi arasındaki çok katmanlı ilişkiyi açıklarken, kapitalist toplumlarda gizlenen ve inkar edilen toplumsal yeniden üretimin önemini de gözler önüne seriyor. Ardından, “Sınıf, “salt ekonomik” bir şey değildir.” diyerek yüzünü sınıf mücadelesine dönmüş yeni feminist dalganın sınıf ve sınıf mücadelesi perspektifini açıklıyor: “Küresel işçi sınıfı sadece fabrikalarda veya madenlerde ücret karşılığı çalışanları içermez; aynı zamanda tarlalarda ve özel evlerde; ofislerde, otellerde, restoranlarda, hastanelerde, kreşlerde ve okullarda çalışanları; güvencesizleri, işsizleri ve çalışmaları karşılığında hiçbir ücret almayanları da kapsar. Aynı şekilde, sınıf mücadelesi de sadece işyerindeki ekonomik kazanımlara dair değildir; toplumsal yeniden üretime dair mücadeleleri de içerir.” Dolayısıyla geleneksel emek hareketlerinin aksine meseleyi yalnızca klasik anlamda işçi talepleri ile sınırlandırmama gerekliliği üzerinde duruluyor.
Öte yandan, kadının görünmeyen emeğinin ona yüklenen doğal bir görev olarak kabul görülmesinin her koşulda devam ettiği, iş piyasasına girmenin çözüm olmayacağı ifade ediliyor. “Kadınların ev içi alana kapatılmaları, kapitalizm için bazı koşullarda yararlı olabilir, bazı koşullarda ise olmayabilir; hızlı birikim dönemlerinde ya da savaş sırasında olduğu gibi şiddetli emek kıtlığı dönemlerinde, piyasaya yeterli miktarda ücretli kadın emeği sunulmasını mümkün kılmak için devletin ev emeğini toplumsallaştırması gerekebilir.” Toplumsal yeniden üretim sürecinde yer alan kadınların ücretsiz emeklerinin artışı istihdam piyasasına katılımlarını belirler. Kadınlar, kendilerine yüklenen ancak görünmeyen ev içi emek ve bakım işlerine zaman ayırabilmek için iş piyasasında sıklıkla esnek, düşük ücretli ve güvencesiz işlerde çalışmak zorunda kalırlar. Kadının ücretsiz emeği, piyasa dışı olsa da bu faaliyetler piyasadaki maliyetlerin düşük tutulmasını sağlar. Neoliberalizm, kadının ekonomik özerkliği adı altında kadını iş piyasasına çekerken, aile ve iş yaşamının uzlaştırılması politikaları ile kadının toplumsal yeniden üretim alanındaki rolünü gerçekleştirebilmesi için çalışma koşullarının gerekli şekilde değiştirilmesini sağlar. Bu durum kadının esnek ve ucuz iş gücü biçiminde üretime katmanın meşru zeminini oluşturur. Kitapta da; neoliberalizmin, kadınları ihtiyaç halinde iş piyasasına dahil ederken, diğer yandan neo-muhafazakar politikalarla eve kapattığını ifade ediliyor. Nitekim kadınların kariyer basamaklarını tırmanmaya başlamaları ile ilk işten çıkarılanlar olmaları arasındaki ikircikli durum bu tezi doğruluyor. Bununla birlikte “Profesyonel yönetici kadınların, çocuklarına bakan ve ev işleriyle uğraşan düşük ücretli göçmen kadınlara yaslanarak işlerinde yükselmesi” eleştirisi ile kapitalizmin kadınlar üzerindeki politikalarına liberal feminizmin katkısı olduğu ileri sürülüyor. Kitapta liberal feminizm düşman ilan edildiği için çoğu feminist tarafından eleştirilse de liberal feminizmin kapitalizmle olan ilişkisi ele alındığında müttefik nitelemesinin kendi içinde tutarlı bir tespit olduğu görülüyor.
%99 için Feminizm
Manifesto, patriarkal kapitalizmi çok yönlü ele alıyor ve mücadelenin de yine bir bütün olarak verilebileceğini ileri sürüyor. Yeni feminist dalganın, antikapitalist, ırkçılık karşıtı, antiemperyalist, eko-sosyalist ve enternasyonalist olduğunu 11 başlıkta açıklıyor ve bu nedenle yüzde 99’un feminizmi olduğu iddiasını taşıyor. 14 dilde yayımlanan manifestonun kitaplaşmış halinin son bölümünde güncel küresel işçi sınıfı mücadelesi örnekleniyor: “İşçi sınıfı artık yalnızca işyerinde değil, aynı zamanda toplumsal yeniden üretim sahasında da mücadele ediyor; gıda isyanlarından Arap devrimlerine, İstanbul Taksim Meydanı’nı işgal eden mutenalaştırma karşıtı hareketlerden kemer sıkma politikalarına karşı verilen mücadelelere ve Ötekiler’i harekete geçiren toplumsal yeniden üretim savunusu mücadelelerine kadar pek çok yerde ve şekilde çarpışıyor.”
Sonuç olarak, Kadınların Grevi ve %99 için feminizm hareketi gibi yeni feminist hareketler yalnızca ücretli emeğin değil, toplumsal yeniden üretim emeğinin de gücünü kullanarak dünyayı durdurabileceklerini göstermiş oldu. Bu deneyim, Türkiyeli kadınlar açısından, her 8 Mart’ta giderek büyüyen isyanın ve kitlesel yürüyüşlerin Kadın Grevi’ne taşınması umudunu yeşertiyor.
“Dünyanın üstünde bir hayalet dolaşıyor: Feminizm hayaleti.”
- Shahrzad Mojab, “Marksizm ve Feminizm”, (Çeviri: Funda Hülagü), Yordam Kitap, 2018
- Filiz Karakuş, 3 Ekim 2016: Polonya’da kürtaj yasaklarına karşı genel grev – Kara Pazartesi, Çatlak Zemin – https://catlakzemin.com/3-ekim-2016-polonyada-kurtaj-yasaklarina-karsi-genel-grev-kara-pazartesi/
- 24 Ekim 1975’te yaklaşık olarak 220.000 nüfusa sahip İzlanda’da 25 bin kadının (kadınların %90’ının) sokağa çıktığı ve hiçbir iş yapmadığı ilk kadın grevi. Bu grev, kadınların sadece işyerindeki üretim ile birlikte yaşamın üretimi ile ilişkili tüm üretimi durdurdu. Kadınların işe gitmediği, ev kadınlarının çocuklarına bakmadığı ve yemek yapmadığı bu grev, erkekler için hem çocuk ve ev bakımı hem de iş yükü nedeniyle “Bitmeyen Cuma” olarak tarihe geçti.
- https://www.evrensel.net/haber/296365/bir-eksik-olmayacagiz-dediler-binlerce-cogaldilar Daha detaylı bilgi için bknz: II. Latin Amerika ve Karayipler Kadın Buluşması’nda Arjantin delegelerinin sunduğu rapor, Quito 2018, (Çeviri: Oya Tezel) – https://ekmekvegul.net/guncel-dosya/arjantin-milyonlarca-kadinin-sokagi-birakmadigi-ulke
- Cecilia Palmeiro’yla söyleşi: Uluslararası kadın grevi ve yüzde 99’un feminizmi, Söyleşi: Linda Yang, (Çeviri: Başlangıç Dergisi) – http://gazetekarinca.com/2018/01/cecilia-palmeiroyla-soylesi-uluslararasi-kadin-grevi-yuzde-99un-feminizmi/– Orj. https://www.vice.com/en_us/article/3kpk53/-womens-strike-organizer-cecilia-palmeiro-feminism-for-the-99-percent?utm_campaign=sharebutton
- Mariarosa Dalla Costa, “Kadınlar ve Toplumun Altüst Edilmesi”, (Çeviri: Kolektif), Otonom Yay., 2014
- Gülnur Acar Savran, Nesrin Tuna Demiryontan, “Kadının Görünmeyen Emeği”, Yordam Kitap, 2016
- Konuya dair, Nancy Fraser’in “Feminizm nasıl kapitalizmin uşağı oldu ve onu nasıl geri kazanabiliriz?”makalesi kitapta yer alan liberal feminizme ilişkin eleştirilerin alt metnini oluşturuyor. – http://sendika63.org/2018/12/feminizm-nasil-kapitalizmin-usagi-oldu-ve-onu-nasil-geri-kazanabiliriz-nancy-fraser-521987/